(bkz:
#611920)
bu entry yüzünden gerçek bir profesyonel sıfatını hak ediyor muyum, nickimle çelişir bir şekilde, evet. ama bahanemi de anlatmadan olmaz, hemen başlıyorum.
ilkokul 7. sınıftayken ben, yani bundan 7 sene önce masa tenisine veteran masa tenisciler derneği'nde başladım. ondan önce de çok zamanlarımız geçti tabi o "pinpon" masalarında ama profesyonel lisansımı alıp, profesyonel eğitime başladığım ilk yıl 2004 senesiydi. popo kadar bir alanda 4 tane masamız vardı bu dernekte, ama adından da belli olduğu gibi genç sporcular yetiştirmek gibi kaygısı olmayan bir kurumdu. doğru düzgün antrenman yapamıyorduk, yeterli alan, ekipman ve hocamız yoktu. masa tenisi dışarıda göründüğünden çok daha ayrıntılı bir spordur, 30'dan fazla vuruş ve servis tekniği vardır, antrenman içinse robottu, küçük masaydı carttı curttu bir sürü aleti vardır. denk gelirseniz eurosport'ta 2 maç izleyin, anlarsınız nasıl bir çalışma gerektirdiğini.
bu derneğin forması altında 2 yıl oynadım, mahir hoca (eski türkiye şampiyonudur kendisi, 10 kişiye tek başına ders vermeye çalışırdı) ayrılınca bırakmayı düşündüm. daha bu işin eğitimini alalı çok az bir süre olsa da (türkiye şampiyonu olan çocuklar çok genç yaşta bu spora başlar, günde 6 saat gibi bir süre çalışır ve hayatlarının sonuna kadar bu işi yaparlar) turnuvada başarılı sayılabilecek bir performans sergiledim. mahir hoca'nın ayrılışından 1 ay kadar sonra halit hoca'yı getirdiler bizim takımın başına. başta otoritesi yüzünden sevmesek de, bizi sadece daha iyiye götürmek için sert davrandığını anladım. takıma 11-12 yaşında 4-5 tane daha çocuk getirdi, ki bu çocukların spor yapmak için çok da maddi imkanları yoktu, tek yaptıkları spor mahalle maçlarıydı. bu çocuklara raketlerini, formalarını kendi üç kuruşluk maaşıyla aldı. sonra bu çocukları kendi yetiştirip yıldız kategorisinde dereceye soktu. bir yandan da bizim yaş grubumuzla uğraşmaya devam ediyordu. tabi o yaşta çalışmayı kim sever, biz kendi aramızda maç yapmak istiyorduk. ama olmazdı işte öyle, çalıştırarak daha iyiye götürecekti bizi. kaytarmak yoktu.
şimdi dedim ya o çocukları dereceye soktu, peki bizim dernek ne yaptı? kapattı alt yapıyı. bize de istanbul'da geriye kalan altı takımdan birinde oynamak düştü. biri akpınar, kadrosu bizimkinden iyi, almazlar. ikincisi ibb, mümkün değil. adamlar asya şampiyonunu türk yapıp oynatıyor. üç, adalar, antrenman yerlerine gitmemiz bulunduğumuz yerden 2 saat minimum. dört ile beşinci seçenekler ise turnuvalara sadece zevk için katılan klüpler. sporu bırakırım daha iyi. altı ise fener. halit hoca galatasaray'lıydı ama onun asıl derdi para kazanmaktı, mecburen kabul etti oradan gelen teklifi. yetiştirdiği bizler de peşinden fener'e. o sıralar fener'de oynayacağıma bırakırım daha iyi diyordum bazen, ama yarı yolda bırakmayı göze alamadım hocamı. onun kalbi kırılacağına benim gururum kırılsındı. (bu arada beni biraz tanıyan birine sorsanız ilk söyleyeceği fanatik galatasaray'lıdır olur, hatta lise yıllığımdaki her yazıda "fanatik galatasaray'lı, iyi insan" yazar. başka bir tanım getirilemeyecek kadar da boş biriyim çünkü.
ben fener formasını terletirken utandım, bazen maçı yarıda bırakmak istedim ama kenarda hep bana bağırarak benden bir şeyler bekleyen halit hocayı gördüm. ondan sonra toparlanıp çok maç kazandım. siz 3-4 senede bir takımı 0'dan dereceye sokacak seviyeye getiriyorsanız masa tenisinde, bu büyük başarıdır. halit hoca bunu yaptı, her ne kadar hak ettiği saygıyı görmese de. sonra halit hocayla aramızda bir anlaşmazlık oldu, ben de illallah edip bıraktım. haklı olduğumu biliyorum o konuda ama "yarı yolda bırakmam" dediğim hocamı yarı yolda bıraktım o gün. kendi içimdeki çelişkilere bir yenisini daha ekledim böylece. sonrasında da devam etmedim zaten masa tenisine. öyle işte.