"şöhretin büyüsüne kapıldığınız oldu mu?" sorusuna "izmir'de kıbrıs şehitleri caddesi'ni normalde 6-7 dakikada yürürdüm. sonra bu süre 1.5-2 saate çıkınca o büyüye kapıldım. o süre yeniden 6-7 dakikaya inince yaptıklarımdan ders aldım ve süre yeniden 1.5-2 saate çıktı ve yıllarca da öyle kaldı." diyor.
istanbul günlerinde aziz nesin ile sıkı bir hukuku gelişiyor. "tüm kitaplarını okudum" diyor. "okulum" dediği derwall'den habersiz yaptığı değişiklik fark edilince "seni öldüreceğim" hitabına muhatap oluyor ama oyuna soktuğu oyuncunun golüyle maç kazanılınca okulu onu kucaklıyor. bu hatırasını da böbürlenerek değil mahcup bir edayla, utana sıkıla anlatıyor.
çocukluk idolü sorulduğunda direkt olarak söylediği isim metin oktay. küçük plastik toplarla toprak sahada oynamanın futbolcu tekniğini nasıl geliştirdiğini anlatırken şöyle diyor: o topların, toprak sahanın da etkisiyle, nasıl sekeceğini, nereden geleceğini çok fazla bilemezsiniz. o yüzden sürekli teyakkuzda olmanız gerekir. bu oyuncu tekniğine ve çevre kontrolüne faydalı oluyordu. sonra bu kontrolü hayatınıza taşırsınız. 'bu top şuradan gelirse şuramı acıtır' dediğiniz gibi 'bu insanla arkadaşlık edersem ileride acıtır' dersiniz.
kendisini çocukken beşiktaşlı yapan abisinin ölüm yıldönümünde beşiktaş'la şampiyonluk yaşarken verdiği röportajda "onun hayatta olması benim en büyük arzumdu" derken gözleri dolu dolu.
fatih hoca'yla hukuku sorulduğunda tebessümle "hukuk üstü" cevabını veriyor. "çok sık görüşemiyoruz ama ben bilirim ki dara düşsem ilk fatih gelir, o da bilir ki ben giderim" diyor ve "benim galatasaray'a gelebilmemde de önemli katkıları olmuştur fatih'in" diye ekliyor.
hoca'nın özel bir adam olduğunu düşünüyorum. kendine has sükuneti, dinginliği, nadiren yaptığı ve genellikle de haklı çıktığı iddialı söylemleri ve en çok da duruşunun altında varlığı sezilen o felsefi derinliğiyle hikayesine şahitlik etmenin değişik bir haz verdiği bir adam mustafa hoca. yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla, tüm tercihleriyle sıra dışı bir adam oldu. ara ara acaba bu kadar daldan dala gezmeyi değil de galatasaray'a mâl olmayı seçseydi nasıl olurdu diye düşünmüyor değilim ama sanırım biraz yersiz bir düşünce bu. hoca tüm eksiklik ve fazlalıklarıyla bu kadar nevi şahsına münhasır bir adam olabildi. ve tabii 90'ların ortasından itibaren yükselerek gönül tahtımızın kontenjanını fazlasıyla dolduran fatih terim fenomeni varken de o imkana pek sahip olamazdı gibi görünüyor.
kendisini var eden ve futbol dışında da dürüstlük gibi önemli erdemleri kendisine kazandırdığını söylediği galatasaray camiasına yine kendi tarzınca vefa borcunu ödemek üzere geldiği son döneminin daha iyi geçmesini isterdim. lazio'ya karşı sami yen'de 5 stoperle çıkan, kendisini yenileyememiş bir adam olarak hatırlanması, bütün bu yaşadığı ve yaşattığı şeyleri düşününce insanı biraz hüzünlendiriyor.
"çığır", kar tüm yolları kapattığında açılan ilk yola denirmiş. türk futbolunun mahrumiyet dönemlerinde sınırları aşan işleri hayal edebilen ve bir kısmını da gerçekleştirip deyimin tam manasıyla çığır açan birkaç adamdan birisi mustafa hoca. aşağıdaki fotoğrafa bakınca; toprak sahalı, şerefli mağlubiyetli dönemlerde futbolculuğunu yaşayıp daha fazlasını yapabilmeyi hayal eden ve ettiren iki güzel adam görüyorum: altaylı büyük mustafa ve galatasaraylı fatih. var olsunlar.
https://gss.gs/Szv.jpg