• 2202
    (bkz: her şey her yerde aynı anda)

    biraz geç izledim farkındayım, 7 dalda oscar kazanmış bir film. o kadar güçlü bir film mi? bence değil. farklı mı? eh. paralel evren muhabbetinin işlendiği ilk film değil. kendisini izletiyor, farklı duygular yaşatıyor. mesela filmi izlerken gülüp, eğlenip daha sonra üzülebiliyorsunuz. yer yer geriyor da insanı. çok bir beklenti ile izlenmez ise iyi film.

    yalnız netflix şaşırtmamış, bu filmin de orta yerine lezbiyen bir çift yerleştirmiş. pek umursamıyorum artık bu mesajları.
  • 2204
    sizlere birkaç kore sineması bırakıcam, korelilerin en iyi yaptığı işlerden birisi intikam temalı film yapmaktır. bu konuda gerçekten iyiler.

    (bkz: oldboy)
    (bkz: sympathy for mr. vengeance)
    (bkz: sympathy for lady vengeance)
    (bkz: a bittersweet life)
    (bkz: the man from nowhere)
    (bkz: i saw the devil)
    (bkz: the chaser)

    oldboy’un yanlışlıkla hollywood versiyonunu izlemeyin, kore yapımı olanı çekilmiş en iyi intikam filmi olabilir.
  • 2205
    selamlar, yakın zamanda çıkacak kaliteli filmlerle ilgili ufak bir bilgilendirme yapmak istiyorum sevgili sözlük. başlayalım:

    killers of the flower moon: türkçe adıyla dolunay katilleri. 20 ekim tarihli film için geri sayım son hızıyla devam ediyor. ünlü yönetmen martin scorsese imzalı filmin kadrosunda leonardo di caprio, robert de niro ve daha birçok ünlü oyuncu bulunuyor. gerçek bir hikayeden uyarlanan film, bu sene hali hazırda çıkmış olan birkaç filmle beraber akademi ödülleri'nin en iddialı filmi olacak gibi görünüyor.

    bugün filmden ilk afiş yayınlandı: https://twitter.com/...588109238927708?s=19

    merakla bekliyorum.

    ayrıca martin scorcese, yeni filmi the wagen için leo di caprio ile hazırlıkların başladığını açıklamış. leo'yu bırak artık be adam. seri üretime geçmen iyi oldu ama...

    napolyon: oscar ödüllü oyuncu joaquin phoenix'in yeni projesi. fragman yayınlandı: https://youtu.be/qX_FZoZbefU?si=FreSWwYfyZS1ZSXM

    24 kasım öğretmenler günü çıkacak film 2023 için merakla beklenecek. oldukça kaliteli görünüyor fragman. ayrıca phoenix belli ki iyi bir performans göstermiş. ridley scott imzalı yapım, akademi ödülleri'ne aday olmaya hazır görünüyor. umuyorum tarihi gerçeklikten kopmadan bu işi kotarırlar. kasım ayı için de geri sayım başladı.

    the killer: aksiyon tutkunları için enfes görünen bir david fincher - netflix ortaklığı. başrolde michael fassbender bulunuyor. 10 kasım tarihli yapımın dün fragmanı yayınladı: https://youtu.be/rGqG3eg18aU?si=eiavjIukSZBfMkgF

    yağmurlu bir kasım günü battaniyenin altında keyifle izlenecek bir aksiyon filmine benziyor. bu sebepten bekliyorum, diğer iki yapımı mümkün olursa sinemada deneyim edeceğim.

    şimdilik bu kadar, 2023 esasında kısır geçti, oppenheimer ve air benim en beğendiğim filmler oldu şimdiye kadar. pek oralı olmasam da barbie'nin beyaz perdeye çok fazla insan çektiği de bir gerçek. yine de beklenen kalitede çıkarsa oscar için adından söz ettirecek killers of the flower moon ve napolyon heyecanlandırıyor. öbür türlü oppenheimer tek başına iktidar benim gözümde. gerçi oscar gidip kore, japon, hint filmlerini toplayıp birine ödül verecektir. şaşırtmaz...

    yıl içinde izleyip hatırlamadığım, gözümden kaçan kaliteli bir film varsa hatırlatabilirsiniz sevgili yazarlar, kendim hatırlarsam onlar için de entry girerim. hepinize iyi akşamlar, son olarak 30 ağustos zafer bayramı'nız kutlu olsun!
  • 2208
    take me home tonight - 2011 yapımı retro 80ler dönemini yansıtan güzel bir film. mezuniyet sonrası bunalımı yaşayan matt franklin (topher grace), kafa dağıtmak için girdiği yaz işinde çalışırken lisede aşık olduğu tori frederking(teresa palmer)'in şehre döndüğünü öğrenir ve olaylar gelişir.

    https://www.imdb.com/...922/?ref_=ttfc_fc_tt 6,3 puan verilmiş ama müzik ve keyifli senaryosu sebebiyle bence 6,8 - 7,0'lık film.

    galatasaray sözlük pazar gecesi sinema kuşağı'na layık bir film. pazartesi akşamı da haftayı kolaylamak için tavsiye edilir.
  • 2210
    (bkz: there will be blood)

    içinde bulunduğumuz yüzyılın en prime oyuncularından biri olan daniel day-lewis'in "bir insan oscar'ı nasıl alır?" sorusuna gelmiş geçmiş en net cevabı verdiği paul thomas anderson imzalı başyapıt. zaten 3 kez bu ödülü kaldırmış (bunu öyle 45 50 filmde oynayıp, her sene film çevirerek de yapmadığına dikkat çekmek isterim.) bir adamdan beklenen tam olarak bu.

    herkese gelir mi bilmiyorum, ağır gelebilir ama filmdeki alt metinler ve dd lewis oyunculuğu tek başına izleme sebebi. olay örgüsü biraz karışık ilerliyor filmde, mümkün olduğunca spoiler vermeden konudan bahsetmek istiyorum:

    1900'lerin başında amerika'da adeta ikinci bir altına hücum furyası yaşandı: petrol.

    daniel plainview (dd lewis), hayatını daha çok kazanmaya adamış bir petrol arayıcısıdır. başlarda kendi sondajını kendi yapan daniel, zamanla kazandığı parayı değerlendirerek "petrolcü" olmuş ve işleri büyümüştür. inançsız, manipülatif, insanları etkisi altına kolay alabilen ve son derece karizmatik bu adam, oğluyla beraber (çocuk da 9-10 yaşında falan) petrol olan bölgeleri bulup bölge halkını ikna ederek petrolü çıkarır ve para kazanır.

    birtakım olaylar sonucu dönemin petrol şirketi standart oil tarafından alınan bir arazinin yanında, küçük bir kasabaya yolu düşer daniel'ın. tabii tesadüfen düşmez, fakat oraları anlatacak değilim. kasabaya geldikten kısa bir süre sonra adeta bir "petrol okyanusunun" üstünde olduğunu fark eden bu hırslı adam, kasabanın büyük çoğunluğunu satın alıp kasaba halkına zenginlik vadeder. yalnız bu süreçte kasabanın yükselen genç rahibi eli ile yolları kesişen ve karşı karşıya gelme noktasına gelen daniel'ın hikayesi; burdan sonra din sömürüsü, aç gözlülük, yalan, acımasızlık, vefat, yükseliş, güç zehirlenmesi vb. bilimum olay ve duyguyla birleşip patlama noktasına doğru hızla ilerler.

    2007 yapımı filmde daniel ve eli karakterleri esasında kapitalizm ve dini simgelemekte olup, bu iki olgunun esasında karşı karşıya dursa da aynı amaçla kullanılmasından halkın dinle uyutulmasına, kapitalizmin doğaya verdiği zararlara kadar pek çok mesaj içermekte. paul thomas anderson, çok başarılı imgeler ve alt metinler kullanmış. özellikle daniel karakterinin sürekli değişmekte olan halet-i ruhiyesi insan psikolojisini, aşağılık kompleksini, zarar verici düzeyde hırsı, acımasızlığı, saplantılı olma durumunu ve doyumsuzluğu muhteşem portrelemiş bence.

    sinemaya ilgiliyseniz ve hala izlemediyseniz, kesinikle izlemeniz gereken bir yapıt there will be blood.

    bonus: spoiler uyarısı!!!! (filmle ilgili en çok etkilendiğim 3 sahneyi yazacağım, izleyenler zaten anlayacaktır, izlemeyenler güzel spoiler yiyecektir. okuyup okumamak size kalmış sevgili sözlük.)

    son spoiler uyarısı!!!!

    daniel'ın vaftiz edildiği sahne, daniel'ın hw'ya malikanede yaptığı kovma konuşması ve tabii ki filmin sonunda bowling salonu sahnesi.

    vaftiz ve kovma sahnelerinde daniel day-lewis'ten masterclass izliyoruz, özellikle vaftiz sahnesindeki "i've abandoned my child!" diye bağırırken suratının aldığı şekil, sesini kullanış biçimi, izleyiciye geçirmeyi başardığı duygular mükemmel.

    son sahnede ise kapitalizm ve dinin ortak çıkarlara hizmeti, ikisinin de halktan nemalanması gibi tonla alt metin dışında en çok sevdiğim mesaj şu oldu: daniel "çakma peygamber" eli'yi bowling labutuyla öldürüyor. eğlence sektörünün dini saf dışı bıraktığı mesajı var ki amerika'da durum tam olarak böyle olmuştur. bana göre gerçekten muhteşem bir oyunculuk ve muhteşem mesajlar veren bir film. insana izledikten sonra bir şeyler kattığı kesin.
  • 2211
    en sevdiğim temalardan biri olan hayatta kalma temasıyla ilgili muhteşem 20 film önerisiyle sizinleyim. bu güzel filmlerin bazıları gerçek hikayelerden uyarlandı. bazıları trajik konuları içeriyor. bazıları oldukça çarpıcı. listedeki tüm filmleri izlemiş biri olarak hepsini gönül rahatlığıyla öneriyorum.

    ilk önereceğim film benim bu listede en çok etkilendiğim ve gerçek bir olayı anlatan (alive) yaşamak için filmi. uruguaylı bir rugby takımını taşıyan uçak and dağlarına çakılıyor. bu çarpışma esnasında yolcuların bir kısmı ölüyor fakat sağ olarak kurtulanlarda var. sekiz gün boyunca uçağın enkazında oturup kurtarılmayı bekliyorlar ama gelen yok. yardım bir türlü gelmeyince sıkıntılarda başlıyor. daha üzücü ve çarpıcı olan, radyodan da arama çabalarının sonuç vermemesi ve çok soğuk ortamda bu kadar zaman yaşamalarının artık söz konusu olamayacağı üzerine arama çalışmalarına son verildiğini duyuyorlar. eksi derecede soğuk bir ortamda on hafta boyunca hayatta kalmaya çalışırlarken korkunç kararlar almak zorunda kalıyorlar. bunlardan biri var ki spoiler vermemek adına bahsetmiyorum. gençlerden üçü bu büyük tradejinin yıpratıcı etkisinden uzaklaşmak için ölümü göze alarak yardım bulmak amacıyla yola çıkıyorlar. bu sıra dışı hikaye bahsettiğim gibi gerçek bir olayı anlatıyor, izlemediyseniz mutlaka izleyin.

    (cast away) yeni hayat filmi listede önereceğim ikinci film. dünyaca ünlü kargo şirketi fedex’te sistem analizi uzmanı olan chuck noland, şirketin ilgili teknik sorunlarını çözmek için dünyanın her köşesine seyahatler yapıyor. işi çok yoğun olduğu için uzun süreli ilişkisini evliliğe taşımaya fırsat bulamayan noland, noel gecesi esnasında aldığı bir telefonda sistemle ilgili problemi çözümlemek için malezya'ya gitmesi gerektiğini öğreniyor. yola çıkan noland güney pasifik'te uçtuğu sırada uçak bilinmeyen bir sebeple düşüyor. bilincini kaybeden noland uyandığında kendini ıssız bir adada tek başına buluyor. ve olaylar gelişiyor. modern dünyanın getirdiği olanaklara alışkın olan bu adamın ıssız bir adada hayatta kalmaya çalışması, kurtarılmayı beklemesi, tom hanks'in müthiş oyunculuğuyla sizleri bekliyor.
    üçüncü önereceğim film yine gerçek bir olaydan beyaz perdeye taşındı.

    özgürlük yolu (ınto the wild). tüm hayatını özgürlük üzerine kuran christopher, üniversiteden mezun olduktan sonra hayatını vahşi doğada hiç bilmediği yerlerde sürdürmeye karar veriyor. bu uzun yolculukta christopher yeni insanlarla tanışıyor ve farklı hikayelerden besleniyor. hayatın gerçekleriyle yüzleşen christopher ihtiyacı olan şeyleri tamamlayıp özgürlük yolunda amacına ilerliyor. peki ya sonra? birçok şeyi sorgulayacağınız, izlerken kapılacağınız, müzikleriyle sizi daha da etkileyecek muhteşem bir film into the wild. odamda kocaman posteri olan tek filmdir ayrıca. ve de her şeyi herkesi bırakıp ortadan kaybolmak temasını en çarpıcı şekilde anlatan filmdir bana göre.

    dördüncü önereceğim film 127 saat. yine gerçek bir hikayenin film haline geldiği bir serüven. kimseye haber vermeden dağa tırmanmaya giden erin tırmanış esnasında dengesini kaybedip düşüyor ve kolunu kayaların arasına sıkıştırıyor. kurtuluşun imkansız göründüğü yerde bir umut yardım beklerken kimsenin ondan haberi yok ve kaderiyle baş başa. 5 gün boyunca büyük bir yaşam mücadelesi veren erın hayatın gerçeklerini kendi iç dünyasındaki sorunları düşünerek zaman geçirmeye çalışsa da bu durum bir zaman sonra psikolojik bir savaşa dönüşüyor. hayat bir film şeridi gibi önünden geçerken her saniye ölüme daha da yaklaşıyor.

    beşinci önerim yine favorilerimden biri olan kusursuz fırtına. film şöyle başlıyor '1991 sonbaharında, andrea gill adlı tekne gloucester - massachusets’ten demir aldı ve kuzey atlantik’teki balık avlamaya elverişli sulara doğru yelken açtı. yolculuğun başlamasından iki hafta sonra, tarihte daha önce hiç görülmemiş bir şey oldu...' bu giriş paragrafı, nasıl bir filmle karşı karşıya olduğumuzu açıklamaya yetiyor. yine gerçek bir olaydan hareketle çekilen kusursuz fırtına bizlere doğa ve insan arasındaki mücadeleyi harika şekilde aktarıyor. deniz, dalgalar, fırtına gibi unsurları seviyorsanız bu film sizi çok etkileyecek. ayrıca filmde kaptan billy tyne' rolünde george clooney yer alıyor. oldukça da başarılı.

    dersu uzala önereceğim altıncı film. bir kurosawa filmi. dersu uzala rus ordusuna mensup bir araştırmacının sibirya bölgesinde bir ormanda araştırma yaparken karşılaştığı bilge adam dersu uzala ile aralarında geçenleri anlatıyor. doğayla adeta bütünleşmiş biri olan dersu, bilgilerini rus kaşif vladimir arsenyev’le paylaşıyor. 1902-1910 yılları arasında sibirya bölgesinde geçen filmde; dersu uzaladan hayatın anlamı ve hayatta kalmak gibi konularda alınan önemli dersler aktarılıyor. sovyet-japon ortak yapımı film oldukça başarılı.

    yedinci önereceğim film ise orman (jungle). filmde hepimizin harry potter olarak tanıdığı daniel radcliffe başrolde yer alırken, filmin son yıllarda izlediğim en iyi hayatta kalma filmlerinden olduğunu aktarmak isterim. filmin konusuysa şöyle, bolivya ormanlarında gezintiye çıkan bir grup arkadaşın dolandırıcı, sahtekar bir rehber yüzünden ormanda kaybolmasıyla olaylar gelişiyor. ekibin başına birçok felaket gelirken, grup korkunç bir ölüm kalım savaşının içine düşüyor. sizlere de soluksuz izlemek düşüyor.

    ben efsaneyim önereceğim sekizinci film. bu film bu listede olmazsa olmazdı. francis lawrence’ın yönettiği bu etkileyici filmin başrolünde tokatçı will smith var. filmin konusuysa şöyle, insanlığın sonunu getiren bir virüsün tüm dünyaya yayılmasıyla büyük bir kaos oluşuyor. bu kaotik ortamda hayatta kalmaya çalışan robert neville ise dünyayı kurtarmaya çalışıyor. bir bilim adamı olan robert neville bu felakette ailesini kaybetmiş ve harap olmuş olmasına rağmen insanlık için hayatta kalmaya başarmış ve bizlerde onun bu virüsü yok etmeye çalışmasını izliyoruz.

    dokuzuncu önereceğim film di caprioya ilk oscarını getiren (the revenant) diriliş. filmin konusu şöyle, kürk için avcılık yapan bir grubun deneyimli üyesi olan hugh glass ayı saldırısı sonrasında hızlı ilerleyemiyor ve tehlikeli bölgede yavaşlamak istemeyen arkadaşlarının onu ölüme terk etmesiyle bir ölüm kalım savaşı veriyor. terk eden kişi de tom hardy filmdeki adıyla john fitzgerald. hayatta kalma ile ilgili birçok deneyime sahip olan glass intikam alabilmek için hayata 4 elle sarılıyor ve bir şekilde yaşamaya çalışıyor. muhteşem bir macera. oldukça güzel bir filmdi.

    marslı listede önereceğim 10. film. ünlü yönetmen ridley scott’un şimdiye kadar ortaya koyduğu en iyi filmlerden biri olan marslı’nın başrolünde ise matt damon yer alıyor. filmin konusu şöyle, mars gezegenindeki uzay üssüne giden bir grup astronot dönerken yakalandıkları kum fırtınası sebebiyle öldü zannedilen arkadaşları mark watney’i geride bırakarak gezegenden ayrılıyorlar ve olaylar gelişiyor. watney saatler sonra uyandığında hayatta olduğuna sevinse de evi binlerce kilometre uzakta olunca çaresiz çözümler bulmaya çalışıyor. marsın doğal şartlarında kendi hayatını sürdürebilmek için birtakım çalışmalar yapan mark dünya ile de iletişim kurmaya çalışıyor. hayatta kalma temasını sıra dışı bir şekilde işleyen oldukça güzel bir film.

    11. önerim yine favorilerimden biri olan sineklerin tanrısı (lord of the flies). mükemmel bir dram filmi olan sineklerin tanrısı, izleyenlerin çoğunun gözyaşlarını tutamayacağı ve uzun süre etkisinden kurtulamayacağı bir film. bu harika filmin konusuysa şöyle. uçak kazası sonucu ıssız bir adada yapayalnız kalan küçücük çocukların hayatta kalmak için yaptıkları mücadeleyi izliyorsunuz. talihsiz bir şekilde uçaktaki yetişkinlerin hayatını kaybettiği kazadan sağ kurtulan çocuklar kendi başlarına hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlar. ancak çocuklar kendi aralarında çatışıyor ve bir grup barınacak yer yapmaya çalışırken diğer grup etrafa saldırmanın peşinde olup acımasız bir topluluğa dönüşüyorlar. yavaş yavaş birbirlerine zarar veren çocuklar bir hiçliğin ortasında korkunç bir mücadelenin içine düşüyorlar.

    12. önerim yine oldukça çarpıcı bir film. ölüm oyunu. japon sinemasının çarpıcı örneklerinden olan filmin yönetmeni kinji fukasaku. filmin konusu şöyle günümüzden uzak bir gelecekte, japon hükumeti çığırından çıkmakta olan japon gençlerine gözdağı vermek ve şiddet olaylarını azaltmak için çılgın bir plan yapıyor. bu plana göre her yanından işsizlik, karamsarlık ve şiddet akan bu ülke gençliği bu plan sonrasında dersini alacak, her şey düzelecek. plan doğrultusunda şiddete meyilli 42 japon öğrenci zorla bir adaya gönderiliyor. bu adada hayatta kalabilmek için gençler birbirini öldürmek zorunda kalıyorlar. sonrası kaos, şiddet ve türünde muhteşem bir film. ayrıca quentin tarantino'nun favori filmlerinden biridir.

    13. sıradaki önerim ise (gravity) yerçekimi. başrollerinde sandra bullock ve george clooney rol aldığı filmin yönetmen koltuğunda ünlü yönetmen alfonso cuaron var. filmin konusunda emekli olmak üzere olan astronot matt kowalsky ve ilk defa uzaya çıkan dr. ryan stone’nun uzayda keşif yürüyüşü yaptıkları sırada geminin parçalanmasıyla uzay boşluğunda kalmaları işleniyor. hayatta kalmak için çabalayan ikili, oldukça duygusal ve dramatik sahnelerdeki başarılı oyunculuklarıyla filmi izlerken bizleri oldukça duygulandırıyor.

    14. sırada yine gerçek bir hikaye olan kaptan philips var. 2009 senesinin nisan ayında yola çıkan mv maersk alabama isimli amerikan kargo gemisi, somali'nin doğu kıyılarında korsanlar tarafından saldırıya uğruyor. bu durum amerikalıların yaklaşık 200 yüzyıldır başına gelmeyen türden bir korsan saldırısı. geminin dümenindeki deneyimli kaptan richard phillips, tayfasını kurtarabilmek için kendini rehine olarak feda ediyor. korsan grubuyla, özellikle de liderleri muse ile psikolojik bir savaşın içerisinde yer aldığı bu süreç, kendisini kurtarmaya çalışan bir kurtarma ekibinin de eşzamanlı çabasıyla oldukça yüksek tansiyonlu anlara ev sahipliği yapıyor. oldukça güzel bir filmdi. ve başrolde yine tom hanks var onu da eklemiş olayım.

    15. sırada (the grey) gri kurt var. alaska’da petrol sondajında çalışmak üzere yola çıkan bir grubun geçirdiği uçak kazası sonrasında son derece soğuk ve ıssız bir yerde gözlerini açmalarıyla başlayan hikaye, ekiptekilerin hem yaralanmasıyla hem de vahşi hayvanlardan dolayı bir hayli tehlikede olan serüveniyle devam ediyor. grubun lideri olan ottway ekibini kurtlardan korumaya çalışıyor ve aynı zamanda buradan kurtulmanın yolunu bulmaya çalışıyor. oldukça sürükleyici güzel bir filmdi.

    sona doğru (all ıs lost) önereceğim 16. film olacak. hint okyanusunda tek başına yatıyla gezintiye çıkan bir adamın geçirdiği deniz kazası sonrasında bilinç kaybı yaşaması ve uyandığında ise bir hiçliğin ortasında hayatta kalmaya çalışması bu filmin konusunu oluşturuyor. geçirdiği kazayı yavaş yavaş hatırlamaya başlayan denizci telsiz ve navigasyon gibi yön bulabileceği aygıtları da kaybetmiş durumda olduğu için hayli zor durumda kalıyor. hiçbir donanımı olmadan okyanusun ortasından kurtulmaya çalışan adamın yiyecek ve içecekleri de tükenmek üzere ve bizlerde onunla bu savaşın içinde yerimizi alıyoruz. hayatta kalma temasını derinlemesine işleyen güzel bir filmdi.

    17. sırada yine çok beğendiğim filmlerden olan apollo 13 var. apollo 13 isimli uzay aracı ile ay’a gitmeye çalışan nasa astronotları, daha yolun yarısında yaşadıkları büyük bir sıkıntıyla hayata olan bütün inançlarını bir an kaybediyorlar. uzay aracının oksijen tüpünde yaşanan patlama astronotların ne aya ne de dünyaya gidebilmesini neredeyse imkansız kılıyor. bu imkansızlık içerisinde nasa’nın yardımını bekleyen astronotlar büyük bir yaşam mücadelesi veriyorlar. ve hayatta kalma temalı mı film mi tabi ki başrolünde yer alacağım diyen usta oyuncu tom hanks bu filmde de karşımızda. filmin yönetmenliğini ise ron howard üstleniyor.

    18. sırada ise pi’nin yaşamı var. ünlü yönetmen ang lee’nin dünya sinemasına kazandırdığı başarılı filmler arasında yer alan life of pi, hindistan’dan kanada’ya giden bir geminin batması sonucu 16 yaşında bir çocuk ve birkaç hayvanın okyanusun ortasında küçük bir filikada verdikleri yaşam mücadelesini anlatıyor. 16 yaşında pi adındaki hintli çocuk batan gemiden kurtulan tek insan olurken bindiği filikada ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan ve bir bengal kaplanı var. besin zincirinin uçları olan bu hayvanlar birbirlerine zarar vermeden pi’nin önderliğinde yeniden hayata kavuşmak için sıra dışı bir yolculuk yapıyorlar ve bizleri hem müthiş bir serüven hem de görsel bir şölen bekliyor.

    19. sırada yarından sonra filmi var. iklim bilim uzmanı olan jack hall, antarktika’da büyük bir buzulun koptuğunu keşfediyor. ancak henüz fark etmediği şey ise bu olayın, dünya popülâsyonunu etkileyecek bir doğal afetin tetikleyicisi oluşu. son üç haftadır aralıksız yağmurlar yağmakta ve tüm dünyada bir dizi iklimle ilişkili felaketler meydana gelmeye başlamış. herkes dünyanın yeni bir buzul çağına girmekte olduğunu fark ettiğinde insanlar, mümkün mertebe yaşadıkları alanları terk ederek güneye doğru daha sıcak iklim şartlarının olduğu bölgelere toplanmaya başlıyorlar. jack, new york’ta mahsur kalan ve donma tehdidi altındaki oğlu ve arkadaşlarını kurtarmak için kendi canını ortaya koymaya hazır. peki neler oluyor? bu görsel şöleni mutlaka izleyin. filmde shamelesstan fiona karakteri olarak tanıdığumuz emmy rossum ve başrolde jake gyllenhaal var. ayrıca filmin soundtracki de enfesti.

    20. sırada az bilinen oldukça güzel bir film önereceğim. ihanet (the edge). başrolde çok sevdiğim efsane oyuncu anthony hopkins ve alec baldwin yer alıyor. milyarder iş adamı charles morse fotoğraf sanatına ilgi duyuyor. yanına genç ve güzel karısı mickey’i, profesyonel bir fotoğrafçı ve bu fotoğrafçının asistanını da alarak ufak çaplı bir kuzey amerika yolculuğuna çıkıyor. charles'ın özel uçağıyla çıktıkları bu yolculuk talihsiz bir olayla yön değiştiriyor. bir kuş vakası nedeniyle arızalanan uçak düşüyor, charles ve fotoğrafçı robert kurtuluyorlar. ancak sonrasında aralarında yaşanan güç kavgaları ve ego savaşları, vahşi doğada yaşamak için birbirlerine muhtaç olan bu adamları gittikçe insanlıklarından uzaklaştırıyor. charles ve robert’ın eşsiz mücadelesi bu müthiş iki aktörün harika performansıyla üst seviyeye çıkıyor. muhteşem bir film.

    fırsat buldukça youtube kanalım için dizi ve film önerileri hazırlarken, arada dizi kulübü başlığımıza da katkı verdiğim, dönem dönem bu kısma da katkıda bulunacağım başlıktır. herkese iyi seyirler dilediğim kulüptür.
  • 2212
    (bkz: 10 things i hate about you)

    çok sevdiğim genç yaşta kaybedilmiş oyuncu heathcliff andrew ledger nam-ı diğer heath ledger'ın bence çok yakıştığı julia stiles'la başrolünü paylaştığı amerikan gençlik filmi.

    baştan aşağı eğlenceli bir film. shakespeare'in "hırçın kız" eserinin uyarlaması. konusu klasik liseli hırçın bir kızı iddia karşılığında kendisine aşık etmeye çalışan sonradan kıza kendi de aşık olan cool bad boy çocuk hikayesi. yalnız çok güzel klişe yapmışlar.

    bi kere julia stiles hakkaten çok güzel bu filmde, heath ledger ise bildiğimiz gibi. güneş gibi parlıyor eleman. o dönemki tipini görünce çok şaşıracağınızı düşündüğüm dönemin sıskası joseph gordon levitt de loser rolünde filmde yer alıyor. ne tesadüftür ki heath ledger, the dark knight'taki muhteşem performansı sonrası hayatını kaybedince nolan, gordon levitt'i serinin devam filmi the dark knight rises'a dahil etmişti.

    çok sıcak, eğlenceli ve akıcı bir film. ayrıca bu tür bir filmden beklenmeyecek derecede iyi oyunculuklar var. heath ledger'ın mimik ve fizik oyunculuğu çok başarılı, hele hele julia'ya serenat yaptığı meşhur stadyum sahnesindeki dansı, 8-9 sene önceden nasıl bir joker olacağının spoilerı gibi.

    julia stiles da oldukça başarılı bir performans göstermiş, filmin adını da aldığı 10 things i hate about you şiirini okuduğu sahnede çok beğendim özellikle kendisini. ayrıca tekrar söyleyeceğim, bu filmde gerçekten çok güzel kendisi, hatta genç yaşta böyle bir rolde oynadıktan sonra kariyerinin devamı "beklemen patlamayı yapamamış" olarak değerlendirilebilir.

    her şeyden önce filmde hepimizin özlediği lise yıllarının masumiyeti var, beni kendi lise yıllarıma götürdü. lise aşklarının saflığını hatırlattı, hüzünlü hüzünlü gülümsetti. hakikaten içinde paranın, dış etkenlerin, üçüncü şahısların karışmadığı masumane lise aşklarının yeri bir başkaymış. film de esasında onlardan birini anlatıyor. ama dediğim gibi, başarılı bir klişe olmuş.

    heath'in can't take my eyes off you performansına değinip yazıyı bitiriyorum. çok güzel bir performans, sesi beklediğimden çok daha güzel oluyormuş şarkı söylerken. bandosuyla, julia'sıyla, arkadaki futbol antrenmanı yapan takımıyla, güvenliklerle yaşanan kovalamacayla on numara sahne. arada youtube'dan açıp açıp izlerim, hem güler hem de hüzünlenirim. keşke bu kadar erken aramızdan ayrılmasaydın be heath, oscar'dan kolye yapacak adamdın gerçekten.
  • 2215
    filmlerle ilgili bilgi vermek entryi uzatmasının yanında beni biraz yoruyor açıkçası o nedenle kısa tuuyorum. çok bilinen filmlerden oluşsa da bu kadar yazar içinden mutlaka izlemeyenler vardır. aralarında izlemediğiniz varsa gözünüz kapalı izleyebileceğiniz bir listedir efendim.

    1) lord of war (2005)
    2) casino (1995)
    3) jfk (1991)
    4) unforgiven (1992)
    5) seven (1995)
  • 2216
    (bkz: manchester by the sea)

    casey affleck'e oscar kazandıran bu filmi neden bu kadar geç seyrettim bilmiyorum ama iyi ki seyretmişim. içinize bir kaya oturmuş gibi oluyorsunuz ve kolay kolay geçmeyecek bir his. çünkü bunu hiç alengirli yollara başvurmadan, saf bir şekilde yapıyor. çok acayip bir film. kendinizi üzmek istiyorsanız izleyin. sigarayı bırakalı belki 6 ay oldu ama film bitince, gece vakti dışarıya çıkıp sigara yakıp boş boş dolaştım sokakta.
  • 2217
    (bkz: das boot)

    yakın zamanda izleme zevkine eriştim. savaş filmlerini seviyorsanız eski ya da uzun demeden kesinlikle izlemelisiniz. film çok beğenilince amerikalı'lar da sahte kahramanlıklarına uygun benzer filmler çekti u-571 gibi. ama zirve das boot'tadır.

    2. dünya savaşına müttefiklerin gözünden değil de farklı bir gözden bakmak isterseniz, gerçek olaylara dayanan bu film, izlemeden ölünmemesi gereken filmdir.
  • 2219
    (bkz: top gun maverick)

    1986 yılını domine eden top gun efsanesini bir sinema sever olarak tabii ki çokça kez izledim. kendim o döneme yetişemesem de bir başka sinema sever babam zamanında ilk kez bana bu filmi izletti ve hakkında bilgiler verdi. 80'lerin ihtilal sonrası toplumsal durumu, dönemin insanının rahatlama ihtiyacı, ülkenin o dönemde sinemaya bakış açısı gibi gibi pek çok bilgi. ve şu meşhur "zafer haftaları". babam bana top gun'ın en çok zafer haftasına sahip filmlerden olduğunu hatta kendi hatırladığı en uzun serinin bu filmde olduğunu söylemişti. bilmeyenler için kısaca bahsedeyim (ben de öyle çok bilmiyorum esasında...) zafer haftası denen şeyden: benim anladığım kadarıyla kapalı gişe oynayan filmler için çıkarılmış bir tabir. babamın anlattığına göre kapalı gişe oynayan ve asla izleyici kaybetmeyip sürekli salon doldurtan filmler için vizyonda kaldığı sürece "12. zafer haftası, 35. zafer haftası" şeklinde sinemaların önünde bilbordlar yapılırmış. misal top gun için filmin koca bir afişi ve altında "top gun, 37. zafer haftası!" gibi bir şey görmeniz olasıymış o dönemde. sözlükte benden büyük ve yaşı o dönemlere yeten abilerim varsa beni bu konuda düzeltmelerini rica edeceğim lakin ben bu zafer haftası işini böyle anladım.

    neyse efendim ben de küçük yaşlardan beri babamla sinema filmleri izleyen, belli bir yaştan sonra kendi başıma da çooookça film izleyen bir sinema sever olarak bu efsaneyi en az 6-7 kere seyretmiştim. şu an filmi bilen hatta varsa çıktığı dönem sinemada izleyenleri duygudan duyguya sokacak olan take my breath away gibi inanılmaz bir müzik, dönemin en popüler, yakışıklı ve güzel aktör/aktrislerinden bazılarının başrolde olması, yamalı havacı ceketleri, rayban gözlükler, kawasaki motorsiklet, askeri jetler, çok tatlı kullanılmış aşk faktörü, duygusal yanları, karakterlerin havacı usulü havalı lakapları (maverick, iceman vs.), insanın görünce "burada yaşamak için ömür veririm." diyebileceği harika san diego manzarası ve atmosferiyle muhteşem bir yapıttı kesinlikle. bu filmin çıkışından uzuuuun yıllar sonra doğmuş biri olmama rağmen hayatımda en çok içselleştirdiğim, içimi ısıtan filmlerden biriydi.

    ama gelin görün ki sevgili sözlük, puanları yüksek olmasına rağmen, insanların çok beğenmesine rağmen bu entry'nin konusu olan top gun maverick filmini yakın bir tarihe kadar asla izlemedim. bunun sebebi ilk filmin bende yarattığı duyguları bozmasından korkmam, o zevki öldürür beni bu yapımdan soğutur korkusuydu. ne olursa olsun 36-37 sene sonra gelen bir devam filminin işleri berbat etme ihtimalinin olduğunu düşünmek hakkımdı bence. ayrıca imdb gibi sitelerde verilen puanlara da itimadım pek olmadığı için (yani var aslında ama puanlama olarak genelde ters düşüyoruz.) filmin aldığı yüksek puanlar beni ikna edemedi. babamın sinemaya yıllar sonra bu film için gidip imax'li falan izleyip ardından bana "kesinlikle vizyondayken kaçırmaman lazım." demesine rağmen izlemedim. bunun tek sebebi uzak durmak istemem değildi tabii, o dönem müsaitlik durumum da yoktu esasında. yani boş bir günümde "gidip izleyeyim ya" diyip kendi aklımı çelecek vaktim bile yoktu.

    şimdi, gelelim bu filmle buluşmamıza. aşağı yukarı 1 hafta önce sabahlamak niyetinde olduğum ve film izlemek istediğim bir gece vardı. geceyi izlediğim ve sevdiğim filmleri tekrar izleyerek geçirme kararı aldım. uykum yoktu, atıştırmalığım tamdı, gündüzden 4k filmler indirilmiş ve altyazıları gündüzden ayarlanmıştı. film izletme konusunda bayıldığım canım laptopum ile başbaşa bir gece geçirecektik. söylemesi ayıptır paraya kıyıp arpa içerikli bir içecek alıp pizza bile söyledim ve filmlere başladım. başlangıçta çok sevdiğim pirates of the carribean: the curse of the black pearl'ü izledim. captain jack sparrow dozumu aldıktan sonra sıradaki bir başka çok ekstrem sevdiğim filme geçtim: top gun.

    herhalde 8. kez falan bu canım filmi izledim. ardından yine mest olmuş bir şekilde take my breath away eşliğinde nikotin molası vermişken sıradaki film olan the last of the mohicans'ı es geçip bu maverick'i mi izlesem dedim. (onu da bugün izledim bu arada, gelmiş geçmiş en iyi aktör daniel day-lewis'e saygılar). bunu dedikten 5 saniye sonra filmin 4k imax versiyonunu bilgisayara indirirken buldum kendimi. yaklaşık 15 dakika sonra altyazıyı da ayarladım ve ne olacaksa olsun diyerek filme daldım.

    sevgili sözlük ahalisi, tek bir kelimeyle bu filmi özetleyeceğim: şa-he-ser. sinematik anlamda olmasa bile benim için tam bir şaheser. yani 36 sene sonra gelen bir devam filmi ancak bu kadar iyi olabilir. yemin ediyorum gözlerim doldu izlerken, 80'ler havasını ve atmosferini aldım. maverick'in albay olduğunu falan gördüğümde çok değişik duygular hissettim. adeta kendi hayatımdan bir şeyler izliyor gibi oldum, sanki en yakın arkadaşım maverick'ti ve onu görünce geçmişteki anılarımız aklıma geliyordu. bunu tek hissedenin ben olmadığımı, büyük çoğunluğun bunu yaşadığını filmi bitirip başka izleyenlerle konuşunca anladım. bunu hissettirmeyi başaran film ekibini tüm kalbimle kutluyorum ve çok öpüyorum.

    burdan sonra spoiler'a çok dikkat etmeden devam edeceğim, çok ağır spoiler vereceğimi sanmam ama garanti vermeyelim yine de. en ufak bir spoiler bile yemek istemiyorsanız sizinle vedalaşalım...

    film eski dostumuz maverick'in bugün hala eskisi gibi olduğunu göstererek başlıyor. albay olmuş fakat cv'sinin hakkı en azından tümamiral olmak falan. hala deli hala yetenekli ve hala 1 numara. birtakım olaylar sonucu mav, top gun'a eğitmen olarak geri çağrılıyor ve olaylar gelişiyor. konu kısaca bu. şimdi gelelim bahsetmek istediğim sahnelere.

    öncelikle açılışta 86 yapımı filmin açılışındaki aynı müziği duymak direkt beni içeri çekti. ardından maverick'in motoru ve havalı ceketiyle arz-ı endam etmesi, odasında ilk filmden fotoğraflar olması vs. direkt tebessüm etmeme sebep oldu ve inanın film bitene kadar gerek acı gerek tatlı o tebessümü asla bırakmadım. yanaklarıma ağrılar girdi çünkü bu filmin bana göre muhteşem sıcak bir atmosferi var.

    mav, top gun'a dönmek için san diego'ya geldiği gece barda eski dostu barmen ablayla karşılaşıyor. bu bar sahnesi de çok iyiydi. mav'in telefonu barın üstüne koyma yasağını ihlal ettiği için barın hesabını ödemek zorunda olması, onun öğrencisi olmak için oraya gelmiş fakat onu tanımayan genç pilotların da yanına gelip sağ ol moruk benzeri konuşmaları çok güldürdü. bu sahnede ilk filmde kaybedilen mav'in en yakın arkadaşı goose'un oğlu rooster'la da tanıştık. esasında bana göre rooster babasından çok maverick'e benzer bir portre çiziyor. rooster ve hangman kapışması da bariz bir şekilde maverick - iceman kapışmasına benziyor. rooster'ın henüz çok küçük bir çocukken maverick'in kucağında öğrendiği, babasının çaldığı şarkıyı piyano başına gidip çalması; maverick'in bunları barın camından izleyip duygulanması falan muhteşem sahnelerdi. ayrıca mav'in hesabı çıkaramayınca öğrenciler tarafından bardan dışarı fırlatılması inanılmaz komikti. bu bar sekansını izlerken mav'in omzuna vurup "biz de gençken böyleydik be" diyesim geldi.

    ertesi gün maverick'in kim olduğunu top gun'da öğrenen öğrencilerin surat ifadesi çok komikti. adeta "hasss bu herif yaşayan efsaneymiş ag!" şeklinde bir tepkiydi. maverick'in onlara attığı "noldu lan ahahaha" bakışı da çok iyiydi.

    burdan sonra film yine çok güzel göndermeler, nostaljilerle devam ediyor. maverick neden en iyi pilot olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. mantık dışı birkaç sahne var fakat açıkçası hiç umrumda değil. film de aynı ilk film gibi coşkulu bir görev sonrası kutlamayla bitiyor.

    en sevdiğim sahnelerden bazıları da mav ve ice'ın sahneleri oldu. ice oramiral olmuş, hava kuvvetleri komutanı olmuş. mav ise albay... ama oldukça fazla madalyalı bir albay! zaman içinde mav'in başına bela aldığı her an ice yanında durmuş, ona destek olmuş. o olmasa belki de şu an donanmadan bile atılmış olabilirmiş mav. top gun'a onu geri getiren de ice. fakat ne yazık ki efsanevi iceman kanser hastalığıyla boğuşuyor, neredeyse konuşamıyor. mav'in onu son kez gördüğü sahne çok güzeldi. ikili sarılırken ice'ın zar zor konuşmasına rağmen "hangimiz daha iyiydi?" demesi ve mav'in "çok güzel bir an yaşıyoruz, bunu mahvetmemek lazım." demesi çok gülümsetti.

    maverick'in rooster'ı korumak için kobra manevrasıyla arkasına geçişi ve füzelere top atışı yapması muhteşem bir sahneydi. adeta "yaşayan en büyük pilot benim ulan!" hamlesiydi. bedelini neredeyse canıyla ödüyordu fakat zaten bunu yaparken rooster için canını ortaya koymuştu. rooster da sonradan borcunu ödedi.

    plajdaki voleybol sahnesi çok güzeldi. müzik seçimi, akıcılık, mav'in amiralle kısa diyaloğu vs. koskoca bir tebessümle izlettirdi sahneyi. hatta o sahneyi 2-3 kez izledim. çok keyifli ve doğal bir sahneydi. cast'ın rol yapmadığı tek sahne bana göre. ayrıca tom cruise, insafsız mısın be adam. 60 yaşındasın, 25-35 arası üçgen vücut gençlerin yanında en ufak sırıtmıyorsun. ceylan gibi koşuyorsun falan. helal olsun valla büyük adamsın. hala çok fitsin.

    hangman'in mav ve rooster'ı kurtardıktan sonra yaptığı telsiz konuşmasına kahkahalar attım. sahne müthiş kurgulanmış, bir anda ölecekken ölmeyen bir mav-rooster ikilisi görüyoruz. "noluyo la" derken arkadan adeta yavşakça yükselen "bayanlar baylar, kurtarıcınız konuşuyor!" çıkışı birkaç dakikadır filmin yaşattığı gerilimin ardından kendimi salıp kahkaha atmama sebep oldu. ne olursa olsun seni epey sevdim hangman.

    uzun lafın kısası, beni tekrar fanboya çevirmeyi başardı bu film. pilot-kolej model ceket bakıyorum, kot cekete dikecek patch arıyorum vs. zaten oldum olası havacı subaylara çok imrenen, gönlümün bir yerinde havacı olmak isteyen biriyim. bunun sebebi top gun mı yoksa top gun'ı bu kadar sevme sebebim bu mu inanın bilmiyorum. bunu ayırt edemeyecek kadar küçük yaşta izledim çünkü ilk filmi. ne olursa olsun, bana bu duyguları bu sıcaklığı bu atmosferi yaşatabilen başka bir film asla olmadı. ikincisi de hiçbir şey kaybetmemiş muhteşem olmuş. ben bu filmleri çok seviyorum. keşke sihirli değneğim olsa da maverick'in yerinde ben olsam... yapacak bir şey yok hayatta istediğin şey olmak kolay değil.

    ayrıca havacılığı çok seven biri olarak, bu entry'i konuştuğu her alanda söylenmiş en güzel sözlerin sahibi olan, biricik önderimiz mustafa kemal atatürk'ün şu sözleriyle bitirmek istiyorum: istikbal göklerdedir!

    herkese iyi geceler diliyorum, size en güzel duyguları hissettiren filmler, diziler ve insanlarla kalın.
  • 2221
    atatürk 1881-1919 isimli film.

    3 kasım 2023 ve 5 ocak 2024 olarak iki parça halinde vizyona çıkacak. ilk filmi şu an vizyonda

    bugün izlediğim ve izlerken sürekli duygulandırdı. belki onu çok özlediğimizden, belki ona şu an çok ihtiyacımız olduğundan ötürü izlediğimden beri etkisinden çıkamıyorum.

    yıllardır bildiğimiz konu ve süreçler anlatılsa bile hikayeyi bu kadar güzel aktarması beni derinden etkiledi.

    2.filmin çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum. emeği geçen herkesin eline sağlık.

    sanırım 10 yıldan fazladır sözlükte yazar çizerim, girdiğim en anlamlı entry olabilir.
  • 2223
    before serisi.

    before sunrise, before sunset ve before midnight

    oldukça bilinen bir romantik film serisi. özellikle ilk filmi before sunset'i çok severim. çok sıcak, kalbe dokunan, tam bu mevsimin filmi. haftasonu camda gri yağmurlu hava tonlarıyla, sevdiğinizle battaniye altında, kahve eşliğiyle sarılarak izleyeceğiniz yegane filmdir. cuma akşamından huzurlarınıza sunuyorum, haftasonunu aşk dolu geçirmeniz dileğiyle..
  • 2225
    (bkz: adalet)

    biraz önce netflix top 10 listesinde gördüm ve izledim.
    birbuçuk saatten kısa süreli bir aksiyon filmi. başrolde survivor'da ün kazanmış avatar atakan var.

    başta şans vermek istemedim ancak başlamışken bitirmeye karar verdim.

    açıkçası beklentilerimi karşıladı.

    kurgu, işleniş, dövüş sahneleri, oyunculuk, olay örgüsü nerden tutsanız berbattı.

    berbat bir gün geçiriyor ve daha beter bir şey görmek istiyorsanız izleyebilirsiniz.
App Store'dan indirin Google Play'den alın