anadolu takımlarına karşı oynadığımız karşılaşmalarda sık sık karşılaştığım söz öbeği. okan hocanın set oyununu oturtamadığına yönelik eleştiriler doluyor kilit hemen açılmadığında.
çok iyi bir set oyunu oynamanın belirli aşamaları ve bedelleri var.
nedir bu aşamalar?
şüphesiz öncelikle oyuncu seçimi. dar alanda hızlı ve doğru karar verebilen, oyun zekası ve pozisyon bilgisi üst düzeyde, kolay adam eksiltebilen, hatlar arasında sürekli hareket halinde olan, bununla da yetinmeyip topun kaybedildiği alanda şiddetli ve doğru açıda pres yapabilen fiziksel sürekliliğe sahip minimum 17-18 adet oyuncuya ihtiyacınız var. oyuncu karakterleri, psikolojik durumları, performans sürekliliğimi saymıyorum bile.
yukarıdaki özelliklerde bir takıma sahip miyiz? hayır kurabilir miyiz? üç haneli bonservis bedelleri ödemeyeceksek hayır.
önce kendimizi doğru tanımlayalım. biz belirli özellikleri iyi, belirli özellikleri vasat, belirli özellikleri kötü olan oyunculardan kurulu gayretli ve karakterli bir takımız. abartmıyorum bugün kadromuzda bulunan her bir oyuncu için bu durum geçerli. burdan birbirini tamamlayan bir puzzle yapmaya çalışıyoruz. doğal olarak, iyi bir set oyununun ön şartını sağlamıyoruz.
bizi geçelim, dünyaya bakalım. kim çok iyi bu işte? hemen akla city geldi. yazdık onları evet. devam edelim. liverpool, real madrid, inter, paris saint germain. saymaya devam edebiliriz. bu takımların hiçbirisi çok iyi set takımları olarak tanımlanamaz. inter geçen sene şampiyonluk verdi bu yüzden. real madrid iki, üç haftada bir acı çekiyor kilit açarken. de zerbi’nin brighton’ı ya da farioli’nin nice’ı demeyin lütfen. orda bir proje ve rahat çalışma ortamı var. biz her sene şampiyon olup olmamakla değerlendirilen bir takımız.
diğer şarta geçelim
oyun alışkanlığı ve tekrar sayısı. yani öğrenmeye istekli oyuncularla, eksik parçaları yıllar içerisinde bulunarak minimum 3 senelik bir birlikte çalışma ve oynama alışkanlığı. dönelim bakalım kadromuza. son 10 senede ne durumdayız bu konuda? ya da bırakalım onu geçen seneden bu seneye?
kusursuz bir set oyununun hayal olduğunu düşünüyorum yani. fatih hocanın son dönemde bu sevdayla kurduğu seri, lemina’lı kadroyu hatırlayalım. bu oyunu oynama alışkanlığı hazır oyuncular alınmasına ve kadroda hocayla 2-3 senedir çalışan isimler olmasına rağmen, biraz olsun oturması 20 hafta aldı. arkasından pandemi girdiği anda dağıldı takım. pandemi girmez sezon arası girer, sakatlık girer. zaten o kadroda uzun süre bir arada kalamazdı. yeni senede baştan başladık. sonuç? felakete gitti biliyorsunuz. zaten bu konularla ilgili
kaideyi taciz eden istisna uzun uzun anlatıyordu o zamanlar. ellerine sağlık bu arada kendisinin yeri gelmişken. sahi, nerde bu adam?
ayrıca, set oyunu derken ne bekliyoruz biz? benim bildiğim set oyunu, topu rakip sahaya taşıdıktan sonra sahaya en doğru şekilde yerleşerek topu rakip ceza sahasına taşıma. biz bunu açık saha oyununda yapabiliyoruz zaten şampiyonlar ligi seviyesinde dahi .
kapanan anadolu takımlarına karşı zaten farklı bir durum söz konusu. onlar bizi ceza sahasında bekliyor. topu oraya kadar getirirken bir engel çıkarmıyor. biz de enine sahaya yayılıp, yeteneğimiz ölçüsünde arıyoruz işte. elde olanlarla deniyoruz. bu maçları obsesyon haline getirelim derseniz sağ bek mariano, orta sahada seri oynuyor. o zaman da avrupa sahnesinde üstümüzden geçiyorlar. orda iş yapacak set oyununa da para yetmiyor.
anadolu takımları özelinde sorun bizde değil. rakipte. çünkü artık bu oyunu, sezonda bir iki maç dışında oynamıyor kimse avrupa’da. belki bir iki de takım hadi. çünkü bunun orta ve uzun vadede tamamen kayıp olduğunu gördüler. seyirciye bunu izlettiklerinde marka değerinin yerlerde gezindiğini gördüler. belirli bir plan dahilinde oynayabilmeyi deniyorlar. tabi ki maç yine onların sahasında oynanıyor ağırlıklı olarak. ancak iyi antreman, rasyonel bir takım kimyası, güçlü fiziksel yapı, biraz da iyi bir hocayla gerek kalmıyor buna. bizim lige de bakalım. anadolu takımları, kötü yönetilen ve marka değeri kalmayan lig yüzünden felaket halde. öyle oldukça kapanıyorlar. kapandıkça zirve yarışında puan ortalaması artıyor. olan bize oluyor sadece. izlerken eziyet çekiyoruz. sonuç genelde belli aslında.
o yüzden büyük hedeflere gideceksek bu eziyete katlanmalıyız. yüksek tempoda oynamaktan çekinmeyen, atletik, geniş alanda mücadele etmek isteyen takım kurmanın bedeli bu. bunu yaparken de araya oyun zekası yüksek, takımın saha içinde enerjisini doğru kullanmasını sağlayan tecrübeli komutanlarımız olacak. yoksa başı kesik tavuğa dönüyoruz berkan-taylan-cicaldau orta sahası senesinde olduğu gibi.
büyük hedeflere gitme kısmına gelelim. burda da kopenhag örneği var yaşadığımız. yukarıda bahsettiğim seçim ve bizi sahasında karşılayan ama anadolu takımları gibi değil, çağdaş bir alan parselasyonu ile karşılayan rakiplere karşı da zorlanacağız evet. burda da önemli olan kolay gol yememek. biz kopenhag’dan 2 maçta 3 kolay gol yedik. rıza çalımbay’a bağladım ama hakkaten öyle hatırlayın hak vereceksiniz. zaten benim bu sene şampiyonlar liginde genel olarak tek eleştirim kolay gol yememizdi. bunu da hem tecrübesizliğe hem de sahaya yetenek atalım derken bunu abartıp fiziksel anlamda ve oyun içi devamlılıkta zaman zaman tükenmemize bağlıyorum.
son olarak, kolay gol yemeyen bir takım olmak bizim ligin ve eziyet çektiğimiz anadolu maçlarının da anahtarı bence. bu konuda ligde gayet iyiyiz zaten genel olarak. yemediğimiz durumda, bu zihniyette takımlar bir yerde mutlaka kırılıyor. özellikle iç sahada 60 sonrası güçleri ve mental dirayetleri kalmıyor.
sözün özü, bugün çektiğimize benzer eziyetler çektiğimizde gerilmeyelim. takıma da çok kızmayalım. bir şekilde kazanıp işimize gücümüze bakalım. zaten okan hoca da öyle yapıyor. birde, korner ve yan toplarda biraz daha üretken olabiliriz. harika silah çünkü. tabi, buralardan gol atalım derken dönüşlerde çok kötü yakalanma alışkanlığımız oluşmaya başladı. ona da dikkat etmemiz lazım.