1
türkiye birinci futbol liginin dünya çapında tanınırlığı ve barındırdığı tüm öğeler ile yaklaşık ekonomik değeri şeklinde özetlenebilecek 2 maddenin tümünü birden kapsayan tanımlama.
son dönemde yoğun şekilde tartışılıyor ligimizin marka değeri. fakat her konuda olduğu gibi, saçma sapan bir konu üzerinden tartışılıyor. hepimizin bildiği, erman toroğlu mevzusu.
o konuya hiç girmeyeceğim. kendisinin bu lige bir kene gibi yapıştığını ve safi zarar olduğunu düşünenlerdenim.
asıl söylemek istediklerim başka. yukarıda sıraladığım maddeler aslında genel olarak bakıldığında birbiriyle iç içe maddeler. bakın biraz açayım konuyu.
1. dünya çapında tanınırlık
türkiye birinci futbol ligi dünya çapında ne kadar tanınıyor? sizce bunun en önemli parametreleri nelerdir? cevap belli: tabi ki de 2 önemli turnuva (dünya kupası ve avrupa kupası) ve 2 adet avrupa kupası (şampiyonlar ligi ve avrupa ligi).
bu kupalardaki başarılarımız azımsanmayacak derecede. takımımızın başarısı bir yana milli takımımızın dünya kupasında ve avrupa kupasında son 10 yılda gösterdiği başarılar ligimizin bilinirliliğini oldukça artırdı. bu bir gerçek. artık avrupa'da bizim rakibimiz olan her takım, türk milli takımının ve galatasaray'ın avrupadaki başarısını hatırlayarak bizden çekinir hale gelimiştir. demek ki dünya çapında tanınırlık olarak iyi bir yerlere gelmişiz.
yani marka değerine katkı olarak klüp takımlarımız ve milli takımımız elinden geleni yapıyor diyebiliriz.
2. şimdi geldik esas konuya. ligin tüm öğeleri ile yaklaşık ekonomik değeri. burada bir rakam vermemiz gerekmiyor. fakat digitürk'ün ligin yayın hakları için ödediği para ortada. tam da bu noktada şu soru soruluyor. bu lig bu para eder mi? ben kendi fikirlerimi yazdığım bu yazıda, şu anda da tamamen bir taraftar gözüyle ligin ekonomik değerini etkileyecek parametrelere kısaca değineceğim.
a. klüp takımları: elimdeki tek rakam digitürk'ün yayın haklarına ödediği para olduğuna göre, kimse kusura bakmasın ama, 1 takım eksik oynanan (başlı başına bir rezalet), başkanların her türlü transfer ve klüp içi numarayı çevirdiği, hala belediye destekli takımların yer aldığı bir lig, kesinlike dünyanın en değerli 6. ligi değildir. bunun yanında afrikadan otobüslerle (afrikadan otobüs gelmez yeaaa demeyin tabi, bişey anlatıyoruz) futbolcu adaylarının anadolu klüp başkanları beğenisine taşındığını biliyoruz. yani ligimizde oynatılan yabancı kalitesi de çok düşük. bunu engellemenin yolları var, mesela milli olmuş oyuncu alma zorunluluğu gibi, ancak bunun da ülkede uygulaması çok zor ve farklı bir tartışma konusu.
peki klüp yönetimleri aldıkları futbolcuları ve teknik direktörleri mutlu bir şekilde takımdan yollayabiliyorlar mı? veya şöyle soralım, satılan futbolcular bütün paralarını alarak mı gidiyorlar? taffarel'in bile alacak parası olduğunu biliyoruz sözlükçü arkadaşlarım. demek ki önemli bir sıkıntı da burada var.
toparlamak gerekirse, klüp takımlarının ligin marka değerine katkısı neredeyse yok denecek kadar az. hatta bazıları ankaragücü, ibb gibi takımlar ligin genel görüntüsüne negatif şekilde bile etki ediyor diyebiliriz.
b. yayıncı kuruluş: tam bir fiyasko daha. kesinlikle futbolun ne kadar güzel bir oyun olduğundan birhaber, aklına estiği gibi davranan, istatistik tutmaktan aciz, berbat bir internet sitesine sahip olan, sadece faul, kırmızı kart ve ofsayt tekrarlarını gösteren ve seyirciyi kandıran, gollerin sadece golü atan ve asisti yapandan ibaret olduğunu düşünen ve bazen metrelerce uzaktan atılmış muhteşem bir ara pasının tekrarını göstermeye bile tenezzül etmeyen bir yayıncı kuruluştan bahsediyoruz. ligin marka değerine en büyük zararı veren öğe bizzat ligin yayın haklarını elinde tutan ve kendi kuyusunu kazan yayıncı kuruluştur. ha diyeceksiniz ki, kardeş, kim yapsın o zaman söyle bana, kim yapsın.
dedim ya herşey iç içe diye. hakem hocaları etrafta cirit attıkça ve takım yönetimleri sürekli hakemler ve federasyon ile uğraştıkça bu paradoks devam eder. yayıncı kuruluş değişse de, seyirci istemese de, 57 kere topun en son kime deyip taça çıktığını izler ve üstüne saatlerce konuşur. bize de burada uzun uzun entry girmek düşer anca.
c. federasyon: gerçekten yönetim şekli ve seçim süreci hakkında çok az şey bildiğim bir kurum. zaten bir seyirci olarak beni çok az ilgilendiriyor. az ilgilendirmeli zaten. bize ne kardeşim federasyondan. biz taraftarız. bunu sözlük içerisinde böyle düşünmeyenler olabilir. tabi ki tartışmaya açığım. ama ligin değerini belirleyen öğelerden biri olmadığını, öyle ise bile, diğer öğelerden çok az daha paya sahip olduğunu düşünüyorum.
d. taraftar: ligin en değerli, en önemli kısmı. eğer takım tutmak diye birşey varsa dünyada, bu işin alası türk taraftarıdır. çok büyük birşey değil tabi, sonuçta takım tutuyorsunuz. ama bir maç yayını sırasında durmaksızın taraftar tezahüratları duymak izleyen herkezi inanılmaz etkiler, bu bir gerçek. ve bu bizim ülkemizde var. ve belki de basiretsiz yayıncı kuruluşların en büyük şansı da taraftardır. çıkan kavgalar, küfürler, bunlar dünyanın en pahalı liginde de var sözlükçü kardeşlerim. kaldı ki son maddeyi okuduktan sonra bana hak vereceksiniz ki, taraftar sadece taraftardır. taraftarı insanlıktan çıkartan ise basındır.
e. basın: spor basını diye birşey var mı sizce bizim ülkemizde? yok bence. futbol basını var. gerçekten futbol ile alakalı kaç tane yazar var basında? bakın basın diyorum, internet siteleri, bloglar falan demiyorum. çok ama çok az var. basındaki futbol yazarları futbolu sevmiyorlar bir kere. futbolun tarihini bilmiyorlar, nelere yol açtığını bilmiyorlar, tuttukları takımın tarihini bilmiyorlar. onların tek amaçları hakem hatalarından, klüp yöneticisi denen kazmaların saçmalıklarından, futbolcu kavgalarından, taraftar kavgalarından nemalanmak. böyle bir basın ile bu ligin değeri nasıl artabilir arkadaşlar? hiç bir yazı okuyor musunuz basında, lucas neill'in gelişinin galatasaray takımına taktiksel açıdan ne faydaları olabileceğini? siz evde düşünüyorsunuz, blogunuza yazıyorsunuz, evet. ama diğerleri? onlar biliyorlar mı? onlar neyi biliyorlar söyleyeyim, lucas neill'in kewell'ı çok sevdiğini ve söylediklerinden kewell'ın gitmeme ihtimalinin olduğunun çıkartılabileceğini. bu mudur yani ya? bu mudur kardeş? bu adam bekte oynar, sağda oynar, ne bileyim, maç sıkışırsa defans üçlenir, neill sağa geçer falan. yok. bir tane yazı yok. umrunda değil ki basının. zaten taraftara onu vermiyor ki basın. taraftara kavga veriyor, dövüş veriyor, gerginlik veriyor.
sonuç: demek ki sözlükçü arkadaşlarım, bizim daha çok ama çok çalışmamız lazım. bizim derken, gerçekten bizim. onların değil. gerçek biziz çünkü, gerçek olan taraftar, klüp sevgisi. bu ülkenin taraftarı çok daha kaliteli bir lig hakediyor. şişirilmiş rakamlar ilgilendirmiyor bizi. elano'nun attığı 50 metrelik pas ilgilendiriyor bizi. keita'nın 2 kişiyi peşine takması ilgilendiriyor. baros'un kaleyi bulan şut yüzdesi ilgilendiriyor belki de.
bu ligin marka değeri çok ama çok düşük sözlükçü kardeşlerim. bu ligin avrupadan talep görmesi için daha çok çalışılması gerek. fakat bizler, sözlük gibi oluşumlarla, bloglarımızla, basına ve yayıncı kuruluşa alternatifler yarattığımız sürece herşey daha iyiye gidecek diye düşünüyorum.
son dönemde yoğun şekilde tartışılıyor ligimizin marka değeri. fakat her konuda olduğu gibi, saçma sapan bir konu üzerinden tartışılıyor. hepimizin bildiği, erman toroğlu mevzusu.
o konuya hiç girmeyeceğim. kendisinin bu lige bir kene gibi yapıştığını ve safi zarar olduğunu düşünenlerdenim.
asıl söylemek istediklerim başka. yukarıda sıraladığım maddeler aslında genel olarak bakıldığında birbiriyle iç içe maddeler. bakın biraz açayım konuyu.
1. dünya çapında tanınırlık
türkiye birinci futbol ligi dünya çapında ne kadar tanınıyor? sizce bunun en önemli parametreleri nelerdir? cevap belli: tabi ki de 2 önemli turnuva (dünya kupası ve avrupa kupası) ve 2 adet avrupa kupası (şampiyonlar ligi ve avrupa ligi).
bu kupalardaki başarılarımız azımsanmayacak derecede. takımımızın başarısı bir yana milli takımımızın dünya kupasında ve avrupa kupasında son 10 yılda gösterdiği başarılar ligimizin bilinirliliğini oldukça artırdı. bu bir gerçek. artık avrupa'da bizim rakibimiz olan her takım, türk milli takımının ve galatasaray'ın avrupadaki başarısını hatırlayarak bizden çekinir hale gelimiştir. demek ki dünya çapında tanınırlık olarak iyi bir yerlere gelmişiz.
yani marka değerine katkı olarak klüp takımlarımız ve milli takımımız elinden geleni yapıyor diyebiliriz.
2. şimdi geldik esas konuya. ligin tüm öğeleri ile yaklaşık ekonomik değeri. burada bir rakam vermemiz gerekmiyor. fakat digitürk'ün ligin yayın hakları için ödediği para ortada. tam da bu noktada şu soru soruluyor. bu lig bu para eder mi? ben kendi fikirlerimi yazdığım bu yazıda, şu anda da tamamen bir taraftar gözüyle ligin ekonomik değerini etkileyecek parametrelere kısaca değineceğim.
a. klüp takımları: elimdeki tek rakam digitürk'ün yayın haklarına ödediği para olduğuna göre, kimse kusura bakmasın ama, 1 takım eksik oynanan (başlı başına bir rezalet), başkanların her türlü transfer ve klüp içi numarayı çevirdiği, hala belediye destekli takımların yer aldığı bir lig, kesinlike dünyanın en değerli 6. ligi değildir. bunun yanında afrikadan otobüslerle (afrikadan otobüs gelmez yeaaa demeyin tabi, bişey anlatıyoruz) futbolcu adaylarının anadolu klüp başkanları beğenisine taşındığını biliyoruz. yani ligimizde oynatılan yabancı kalitesi de çok düşük. bunu engellemenin yolları var, mesela milli olmuş oyuncu alma zorunluluğu gibi, ancak bunun da ülkede uygulaması çok zor ve farklı bir tartışma konusu.
peki klüp yönetimleri aldıkları futbolcuları ve teknik direktörleri mutlu bir şekilde takımdan yollayabiliyorlar mı? veya şöyle soralım, satılan futbolcular bütün paralarını alarak mı gidiyorlar? taffarel'in bile alacak parası olduğunu biliyoruz sözlükçü arkadaşlarım. demek ki önemli bir sıkıntı da burada var.
toparlamak gerekirse, klüp takımlarının ligin marka değerine katkısı neredeyse yok denecek kadar az. hatta bazıları ankaragücü, ibb gibi takımlar ligin genel görüntüsüne negatif şekilde bile etki ediyor diyebiliriz.
b. yayıncı kuruluş: tam bir fiyasko daha. kesinlikle futbolun ne kadar güzel bir oyun olduğundan birhaber, aklına estiği gibi davranan, istatistik tutmaktan aciz, berbat bir internet sitesine sahip olan, sadece faul, kırmızı kart ve ofsayt tekrarlarını gösteren ve seyirciyi kandıran, gollerin sadece golü atan ve asisti yapandan ibaret olduğunu düşünen ve bazen metrelerce uzaktan atılmış muhteşem bir ara pasının tekrarını göstermeye bile tenezzül etmeyen bir yayıncı kuruluştan bahsediyoruz. ligin marka değerine en büyük zararı veren öğe bizzat ligin yayın haklarını elinde tutan ve kendi kuyusunu kazan yayıncı kuruluştur. ha diyeceksiniz ki, kardeş, kim yapsın o zaman söyle bana, kim yapsın.
dedim ya herşey iç içe diye. hakem hocaları etrafta cirit attıkça ve takım yönetimleri sürekli hakemler ve federasyon ile uğraştıkça bu paradoks devam eder. yayıncı kuruluş değişse de, seyirci istemese de, 57 kere topun en son kime deyip taça çıktığını izler ve üstüne saatlerce konuşur. bize de burada uzun uzun entry girmek düşer anca.
c. federasyon: gerçekten yönetim şekli ve seçim süreci hakkında çok az şey bildiğim bir kurum. zaten bir seyirci olarak beni çok az ilgilendiriyor. az ilgilendirmeli zaten. bize ne kardeşim federasyondan. biz taraftarız. bunu sözlük içerisinde böyle düşünmeyenler olabilir. tabi ki tartışmaya açığım. ama ligin değerini belirleyen öğelerden biri olmadığını, öyle ise bile, diğer öğelerden çok az daha paya sahip olduğunu düşünüyorum.
d. taraftar: ligin en değerli, en önemli kısmı. eğer takım tutmak diye birşey varsa dünyada, bu işin alası türk taraftarıdır. çok büyük birşey değil tabi, sonuçta takım tutuyorsunuz. ama bir maç yayını sırasında durmaksızın taraftar tezahüratları duymak izleyen herkezi inanılmaz etkiler, bu bir gerçek. ve bu bizim ülkemizde var. ve belki de basiretsiz yayıncı kuruluşların en büyük şansı da taraftardır. çıkan kavgalar, küfürler, bunlar dünyanın en pahalı liginde de var sözlükçü kardeşlerim. kaldı ki son maddeyi okuduktan sonra bana hak vereceksiniz ki, taraftar sadece taraftardır. taraftarı insanlıktan çıkartan ise basındır.
e. basın: spor basını diye birşey var mı sizce bizim ülkemizde? yok bence. futbol basını var. gerçekten futbol ile alakalı kaç tane yazar var basında? bakın basın diyorum, internet siteleri, bloglar falan demiyorum. çok ama çok az var. basındaki futbol yazarları futbolu sevmiyorlar bir kere. futbolun tarihini bilmiyorlar, nelere yol açtığını bilmiyorlar, tuttukları takımın tarihini bilmiyorlar. onların tek amaçları hakem hatalarından, klüp yöneticisi denen kazmaların saçmalıklarından, futbolcu kavgalarından, taraftar kavgalarından nemalanmak. böyle bir basın ile bu ligin değeri nasıl artabilir arkadaşlar? hiç bir yazı okuyor musunuz basında, lucas neill'in gelişinin galatasaray takımına taktiksel açıdan ne faydaları olabileceğini? siz evde düşünüyorsunuz, blogunuza yazıyorsunuz, evet. ama diğerleri? onlar biliyorlar mı? onlar neyi biliyorlar söyleyeyim, lucas neill'in kewell'ı çok sevdiğini ve söylediklerinden kewell'ın gitmeme ihtimalinin olduğunun çıkartılabileceğini. bu mudur yani ya? bu mudur kardeş? bu adam bekte oynar, sağda oynar, ne bileyim, maç sıkışırsa defans üçlenir, neill sağa geçer falan. yok. bir tane yazı yok. umrunda değil ki basının. zaten taraftara onu vermiyor ki basın. taraftara kavga veriyor, dövüş veriyor, gerginlik veriyor.
sonuç: demek ki sözlükçü arkadaşlarım, bizim daha çok ama çok çalışmamız lazım. bizim derken, gerçekten bizim. onların değil. gerçek biziz çünkü, gerçek olan taraftar, klüp sevgisi. bu ülkenin taraftarı çok daha kaliteli bir lig hakediyor. şişirilmiş rakamlar ilgilendirmiyor bizi. elano'nun attığı 50 metrelik pas ilgilendiriyor bizi. keita'nın 2 kişiyi peşine takması ilgilendiriyor. baros'un kaleyi bulan şut yüzdesi ilgilendiriyor belki de.
bu ligin marka değeri çok ama çok düşük sözlükçü kardeşlerim. bu ligin avrupadan talep görmesi için daha çok çalışılması gerek. fakat bizler, sözlük gibi oluşumlarla, bloglarımızla, basına ve yayıncı kuruluşa alternatifler yarattığımız sürece herşey daha iyiye gidecek diye düşünüyorum.