ultraslan tribün liderinin katıldığı garip toplantı cümlesinde bahsi geçen abimiz. türkiye'de batılı anlamda holiganizmin hardcore şekilde yaşandığı, şimdilerde
sabahlama dönemi olarak da anılan seksenlerin başından 1995 yılındaki "barış"a hatta hafifleyerek ikibinli yıllara kadar devam eden sürecin hızlı ve namlı isimlerindendir.
asıl ismi muzaffer şirin olup haznedar eşrafındandır. taa seksenli yılların başından beri galatasaray tribünlerinde söz sahibidir. bu hardcore dönemde azınlıkta olduğu için geri planda kalan galatasaray tribününü sabahlama olaylarında söz sahibi yapan
peygamber hüseyin'in bir trafik kazası sonucu genç yaşta hayatını kaybetmesi, peygamber hüseyin'e "ben seni kendi yerime layık görüyorum" diyerek tribünü devreden
amigo mehmet'in de bu kaybın ardından bu işlerden elini eteğini çekmesi ile galatasaray tribünlerinde mutlak hakimiyetin sahibi olmuştur.
bu tabiri de biraz açmak gerekir.
sivilize taraftarın haklı olarak sandığının aksine tribün liderliği başkanlık ya da yöneticilik gibi bir olay değildir. kastedilen tribün de bilet/kombine vs alarak girilen yer değildir. bir takım bedeller ödenerek, bir takım kavgalar verilerek kazanılan bir ünvandır. bir temsiliyet varsa da aslında "o dünya"ya aitbir temsiliyet ya da iktidardır. bu ingiltere başta olmak üzere tüm avrupa'da hatta güney amerika'da da böyledir. bugün hem saha içinde hem de saha dışında gıpta ile baktığımız pek çok takımın "ilkokul mezunu" tribün liderleri falan vardır.
bu işlerin, bu dünyanın da dinamikleir bu şekildedir.
real madrid'in "ultras"ları mesela takımdaki ispanyol futbolcularla "içli dışlı" olmaları ve bu futbolcularla olan bir takım para mevzuları ile anılır ki real madrid efsanelerinden raul gonzales bu konudaki bayrak taşıyıcı konumundadır. milan'ın koreografileri yüzünden hayran kalınan curvası "bilet gelirleri" için molotoflu kavgalala birbirine girer mesela. ya da güney amerika'da tribün liderliği silahlı çatışmalar hatta "faili meçhul"ler sonucu el değiştirir....
ancak biz sadece kendi yaşadığımıza tahvil edip olayın içinden çıkmaya çalışırız...
ha dünyanın başka yerinde de "ultras" liderler televizyon kanallarında camia adına söz almak gibi ilginç işler yapar mı o ayrı bir merak konsudur...
daha yukarda da yazıldığı gibi asıl ismi muzaffer'dir. bugün hala daha bu işlere meraklı "genç" neslin andığı, kızıltoprak polis karakolunda biten 1987 yılındaki meşhur fenebahçe-beşiktaş sabahlaması ile ilgili haberlerde "ayakta tedavi gören bazı taraftarlar" olarak verilen listede adı olsa da hangi tarafta yer aldığı belli değildir...
http://gss.gs/Kgl.jpg mühendis oktay cinayeti olarak da bilinen,
5 aralık 1992 galatasaray beşiktaş maçı sonrasında mecidiyeköy'de yaşanan oktay aydemir'in linç edilmesi olayında yer alan grubun başında olduğu, hatta o olaydan kalan bir hükümden dolayı muzaffer olan isminin yerinde sebahattin ismini kullanmaya başladığı söylenir hep...
hatta
sefa kalya'nın asıl adının sefa kalya mı nihat özpolat mı olduğu da hala daha tam çözülememiş bir olaydır...
http://gss.gs/y45.jpg o yılları hatırlayanlar oktay aydemir'in öldürüldüğü bu olaydan sonra yıllar yılı "nasılsa birbirlerini vuruyorlar" diye göz yumulan üç istanbul takımının tribün aleminin rahmetlinin mesleğini de ön plana çıkararak medya tarafından incelenmeye hatta ifşa edilmeye çalışıldığını da hatırlar. bu "hardcore" dönemin yaşanabilmesinde devletin toplumdaki hastalıklı bireyleri siyasetten uzak bir yerde kendi haline bırakma tavrının da etkisi vardı.
ancak o olayda ilk defa bir takım şeyler farklı şekilde cereyan etmiş, maçtan sonra çatışmak için sözleşen iki gruptan galatasaraylı olanların yolunun üzerinde bulunan ve hakikaten "tribün" alemiyle alakası olmayan bir beşiktaş taraftarı linç edildikten sonra aldığı hasarın etkisiyle hayatını kaybetmişti.
bu olaydan sonra basın/medya uzun yıllar süren sessizliğini bozup ciddi şekilde bu alemdeki isimleri incelemeye aldı. oluşturulan kamuoyu baskısıyla polis de bu insanların üzerine gitmeye başladı. yaşanan onlarca kötü hatıra, acı kayıplar, kelle koltukta gezme durumuna bu baskı da eklenince; bir de her kulüp kendi stadını açıp bir de kombine olayına geçip ortada uğruna sabahlayacak(!) bir tribün kalmayınca 1995 yılında üç istanbul takımının tribün liderleri bu "hardcore" dönemi sona erdiren barış anlaşmasını yaptı. kuran'a el basarak artık organize sabahlamaların, ayarlanmış kavgaların, hatta bunun devamı olan mekan baskınlarının bir daha yapılmayacağına dair yemin ettiler. "tribün kültürü" olan, daha doğrusu istanbul takımları ile çatışan diğer anadolu takımları da bu barışı tanıdıklarını ilan ettiler ve eskiye kıyasla devede kulak bile sayılmayacak olaylar hariç bu kötü dönemlerin sonu gelmiş oldu...
işte bu barış olayına ön ayak olanın sebahattin şirin'dir. her ne kadar yukardaki bir dolu sebebin getirisi olsa da "futbolcular bütün gün beraber, yöneticiler birbiriyle sarmaş dolaş/iş ilişkileri var. ee biz vuruyoruz birbirimize" diyerek bu barış konusunda uzlaşıldığını söyler hep. bu konuda adımı atan kişi olmasında diğer tribünlerce gördüğü saygının yanı sıra sabahlama döneminin ağır topları olan fenerbahçe ve beşiktaş tribünlerine eşit mesafede olmasının da rolü vardır...
buna ek olarak seksenlerin ortasından beri tribünde en aktif şekilde yer almak bir kenara tribünün lideri olarak kalmayı başarabilmiş bir insandır. hardcore dönemin önde gelen isimlerinden hala hayatta olanlar ya bu işlerden tamamen elini eteğini çekmiş, ya da bu underground mafyavari örgütlerden eğitimli insanların yer aldığı görece şeffaf organizasyonlara doğru yaşanan gelişim sonucunda inzivaya çekilip emeklilik günlerini yaşamakta iken hala daha aktif olarak tribün lideri sıfatının hakkını vermeye devam etmektedir.
yeni bir devre medyan okurcasına eski kurallarla yaşayan biri mi, yoksa miadı dolmuş bir geleneğin inatla ayakta kalan son örneği mi olduğu ise bambaşka bir yazı konusudur. ancak mevcut statükoda galatasaray tribünü için(taraftarı demiyorum) bir denge noktası olduğu gerçeği yadsınamazdır. tüm gücü kendinde topladığı için farklı maksatları olan tüm grupları belli bir düzenle bir çatı altında toplayabilmektedir. bir şekilde yokluğunda doksanların sonundaki kaotik ortama dönüş artık pek mümkün olmasa da ciddi güç savaşları yaşanabilecektir. zaten tribünsel anlamda parlak gençlerini önemli oranda inzivaya çekilmeye zorlayan ultraslan yapısının bir de bölünmesi zaten olmayan tribünselliği iyice bitirecek, ilaveten iç saha deplasman farketmeksizin alakasız insanların da çok çekeceği olaylar yaşanacaktır. hele bir de hakkın rahmetine kavuşması ya da kendi rızasıyla bu işlerden çekilmesi harici bir şekilde pasifize olur/oldurulmaya çalışılırsa tribünlerde yaşanacakları kestirmek iyice zorlaşacaktır.
ancak galatasaray taraftarı da bir semt ya da şehirle sınırlı kalmış, stadın müdavimleriyle sınırlı olmayan, dünyanın her köşesine yayılmış durumdadır. bu abimizin de tribün alemindeki yerinin sadece o alemdekileri ilgilendirdiğini, hayatınıın hiçbir evresinde stada gitmemiş ve gitmeyecek milyonlarca galatasaray taraftarını temsil etmiyor olduğunu ona inatla bu payeyi vermeye çalışanların aklında çıkarmaması gerekiyor....