• 101
    deniz yusuf hüseyin
    olur mu
    ecelsiz üç canı almak
    olur mu
    gülleri dalından kırmak
    utansın karanlık
    utansın toprak
    ağlasın gökyüzü
    kızarsın şafak
    üç yürek
    üç fidan
    üç güzel insan
    devrimin üç gülü
    dillere destan
    deniz'im oy
    yusuf'um oy
    yoldaşım oy
    hüseyin'im oy

    ertuğrul sönmez

    (bkz: üç fidan)
    (bkz: deniz gezmiş)
    (bkz: yusuf aslan)
    (bkz: hüseyin inan)
    (bkz: 6 mayıs 1972)
  • 102
    son bahar

    bu gördüğün son bahar!
    yenisi gelmeyecek bir daha
    ve bunun kışı da olmayacak
    yerde kalacak yapraklar
    ve dağılmayacak artık rüzgarla…
    bu, son bahar!
    gözlerin kapanıyor yavaşça
    ve son görüntü zihninde
    beliriyor son defa!
    yenisi gelmeyecek artık
    gözlerini kırpmak gibi değil bu
    sonsuz bir uykuya kapatmak gibi
    bu, son bahar!
    yakılmış bir ateş sönüyor
    ve bir daha harlanmayacak
    tükendi ömür neye yarar
    isınsan da o beden soğuyacak
    ve yığılacak hareketsizce
    bu, son bahar!
    gözlerini kaldır göğe doğru bak
    karanlık çöküyor yavaştan
    bir güneş daha doğmayacak
    senin için kaybolacak ufukta
    ve sonsuza dek öyle kalacak…

    bu da bana ait bir şiir.
  • 103
    nasıl ki
    bir ana ceylan
    vurulmuş yavrusuna
    içten yanıyorsa
    ve nasıl ki
    teksas'lı bir kız
    almanya'da öleni
    istanbul'da arıyorsa
    işte öylesine..

    beyaz yeleli
    bir atın sırtında
    gece demeden
    gündüz demeden
    durmadan dinlenmeden
    koşarak
    azgın denizlerdeki
    kudurmuş dalgalar gibi
    coşarak
    kokladığın her çiçeği
    yaprak yaprak
    bastığın her adım toprağı
    parmak parmak
    dolaşarak
    bir gün ben de seni aramaya çıkacağım nataşa!
    seni kaybettiğim dünyada
    bulmak istemiyorum
    geçtiğim yollardaki bütün aynaları
    ters kapattım
    o her köşe başında
    tüm insanlardan sakladığım
    hatıralardan
    birer yıldız yaptım
    ve onları
    bilmediğim bir dünyanın
    göklerine astım
    tut ki
    yirmialtıncı asırda
    merih'te
    yahut
    otuzsekizinci asırda
    uranus'ta
    yahut
    zaman adlı çizginin
    bir x noktasında
    o her köşe başından
    çekip çıkardığım
    ellerimle göklerine
    pençe pençe
    yıldızlara astığım
    dünyadayız.
    orada
    ne meyhane tezgahlarında
    mumlar gibi yanıp tutuşunların
    gönül yarası
    ne yalın ayak başı kabak
    sokakta dilenenlerin
    ekmek davası
    ve ne de
    kana susamış insanların
    ölüm kavgası..
    her köşe başında bir çeşme
    her çeşmeden
    oluk oluk akan sular
    ve suların başında
    hep bir ağızdan
    ipek bir yumak sarar gibi
    türkü söyleyen kızlar..
    ne neron
    ne sezar
    ne hitler
    ne mussolini
    ne hiroşima
    na-ta-şa......
    dokuz gezegenin
    onuncusu
    kardeş kavgasının
    en sonuncusu
    öylesine bir dünya ki bu
    ne isa'nın oniki havarisi
    ne muhammed'in dört halifesi
    çözemedi
    çözemedi
    bunun ne demek
    olduğunu..
  • 104
    üç fidan yeşerdi bu topraklarda
    özgürlüğe umut, devrim yolunda
    dallarından kırabildi celladı
    öldüremedi kök salmış fidanı

    deniz gezmiş, yusuf aslan, hüseyin inan
    darağacında devleşti üç fidan
    altı mayıs'lar yazıldı tarihe
    gün gele devran döne, özgürlüğe

    onlar ışık oldu devrim yoluna
    tek vücut, tek ses şimdi yoldaşlarda
    bir ölür, bin gelir deniz'lerimiz
    coşkun akar devrim türkülerimiz

    insanlığa davetim var, zalime
    boğuldunuz deniz'lerde sizde
    çek elini kırılmasın fidanlar
    devrim yoluna düşecek çok can var

    deniz gezmiş, yusuf aslan, hüseyin inan
    darağacında devleşti üç fidan
    özgürlük yoluna yıldızlarımız
    devrim şehitleri yoldaşlarımız

    selçuk sen
  • 105
    delikanlım!
    iyi bak yıldızlara,
    onları belki bir daha göremezsin.
    belki bir daha,
    yıldızların ışığında
    kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
    delikanlım!
    senin kafanın içi
    yıldızlı karanlıklar kadar
    güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
    yıldızlar ve senin kafan
    kainatın en güzel şeyidir.
    delikanlım!
    sen ki ya bir köşe başında
    kan sızarak kaşından gebereceksin
    ya da bir darağacında can vereceksin.
    iyi bak yıldızlara
    onları göremezsin bir daha.

    nazım hikmet ran
  • 111
    kara kuyular derindir
    burda kalır madenciler
    ücreti bir aferindir
    zehir solur madenciler

    bir de kara yüzleri var
    yaşamdan hayli uzak
    kömür gibi kadere bak
    bilmem n'olur madenciler

    grizu gelir uykuda
    nice canlar yuta yuta
    biz cennet'te, o uykuda
    toptan ölür madenciler

    dile kolay kuyu dibi
    salınır gezer sağ gibi
    bin senelik maden gibi
    fosil olur madenciler

    yeryüzünde sevda güzel
    derinlerden selam eder
    bu dünyadan kömür gider
    duman gelir madenciler

    der mahzuni kuyu dardır
    bize kolay o'na zordur
    bir onurlu teri vardır
    bunu bilir madenciler

    mahzuni
  • 112
    bizi bir kamyona doldurdular.
    tüfekli iki erin nezaretinde.
    sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular.
    günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar.
    tarih öncesi köpekler havlıyordu.
    aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk,
    o havlamalar,
    polisler.

    duyarlılığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
    annem sürgünde öldü,
    babam sürgünde öldü.

    cemal süreya, onüç günün mektupları
  • 114
    ustayı* saygıyla tekrar analım.

    insan
    eşref-i mahlûkattır derdi babam
    bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
    ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
    bu söz asıl anlamını kavradı
    geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
    geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
    kararmış rakamların yarıklarından sızarak
    bu söz yüreğime kadar alçaldı
    damar kesildi, kandır akacak
    ama kan kesilince damardan sıcak
    sımsıcak kelimeler boşandı
    aşk için karnıma ve göğsüme
    ölüm için yüreğime sürdüğüm ecza uçtu birden
    aşk ve ölüm bana yeniden
    su ve ateş ve toprak
    yeniden yorumlandı.

    dilce susup
    bedence konuşulan bir çağda
    biliyorum kolay anlaşılmıyacak
    kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
    yanık yağda boğulan yapıların arasında
    delirmek hakkını elde bulundurmak
    rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
    bana deha değil
    belgeler gerekli
    kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
    gençken
    peşpeşe kaç gece yıllarca
    acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
    bilmezdim neden bazı saatler
    alaturka vakitlere ayarlı
    neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
    yazgı desem
    kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
    tokat
    aklıma bile gelmezdi
    babam onbeşli olmasa.

    meyan kökü kazarmış babam kırlarda
    ben o yaşta koltuğumda kitaplar
    işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
    cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
    kafamda yasak düşünceler, gide mesela.
    kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
    her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
    gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
    resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
    oysa hergün
    merkep kiralayıp da kazılan kökleri
    forbes firmasına satan babamdı.

    budur
    işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
    işte şehirleri bayındır gösteren yalan
    işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
    kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
    güçbela kurduğum cümle işte bu;
    ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
    tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
    solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
    bile bir bir çınlayan
    ihtilal haberidir
    ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
    nisan ayları gelince vücudu hafifletir
    şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
    bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
    marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
    gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
    biraz ağlayabilmek için
    fotoğraflar çektirir
    babam
    seferberlikte mekkâredir.

    insanın
    gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
    marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
    belki ruhların gölgesi
    düşer de marşlara
    mümkün olur babamı
    varlık sancısıyla çağırmak:
    ezan sesi duyulmuyor
    haç dikilmiş minbere
    kâfir yunan bayrak asmış
    camilere, her yere

    öyle ise gel kardeşim
    hep verelim elele
    patlatalım bombaları
    çanlar sussun her yerde

    çanlar sustu ve fakat
    binlerce yılın yabancısı bir ses
    değdi minarelere:tanrı uludur tanrı uludur
    polistir babam
    cumhuriyetin bir kuludur
    bense
    anlamış değilim böyle maceralardan
    ne godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
    yalnız
    coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
    nüfus cüzdanımda tuhaf
    ekmek damgası durur
    benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
    etin ıslak tadına doğru
    yavaş yavaş uyanmak
    çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
    hırsız cenazelerine bine bine
    temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
    korkak dualarından cibinlikler kurarak
    dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
    nakışsız yaşamakları
    silâhlanmak sayarak
    çıkardım
    boğaza tıkanan lokmanın hartasını
    çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
    halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
    ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
    hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
    fly pan-am
    drink coca-cola

    tutun ve yüzleştirin hayatları
    biri kör batakların çırpınışında kutsal
    biri serkeş ama oldukça da haklı.
    ölümler
    ölümlere ulanmakta ustadır
    hayatsa bir başka hayata karşı.

    orada
    aşk ve çocuk
    birbirine katışmaz
    nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
    kendi tehlikesi peşinden gider insan
    putların dahi damarından
    aktığı güne kadar
    sürdürür yorucu kovalamacayı.

    hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
    nerde, hangi yöremizde zihnin
    tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
    ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
    parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
    hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
    takvim yapraklarının arasını dolduran
    nedir o katı şey
    ki gücü
    gönlün dağdağasını durultacak?
    hayat
    dört şeyle kaimdir, derdi babam
    su ve ateş ve toprak.
    ve rüzgâr.
    ona kendimi sonradan ben ekledim
    pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
    ham yüreğin pütürlerini geçtim
    gövdemi alemlere zerkederek
    varoldum kayrasıyla varedenin
    eşref-i mahlûkat
    nedir bildim.
  • 115
    gece
    bir tabut gibi çöker omuzlarıma
    bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
    hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi
    yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta
    hasreti bir ben bilirim
    bir de gecenin gözlerindeki baykuş
    baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
    onu hüznümle güzelleştiririm.hüznümle süsler
    bir damın üstüne oturturum
    damımın üstüne oturturum

    -sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi
    yıldızlar sayılmaz :hasret uzakta

    abimin acıyla yontulu yüzü
    yaşlı bir güvercin gibi düşer avuşlarıma
    dağılır ses olur acısı
    ezberlediğim bir öğüdü yineler bana
    -çocuğum üşütme yüreğini
    şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen
    ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
    hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım
    mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
    mesela annemde yoksa yanımda
    mesela, şimşekte çakıyorsa ben çok korkarım , ağlarım
    -ana bana kurşun dök.oku üfle
    ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana

    yalnızım.bunu hep söylüyorum
    yalnızım.bunu hep söylüyorum

    geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
    hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
    her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
    yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
    yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
    öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
    biliyorum.biliyorum bunu da biliyorum
    gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
    kendime kendimden başka kendim yok
    ne utancımı kuşanan bir sevgi
    ne çirkinliğimi öpen bir kız

    yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

    -ana bana bir hal oldu.hep böyle titriyorum
    ana çok üşüyorum.ıhlamur ısıt bana

    yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta
    ben sevgiye hasretim.sevgi uzakta

    ey insanlar
    ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
    iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
    iğrenerek.hepinizi kucaklıyorum ilkin
    ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
    bilmiyorsunuz.ben kendimi öpüyorum

    cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
    ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
    bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
    döllenir acı.sevişme daha da erselikleşir

    -hü’yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün
    size bir gün mutlaka hü’yü anlatmalıyım

    geceyse
    tükenmişse güneşin güçlülüğü
    gök gözlerinin buğusunu yansıtır
    senin acın acıların ölümüne gebedir
    korkma yavrum
    ne gece ne geceler senin
    suçsuz mızıkçılığını küçültemez
    bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini
    güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz
    biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz
    dayayıp sırtını gecenin duvarına
    bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz

    yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta
    ben sevgiye hasretim.sevgi uzakta

    ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
    sesimi çakallarla boğan gece
    hüznüme vur acımı soy
    beni de kuşat
    boris karlof kadar masum yüzümü
    karanlığınla frenkeştaynla
    çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
    kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
    nerde bir insan görse
    bırakır sevgi kuşlarını
    çünkü o bağışlar yargıçlarını
    kendi yasalarını kuramayan yargıçlarını

    ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
    ey yanlışlığın yanlış yargılayıcıları
    suçum:nefreti öksüz bırakmak
    savunmam:sevgimi yüceltmek içindir
    sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
    büyükleri sayarım küçükleri severim
    çocukları incitmeden severim.kadını öpmesini bilirim

    sizi de sizi de öpmesini bilirim

    -ana ben çok yalnızım.benim başka sevgim yok
    içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü

    kural tanımayan sevgim benim
    aykırım fizikötem doğa üstüm yanlışlığım
    aşkım.sevgili yanılgım benim başyargıcım
    nefretim nefretim nerdesin

    kalbim
    birgün elbette sana hükmedeceğim

    elbet geçer bu hüzün mevsimi
    bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
    o gün size sevinci de anlatacağım
    bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
    o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım

    ve bir gün elbette yıldızları sayacağım

    -gelin kucaklayın beni.yıldızları sayamıyorum.

    arkadaş zekai özger
  • 117
    kendi şiirimle destek vermek istediğim oluşumdur. soma için yazdığım şiirim...

    ve fırçası kayboldu ressamın,
    denizin mavisini aldılar, tuz ve sudan ibaret kaldı,
    masum balıklar çıplak...

    gökyüzü sahipsiz günlerdir,
    güneşini çizen yok.
    gökkuşağı şeffaf.
    ve siyah giyen haydutlar çepeçevre sardı insanlığın muhtelif yerlerini.
    ikide bir renkli balon isteyen çocuklar bile sustu.

    ressam, fırçasını aradı heryerde.
    haber saldi, onunla birlikte madenciler de işe koyuldu.
    madenciler kazdıkça dünya renklendi,
    onlar ilerledikçe denizin mavisi geldi.
    çocuklar daha çok renkli balon istediler.
    sonra kötü bir el,
    siyahın tonlarında paletiyle ressamı,
    acının haykıran rengi baretleriyle madencileri yeraltina hapsetti.
    bitti,
    bu kadar.
    #soma
  • 119
    dünyanın en güzel epik şiiri*:

    korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    o benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    o benimdir, o benim milletimindir ancak.

    çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celal?
    sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
    hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal.

    ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım!
    kükremiş sel gibiyim: bendimi çiğner, aşarım;
    yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

    garb'ın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
    benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    ulusun, korkma! nasıl böyle bir imanı boğar,
    ''medeniyet!'' dediğin tek dişi kalmış canavar?

    arkadaş! yurduma alçakları uğratma sakın;
    siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
    doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
    kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    bastığın yerleri ''toprak!'' diyerek geçme, tanı!
    düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
    verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

    kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
    canı, cananı, bütün varımı alsın da huda,
    etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

    ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli:
    değmesin ma'bedimin göğsüne na-mahrem eli;
    bu ezanlar -- ki şehadetleri dinin temeli --
    ebedi, yurdumun üstünde benim inlemeli.

    o zaman vecd ile bin secde eder -- varsa -- taşım;
    her cerihamda, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
    fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım!
    o zaman yükselerek arş'a değer, belki, başım.

    dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
    olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
    ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
    hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
    hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal.
  • 121
    bir öğrencimin hatıra defterinin ilk sayfasını süsleyen, son zamanlarda okuduğum en manidar satırlarla katılmak istediğim kulüp. altında orhan veli imzası vardı ama doğru mu emin değilim.

    kar kış deyip kendini salma arkası bahar,
    bak daha şimdiden daha yumuşak esiyor rüzgar.
    bugüne kadar kaç kez oldu o yer lalezar.
    bilinmez her yeri ne zaman çemenler sarar...

    (lalezar: lale bahçesi. çemen: kimyon türü bir bitki.)
  • 124
    sevgileri yarınlara bıraktınız
    çekingen, tutuk, saygılı.
    bütün yakınlarınız
    sizi yanlış tanıdı.

    bitmeyen işler yüzünden
    (siz böyle olsun istemezdiniz)
    bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
    kalbinizi dolduran duygular
    kalbinizde kaldı.

    siz geniş zamanlar umuyordunuz
    çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
    yılların telâşlarda bu kadar çabuk
    geçeceği aklınıza gelmezdi.

    gizli bahçenizde
    açan çiçekler vardı,
    gecelerde ve yalnız.
    vermeye az buldunuz
    yahut vaktiniz olmadı.

    sevgilerde - behçet necatigil
  • 125
    yine kendi yazdığım bir şiirle destek olduğum güzide sözlük kulübü.

    yeni zamanda, eski aşk.
    aylardan kasım.
    ruhumu şubatın ellerine teslim etmişken,
    sen çıkageldin.
    gözlerinin rengiyle geldin ve yasal olmayacak kadar güzel.
    kanunları alt eden sendin, teslim olan, tutuklanan hep ben.
    sana esirdim hep ben.
    ve neden her yeşilde senin adını okuyordum.
    tıpkı sular altında kalmış her şehirde venediki gördüğüm gibi.

    eski zamanın eski aşkı.
    gözde tütmeler, kokuyla sevişmeler...
App Store'dan indirin Google Play'den alın