az önce arkadaşlarımdan öğrendim.
ben "tatlısu galatasaraylısı"ymışım.
fenerbahçe mağlubiyetinden sonra nasıl olur da rahat rahat "n'apalım canımız sağ olsun" dermişim.
takıma küfredenlere, "formalarının hakkını vermiyor bu şerefsizler", "ruhsuzlar!" diyenlere nasıl olur da "haddinizi bilin!" dermişim.
zaten daha önce frank'e mektup yazmışım (bkz:
frank rijkaard a mektuplar/#308583) kimilerinin tabiriyle "büyüklere masallar" tadında.
milleti avutmuşum, bildiğim üç beş kelimeyle.
şimdi de şampiyonluk gidiyormuş elden ben nasıl bu kadar rahatmışım.
sizi bilmem...
ben mekteb-i sultani terbiyesiyle büyüdüm.
küçüktüm, galatasaray her yenildiğinde oturur ağlardım.
günlerce suratımı asardım, isyan ederdim hatta tanrı'yı fenerli ilan ettiğimi bile hatırlarım.
her kaybettiğimde, her isyanımda bana ayakta kalmayı öğrettiler.
şimdi galatasaray her yenildiğinde yine üzülürüm.
bazen isyan ederim.
ama maç biter, sonra üzüntüm geçer.
çünkü bana böyle öğrettiler.
ve dediler ki:
herkesin kaybetmeye hakkı vardır.
bir, iki, üç hatta on kere.
çünkü kaybetmek kolaydır.
kazanmak zordur.
takım her kaybettiğinde senin sevgini, güvenini ve inancını yeniden kazanacak ki...
sadece sahada kaybettiğini anlayabilesin.
gerçek aşk böyle günlerde belli olurmuş çünkü.
“bize her sevdadan geriye kalan sadece galatasaray” bir tezahürattan fazlasıymış çünkü.
ben büyüdüm, bazı galatasaraylılar hiç büyümedi.
şimdi fener'e yenildik ya, herkes hain, herkes ruhsuz, herkes şerefsiz, hepsi sahtekar, en büyük taraftar!
bize her sevdadan geriye kalan sahi neydi arkadaşlar?
ama siz bakmayın bana.
ne de olsa tatlısu galatasaraylısıyım.
fenerbahçe yenilgisinden sonra bile "canımız sağ olsun" derim.
galatasaraylılığı böyle bilmişim, böyle öğrenmişim, hala da böyle bilirim.
eğer bu kendini avutmaksa, tesellilerin en züğürtüyse, demagojiyse...
ben galatasaray terbiyemin kurbanıyım, gurur duyarım!