resim
Mustafa Denizli
Görev:Teknik Direktör
Takım:-
Yaş:74
Uyruk:Türkiye
  • 204
    beşiktaş'lı olduğunu bildiğim halde çok sevdiğim adamlardandır denizli, büyük hocadır. bize tarifi imkansız bir başarı - şampiyon kulüpler kupasında yarı final - yaşatmıştır. sağlık sorunlarından dolayı gittiği için harbiden üzüldüm, galiba bundan sonraki hayatında da aktif olarak sahaya inmeyecekmiş.

    geçmiş olsun büyük hoca, yolun açık olsun..
  • 206
    asaletiyle, rakibe saygısıyla, kişiliğiyle tam bir beyefendi teknik direktör hatta komutan.
    futbol dünyamız bir renktir kendisi.
    hangi renge gönül verirse versin her taraftarın saygısı kazanmış ve en yakın arkadaşına bile hitap şekli küfürlü olan insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede zannımca hiçbir taraftardan küfür yemeden alnının akıyla görevinden ayrılmaktadır.
    şu an yaşadığı sağlık sorunlarının muhtemel sebeplerinin biri de yıllar önce galatasarayımızla çıktığı zaferlerle dolu avrupa macerasıdır diye düşünüyorum. bizim izlemeye dayanamadığımız maçlarda kendisi takımın başında, sorumluluk altında, oynanan oyuna müdahale etmeye çalışıyordu ve herhalde bu stres kalbini fazlasıyla yormuştur.
    tüm yaşattıların için teşekkürler büyük mustafa.
    hakkını helal et.
  • 210
    galatasaray'ı teknik direktörlük kariyerinin hiç bir evresinde şampiyon yapamamış teknik direktördür.

    böylece 3 buyuk takımı falan şampiyon yaptığı yoktur.

    1986-87 sezonunda derwall galatasaray'ı şampiyon yapar. sezonun son hafatalarında yasanan olaylar nedeniyle görevi bırakma kararı alır derwall. neyse ki daha sonra ikna olur ama kulübeye inmeme kararı alır.

    daha sonra ise bir kaç kötü sonuçun peşine derwall sahaya iner. zaten derwall takımın oyun kurgusundan, taktiğine ve transferine kadar her şeyi kendisi belirlemiştir. sonuç olarak takım şampiyon olur.. takımı şampiyon yapanda jupp derwall'dir. hatta prekazi'ninde bir açıklaması vardır bu konuda.

    denizli'nin tek sorumlu oldugu sezon ise 1988-89 sezonudur. o sezon ise takım 3. olmuştur..
  • 211
    kesinlikle galatasaray'ı şampiyon yapmayan adam.1987-88 sezonunda da kendisi önceki üç sezonda olduğu gibi hep derwall'in arkasında olup 2.adam konumundadır.birinci adam olarak 1988-89 sezonunda başa geçip 90 puanlı şampiyon takımı fenerbahçe'nin yirmi küsür puan gerisinde 3.yapmayı başarabilmiş üsütüne 3-0'dan 4-3'lük faciayı yaşatabilmiş bir hocadır.kendisinin galatasaray'ı şampiyon yapmadığını her platformda dillendirmenin tüm galatasaraylıların en ulvi görevlerinden biri olduğu kanısındayım ayrıca.adam galatasaray ile ilgili konuşurken nasıl yabancılaşan sanki hiçbir yaşanmışlığı olmayan bir ifadeye sahip böyle inanın çok sinir edici...
  • 220
    metin oktay kısmına ve jülyet aruh kısmına dikkat.

    --- alıntı ---

    izmir’de, haziran sıcaktır, yakar. körfezin nemi ile birleştiğinde o sıcak hava boğacak gibi olur. sıkılırsınız, bulunduğunuz yer neresi olursa olsun, başka bir yere çekip gitmek istersiniz. bilinçaltında o sıcaktan kaçış dürtüsü mü? belki!
    1968’in haziranı’nda ben tam da kaçıp gitmek isterken konak’taki restorandan, bir meslek büyüğüm talay erker tarafından arzumun hilafına, zorlanarak bir futbol maçına götürüldüm. kaçmaya çalışırken yakalanmak bu olsa gerek...
    hakçası ve açıkçası, futbola çok ilgi duymaz, hatta o günün “solak“ anlayışı ile bir afyon olduğuna, “toplumları uyuşturan bir icat olduğuna“ inanırdım.
    ekonomi, ticaret, polis, adliye, vilayet...kültür, sanat, siyaset... eh, biraz da rezalet! genç bir gazeteci olarak benim mesleksel ilgi alanlarım bunlardı.
    ama o gün maç vardı, şef büroda yoktu ve ben, talay ağabeyi yemeğe götürmek gafletinde (!) bulunmuştum. yemeğin sonunda talay ağabeye, alsancak troleybüsünü gösterdim. restoranın karşısında binecek, alsancak stadı’nın önünde inecekti. veda etmeye hazırlanırken, “sen gelmiyor musun?” dedi. kem küm... başka bir işim olduğunu filan söyledim. ikna olmadı. anlattı ki, futbol maçı da işin bir parçasıdır. maça beraber gitmeliydik. altay’la galatasaray, türkiye kupası yarı final rövanşı oynuyordu galiba... önemli bir şey olabilir, mesela galatasaray elenirse, iş büyüyebilirdi! yakalanmıştım işte... çaresiz birlikte troleybüse bindik.
    metin oktay bayılıyordu
    maç başladı. normal süre 0-0... haziran sıcağında uzatma işkencesine geçildi. o durumda futbolun ne kadar çılgın bir iş olduğunu düşünüyorum. hele rahmetli kral metin oktay’ı görünce sahadakilere saygım artıyor. kimin ne zaman düşüp bayılacağını, birilerinin ölüp ölmeyeceğini merak ediyorum. top taca çıktığında metin oktay, üzerinde y a n g i n yazılı kovalardan birine koşuyor, saha kenarına... kovaya kafasını sokup çıkarıyor. belki yasak, ama kral olduğu için kimse ses çıkarmıyor diye düşünüyorum.
    beklenen gol, beklenmedik birinden geliyor. 17 yaşında “tüysüz“ bir delikanlıdan. galatasaray kalecisi faruk, o müthiş sol vuruşu sadece seyrediyor. belki de sıcaktan ayakta uyuyordu, talay ağabeye söyleyemiyorum. derken aynı “tüysüz“ bir de ceza alanı dışından çakıyor. galatasaray, türkiye kupası’ndan eleniyor. az sayıdaki seyirci neşeli şarkılar söylüyor. bir refleksle, ara sıra spor sayfalarında gözüme çarpan “soyunma odası notları” için aşağıya iniyorum.
    kapının dibinde formasını çıkarmış, teri henüz kurumamış o “tüysüz“ oturuyor altay soyunma odasında. giren çıkan belli değil... bazıları “tüysüz“ün kafasına “aferin dozunda“ bir şaplak indirip büyük iş yaptığını söylüyor. şanslı olduğunu dile getirenler de var. ama o kimseyi dinlemeden sürekli aynı şeyleri tekrarlıyor: “halil ağabey beni çok oynatmıyor. oynatsa, fener’e de atarım, beşiktaş’a da... gördünüz di mi golleri... ama halil ağabey, beni oynatmıyor ki... oynatsa, fener’e de beşiktaş’a da!”.
    turgan ece topu istedi
    galatasaray yöneticisi turgan ece , “beyler kupada kazandınız, bari topumuzu verin de gidelim” diyor. tebrik, mebrik hak getire... bugünkü gençlere anlatmak zor tabii, o dönemde her takımın birer top getirdiğini, maç boyunca hakemin seçtiği tek topla oynandığını!
    soyunma odasından kırık dökük notlar yazıyorum. bu benim ilk spor yazım oluyor. tüysüz’ün adını o maçtan sonra tüm türkiye öğreniyor:
    mustafa denizli!
    aradan iki gün geçti, büronun telefonu çaldı. arayan doğrudan patronumuz malik yolaç, “talay ağabeyin seni beğenmiş... atla uçağa istanbul’a gel. seni spor servisinde bir deneyelim”. uçakla değil, otobüsle gittim istanbul’a... o gidişin dönüşü olmadı bir daha...
    ilgilenmediğim futbolu bana sevdiren, hayatımda yeni ufuklar açan, sporun bir afyon değil, aynı zamanda bir eğitim aracı olabildiğini keşfetmeme fırsat sağlayan mustafa denizli oldu.
    zamanla arkadaş olduk. arkadaşlığımız dostluğa dönüştü. futbolunu hayranlıkla izlemeye, kafasındaki felsefe ile ayaklarındaki beceri arasındaki sırları keşfetmeye çalıştım hep.
    onda sporun en önemli dinamiği; “değiştirme“ dürtüsü, bir ihtirastı. futbolda oyunun başlangıcında her takıma 0-0’lık bir skor veriliyor, bunun değiştirilmesi talep ediliyordu. en önemli değişim aracı goldü. golü atmak için hem bireysel becerileriniz, hem de takımca iyi bir organizasyonunuz (taktik) olmalıydı. hayır, futbol aptalların değil, biraz uyanıkların, ama ağırlıklı olarak akıllıların oyunuydu. akıllı ve beceriklilerin!
    yaşadığı ortamı, durumu, statükoyu değiştirmek için hep dik duran bir lider kimliği sergiledi mustafa denizli. altay ve sonradan kısa bir dönem galatasaray’daki futbolculuk kariyeri takımdan ayrı, bağımsız mustafa denizli öyküleriyle sürdü. bir yandan maçı, bir yandan da o müthiş sol ayaklıyı seyrediyordunuz. 12 golle gol kralı da oldu. ama şunu söylemeliyim ki, mustafa denizli gollerinden daha fazlasını sundu bizlere... hem oynarken, hem de oynatırken.
    sürekli değişim kültürü, onda zaman zaman yerleşmiş anlayışlara, statülere, hatta geleneklere de karşı koyma refleksleri yarattı.
    benim içim mustafa denizli, liderliğinden çok bu yanıyla hak ediyordu.
    üstelik çok da duygusal biriydi. bugün hemen her şeyi istatistiklerle, sayılarla ifade edip başarıyı skorlara ve yüzdelere vuran, para, otomobil, emlak, hisse senedi, pahalı takı ve aksesuarla hayata anlam katmaya çalışanlardan biri değildi. bunların çoğuna sahip olduğu halde, sayılamayan değerlerin, paylaşılacak duygu ve düşüncelerin de adamıydı mustafa denizli.
    onlardan en önemlisi yaşadığı aşk ve kahramanca sergilediği bir isyan serüveniydi.
    romeo&jülyet
    alsancak’ta güzel, alımlı ve akıllı bir kıza tutulmuştu. kızın adı, bir aşk öyküsüne evrensel olarak yakışacak en güzel adlardan biriydi: jülyet!
    jülyet aruh, kentin tanınmış musevi ailelerinden birinin kızıydı. bizim toplumumuzda bu tür aşklar, beraberlikler ve evlilikler için konmuş sert ve katı kurallar, yasaklar yoktur elbette. ama bazı aileler yine de gelenekçi ve tutucu davranabilirler.
    baba aruh, kızının bu ilişkisinden rahatsızdı. kimbilir, belki başka nedenlerin de etkisiyle ailesini toparlayıp israil’e gitti.
    mustafa denizli, hayatının ilk darbesini böyle yedi. ama yıkılıp teslim olmadı.
    kesin bir kararlılıkla harekete geçti, jülyet’ine kavuşmak için her şeyi göze alıp tel aviv’e gitti.
    terörle iç-içe yaşayan her ülkede olduğu gibi, güvenlik önlemlerini paranoya düzeyinde sıkıcı hale getiren israil polisi, havaalanında vizesiz ziyaretçi mustafa denizli’yi sıkı bir sorgulamadan geçirdi. genç futbolcu, aşkını anlatmaya, sevgilisini görmeye geldiğini söylemeye çalıştı, anlamadılar. bir ara o kadar sıkıldı ki, “bırakın sadece sevgilimi göreyim, sonra ne isterseniz yapın. isterseniz içeri atın” diye bağırdı.
    karşılıksız kalmadı
    mahkemeye çıkardılar genç aşığı... hakime dedi ki, “ben burada yaşamaya zorlanan bir genç kızı seviyorum. o’nu almadan buradan gitmem. lütfen o’nu mahkemeye çağırın, buraya gelip, beni istemediğini söylerse, boynumu büker giderim. hayır, beni sevdiğini söylerse, bizi bırakırsınız!”.
    jülyet seviyordu mustafa’yı. bu kahraman sevgiliyi yalnız bırakmaya da hiç niyeti yoktu. baba aruh da, genç futbolcunun isyanını ve ısrarını anlamıştı nihayet.
    evlendiler... mutlu bir evlilikleri oldu. kızları selin, bu mutluluğun bebeğiydi.
    ilk isyanını zaferle taçlandırmış, yaşamına anlam ve derinlik kazandırmıştı.
    futbolda da isyanların adamıydı.

    --- alıntı ---
    *
  • 222
    milli takımın başındayken kazandığı holllanda ve almanya zaferlerinin bursa'da oynanma sebeplerini şöyle açıklamıştı:

    "hollanda ve almanya gibi takımlar ülkelerinden uçakla direkt istanbul'a iniyorlardı.bizim onları önce deniz sonra kara yoluyla biraz psikolojik ve fiziksel olarak yıpratmamız gerekirdi.bursa o planın bir parçası olduğu için bursa'da oynadık."
  • 224
    sene 2002.

    fenerbahçe şampiyonlar ligi ön elemesinde van hooijdonk'lu feyenoord'un karşısında.ilk maçı fener hollanda'da 1-0 kaybetmiş..rövanşta gol yemeden iki fark yapması gerekli..bir önceki sezon 6 maçta 0 puan almış mustafa denizli maçı levent tüzemen'le birlikte çeşme'de ki yazlığında seyrediyor.

    maç sonucu fenerbahçe:0 feyenoord:2

    sezon başında ortega'yı türkiye'ye getirmiş fener için bu bir bozgun..ve hocaya soru geliyor.

    -lorant sizin için "6 maçta 0 puan alsaydım istifa ederdim" demişti ne düşünüyorsunuz?

    mustafa hoca cevabı kendine has yüz mimikleriyle, gülerek verir. "yahu senin şampiyonlar liginde 6 maç oynaman için önce oraya katılman lazım.sen önce oraya bir gir de!"
  • 225
    çok geç oldu kalbinde galatasaray sevgisi olmadığını öğrenmem. almanya’daki maçlarının sonuçlarını bile takip ederdik oysa. gerçi 2000’lerin başında örselemişti galatasaray ile yarattığı efsanenin hatıralarını. ali sami yen’in kendisi için önemini ‘teknik direktörlüğe başladığım yer’ olarak niteledi geçenlerde. son kırıntılar da ali sami yen’den ayrılışımız ile silinecek zihnimden.
App Store'dan indirin Google Play'den alın