262
dört tarafı denizlerle çevrili, akdeniz'in ortasında bir adada, hep yalnız bırakılmış, öyle bir köşede unutulmuş bir yerde çocukluk hayallerinin tümüne mesela kalede hep simoviç'i koymaktır. tanju'nun neuchatel'e attığı dördüncü golü radyoda dinlerken 'kral krallığını gösterdi' diye duyduğu tümceyi ne zaman nereye götürse yüzünde bir gülümseme olsun diye en mutsuz yanlarında, aklına getirmektir. belki de yalnızlığını unutmak içindir. sonra tanju'ya mesela çok üzülmektir, çünkü herkesin bir çocukluk kahramanı varsa, onun tanju çolaktı ve tanju çocuk hikayelerinde biriktirdiği 'galatasaraylıydı' ve galatasaraylı öyle fenerbahçeli olmazdı ki. belki de hayatın acımasızlığını, hayatın kurallarını ilk tanıdığı ve hikayelerin de hayat tarafından bozulduğu ilk andı, galatasaraylı olmak.
sonra prekazi'nin monocaya attığı frikikti galatasaraylı olmak. uykulu gözleriyle, bir çocuk için hayli geç olan bir vakitte sırf galatasaray sevgisiyle gözlerine direnmeyi, uyumamayı, mücadele etmeyi öğrettiği bişeydi. ve prekazi'nin golüyle bütün uykularından uyanmaktı, çocukluğunun bütün saatlerini bir saat ileriye almaktı, öyle bişeydi, direnmenin, mücadele etmenin, sonunda zafer olduğu bişeydi galatsaraylı olmak.
manchester maçında biraz daha büyümekti, artık ergen bir zamana doğru, tıpkı galatasaray'ın avrupa'da da büyümeye başlayan, kök salan, o günlerinin başlangıcı gibiydi, yeniden, galatasaraylı olmak. ilk kere, şampiyonlar ligine, hem de ertesi sene, bütün olgunların arasında ergen düşleriyle o 'düşler sahnesinin bütün oyunlarını alt üst etmekti' ve kural değiştirmekti, öyleydi galatasaraylı olmak.
sonra hep başı dik, hep onurlu, gururlu, ve tarihine sarılmış bir sarı kırmızı zaferle büyümeye başlamaktı galatasaraylı olmak. o dört tarafı yalnızlıklarla çevrili adadan, başka bir yalnız güney kasabasına, hem de galatasaray'ın memleketine, galatasaraylı olarak göç etmekti. olmaktı yani eni sonu, olmaktı, ve biraz daha büyümekti, tıpkı galatasaray gibi, büyüyor olmaktı, galatasaraylı olmak..
sonra sıraya koysan hiçbir dizine sığmayacak o büyük zaferler, şimdi buraya yazsam mı, işte yazamamak ama her anını yaşamak ve yaşamanın büyüklüğünden gelen bir yazma gerçekliği, yani tarihin gerçekliği, yani o başkaları için meşhum benim 'olmak' mastarlı günlerim için meşhur olan 'dört sene üst üste şampiyon olduk' yılları, ve yani kupa bırakmadık zamanları, galatasaraylı olmak, bütün mastarları da galatasaraylı yapmak yani...
sonrası malum. gencecik bir adam olmak, gencecik bir galatasaray gibi, olgunlaşmak. meyvesini verirken ağacın kök salması, dünyanın dört bir tarafına. 17 mayıs'da, o gece, kopenhag'da uefa kupası ile taçlandırmak, anlamlandırmak, bütün anlamlara bir daha isim takmak, öyleydi, bişeydi, galatasaraylı olmak, onca bir şeyin arasında çok bişey olmak. sonunda büyüdük. sonunda olduk. gözlerini uyumasın diye kapatmamaya direten o çocuğun prekazi'nin golüyle direnerek kazandığı ve artık çocuk olmaktan biraz daha ileriye adım attığı neyse işte popescu'nun golüyle 'adam olmaya' 'büyük olmaya' 've yalnız bir büyük olmaya' adım atması aynı şeydi.
biz galatasarayla beraber büyüdük.
ben büyüdüm, cimbombomum hiç eksik kalmadı.
ve ne büyük şereftir ki, hiç küçülmedik ikimiz de.
oldu tabi, bazı olumsuz anlarımız, günlerimiz, bütün insani yaşamlar içinde olduğu gibi.
ama hiç kaybettik demedik, yürüdük, çok yürüdük, öyle yürüdük ki, vardığımız yerde tek başımıza kaldık...
işte o anlarda, yanı başımda sarı kırmızı bir şey gibi büyüyordu hep galatasaray..
galatasaraylı olmak sevmek için henüz adı konulmamış ve evet hiçbir sevgilide de tam anlamıyla adını koyamadığımız yani bir öpücüğün bile bazen eksik kaldığı gibi bir şey, yani bütün sevmelerden de başka bişeydi, biiliyorum, bişeydi, evet bişeydi, ama adını koyamadığım bişey,
işte o şey; galatasaraylı olmaktı...