• 52
    "bir keresinde adamın birinden shakespeare sevmediğimi yazmaya hakkım olmadığını anlatan uzun ve öfke dolu bir mektup almıştım. gençler bana kanıp shakespeare okuma zahmetine bile girmeyeceklerdi. böyle bir konum almaya hakkım yoktu. sayfalarca bunu söyleyip durmuştu. cevaplamadım. ama burda cevaplayacağım. siktir git lan. hem ben tolstoy'u da sevmem."
    *charles bukowski
  • 53
    aklıselim bir insan gibi yaşamak için çok çalışmak gerekiyor. sonra akıl yoruluyor, selim şinanay oluyor. başkalarına katlanamadığı için şikayet edenlerden değilim aslında, umursamayacak ölçüde “cool” bir adam da sayılmam. idare ediyorum. ama arasıra üstüne alınmak isteyenlere sözler edesim var. alınsınlar, yerinsinler, kırılsınlar, buz kessinler, kızışsınlar, buz soksunlar.

    kimden başlamalı?
    sevgili yazar arkadaşım; yazmak, insanın biraz götünü kaldırıyor. dinle ama! tevazu triplerine girip sırıtmayı kes. bir iki cümleden sonra başka kimsenin göremediğini duyamadığını söylenmedik bir biçimde dillendirdiğini sanabilirsin. öyle değil. başkalarının aklına gelen ama üşendikleri için ilişmedikleri şeyleri yazıyorsun. üç aşağı beş yukarı herkes kadar çalışıyor kafan- seni okuyup beğendiğini söyleyenlerin çoğu orta zekalı, sıradan tipler. genç olanları şansları varsa mezun olup sigortalı bir işe girecekler. birkaç kitabı bitirmiş olmak fena bir şey değildir, evet, ama joyce ya da çehov değilsin. olmayacaksın.

    sevgili akademisyen arkadaşım; şapşal öğrencilerin hevesi ve şaşkınlığı seni kandırmasın. şu anlattıkların hepimizin bildiği şeyler. o makaleler dolusu tesbitlerin kimseye yararı yok; baştan yanlış yaptın, mühendislik ya da tıp okumalıydın. neyse yani zaten kazanamazdın. karar alırken kimse sana danışmayacak. istatistikler, simülasyonlar ve çıkarların alelade mekaniği bütün görüşleri ezip geçecek. kapanıp kaldığın o şirin kampüs aşık ya da kanser olmak için ideal. sen mi? aşık olmak için çok yaşlısın.

    sevgili dindar arkadaşım; bence inancın konusunda öyle pek cesur değilsin. sen biraz çark edebilecek, tartışmanın azıcık koyulaştığı bir ortamda taviz verecek bir tipsin. kitap konusunda kafan karışık. bazen anlamak için evliya ya da din bilgini olmak gerektiğini sanıyorsun. bazen de herkes kadar anlamanın en doğrusu olduğunu. bu şekilde bir yere varamayıp ömrün boyunca bir dini eksik yaşamaya mahkumsun. o taşlar hiçbir zaman yerine oturmayacak.

    sevgili gazeteci arkadaşım; sana hayranım, çünkü kafası az çenesi çok çalışan bir insanın tercih edebileceği en şahane mesleği seçmiş durumdasın. fazlaca düşünmeden bir şeyler söyleyebilirsin, bu harika değil mi? mesleğin etik, düzeyli ya da işte bir şekilde fiyakalı bir türünü icra ettiğini sanıyor olabilirsin. zaman kaybetmeden spor bölümüne geç. yine geceli gündüzlü çalışıp bir hiç üretmeye devam edeceksin ama hiç değilse haftasonları hentbol maçlarını bedava izlersin. sakın karıştırma, işin yazmak değil, yazdıkların da beş para etmez.

    sevgili okur arkadaşım; manyak mısın? kimsenin senin yaşamını ya da biraz benzerini yazıp çizdiği yok. kimse seni anlatmıyor, kimse seni de dinlemiyor. okuduğunda sana öyle geliyor çünkü aynı fabrikadan çıkmış klonlar kadar çok benziyorsun başkalarına. akıcı, yalın, dili temiz kitapları sevdiğini sanıyorsun. doğrusu şu: o kadarını anlıyorsun. adam peter weiss gibi yazsa okuyacak mısın? “ironi” sözcüğünü de o kadar sık kullanma, anlamını bilmiyorsun. azıcık bilen birine denk gelirsin, rezil olursun.

    sevgili politik arkadaşım; sana tam nasıl hitap etmeliyim bilmiyorum. halk, özgürlük, eşitlik gibi meseleleri şiirsel bir dille konuşuyorsun; ama şiirle uzaktan yakından ilgin yok. meseleyle? kuşkuluyum. bugünlerde 20′li yaşlarındaki vatandaşlarımız bedelli askerlik konusunda ne kadar akıl yürütüyorsa sen de bu konularda o kadar düşünmüşsün. hepsini geçtim ekonomiden zerre kadar anlamıyorsun, üstüne üstlük wall street protestolarına seviniyorsun. bir noktada kapitalizm çökecek değil? çökse bile hazırlıklı değilsin. mutlu olmaya.

    sevgili sosyal medya dostu; sana ne diyeyim? internet icat olundu diye her an her ortamda herkese sövmek saymak serbest mi sanıyorsun? değil. artık hiçbir şeyi başından sonuna yapamadığının farkında mısın? komik videoları bile izlerken ileri almaya başladın. bütün yaşamın bir erken boşalma girdabı şeklinde tükenme tehlikesi altında.

    sevgili tüketici arkadaşım; sen tam bir çelişki içindesin. kendini bir çağrı merkezine karşı gururla savunmuş, hakkını koparmış sanıyorsun. aslında üçün birini aldın. çağrı merkezindeki adamla hiçbir farkın yok. ikiniz de mesai yapıyorsunuz. akşam kıl tüy bir arıza yüzünden birbirinizin başının etini yiyorsunuz. sevin birbirinizi.

    sevgili üzgün arkadaşım; üzülmeyi bırakma. mümkünse dünyayı sen değiştireceksin. tanrılarla tartışılır, çok da güzel olur. yani sonuç olarak muhtemelen yine hiçbir şey olmayacak. başımıza daha kötü şeyler gelmemesi için biraz çaba göstereceğiz. belki başkalarına da yararımız dokunacak. ama bana güvenme, kolay vazgeçiyorum böyle şeylerden. elinden geldiğince insan ol işte.

    selçuk orhan
  • 55
    birlikte doğdunuz ve sonsuza kadar birlikte olacaksınız.
    ölümün ak kanatları ömrünüzü savurduğunda birlikte olacaksınız.
    evet, tanrı?nın sessiz belleğinde bile birlikte olacaksınız.
    fakat mesafeler bırakın birlikteliğinizde,
    ve bırakın göklerin rüzgarları dans etsin aranızda.
    birbirinizi sevin fakat aşkı pranga eylemeyin:
    bırakın ruhlarınızın kıyıları arasında dalgalanan bir deniz olsun aşk.
    birbirinizin tasını doldurun ama aynı tastan içmeyin.
    birbirinize ekmeğinizden verin ama aynı somundan yemeyin.
    şarkı söyleyin ve dans edin birlikte ve eğlenin, fakat birer başınıza olun ikiniz de,
    aynı müzikle titreseler de ayrı ayrı duran telleri gibi lavtanın..
    yüreklerinizi verin fakat teslim etmeyin birbirinizin eline.
    çünkü bir tek hayat avucunda tutabilir yüreklerinizi.
    ve birlikte durun ama yapışmayın birbirinize:
    çünkü ayrı durur tapınağın sütunları
    ve birbirinin gölgesinde büyümez meşeyle selvi.

    halil cibran
  • 56
    biraz kahve, hayat kadar sert ve yoğun. ve odanın içinde dans eden sigara dumanı.
    yalnızlığın iki enstrümanı, saatler gece yarısına vurmuşken.
    tepedeki koca ay kadar yalnız ve bir başına kalpler.
    sert ve dalgın bakışlar ve manalı yüzler.

    rüzgarda savrulan hayaller ve onları kenara çekecek olan insan.
    oysa ne kadar zordur ama bu da yaşamanın bedeline gizlenmiş.

    bir çift göz sevdiğinin kalbine bakacak olan,
    bir çift söz ruhuna hapsolacak olan.
    oysa ne kadar zordur sevmek, ne kadar zordur sevilmek.
    ruhun parça parça olurken tekrar denemek.

    her gün aynı sabaha uyanıp,
    aynı güne başlayıp,
    mücadele etmek.
    oysa ne kadar zordur...
  • 59
    kokuşmuş bir çağda yaşamak insanı umutsuzluğa sevk ediyor. gülüşlerin, muhabbetlerin, insanların, her şeyin sahte, instagram like'larının gerçek! olduğu, herkesin twitterda en cool yazıyı nasıl yazarım, en marjinal fotoğrafı nasıl çekerim diye sikik yarışlara girdiği bir zamanda, insanın midesinin bulanmaması mümkün mü? sokayım böyle çağa...
  • 60
    "eda'yla üniversiteye girdiğim yıl tanıştık. annemin öldüğü yıl. insanın ağzında ne kadar kötü duruyor böyle bir cümle; annemin öldüğü yıl. anne bir kere öldü mü artık bütün zaman dilimleri, olaylar onun ölümüyle tarif ediliyor; annem öldükten bir yıl sonra, annem ölmeden iki ay önce, annemin öldüğü yıl."

    tarık tufan - şanzelize düğün salonu

    tarık tufan muhafazakar kesimde saygı duyduğum, yazdıklarını-söylediklerini ciddiye aldığım, objektifliğine ve samimiyetine inandığım nadir yazarlardan. kitap muhteşem değil ancak mutlaka bir yerlerinize dokunacak şeyler bulabileceğiniz iyi bir kitap şanzelize düğün salonu.
  • 61
    "sahip olduğum altı yüz kırk balıktan sonra öğrendiğim tek şey, insanın sevdiği her şeyin bir gün öleceği oldu. o özel kişiyle karşılaştığın ilk anda, onun bir gün ölüp toprağın altına gireceğine emin olabilirsin."

    chuck palahniuk - gösteri peygamberi

    dövüş kulübü'nün yazarı olarak tanındı chuck palahniuk. filmin sonrasında ciddi bir ün kazandı. doğal olarak da kitap da oldukça ünlü oldu. ölüm pornosu'ndan sonraki kitaplarını okumamış olsam da, bu kitabın üzerine çıkabileceğine ihtimal vermiyorum. hayatınızda okuyabileceğiniz en eğlenceli, en dolu, en sarsıcı kitaplardan biri. kesinlikle okunmalı.
  • 62
    "hiçbir şey geçmeyecek baba. kimse kurtulmayacak. çünkü tanrı'nın tanrısı yok. biz ona inanıyoruz, ama o hiçbir şeye inanmıyor. belki de tek gerçek tanrısız, tanrı'nın kendisi. tanrısızlık tanrı'ya mahsus! bu yüzden, kurallarda asalet ve adalet arama! çünkü tanrı, ne asil ne de adil olmak zorunda! benim gibi!"

    hakan günday - azil

    çok genç yaşında kinyas ve kayra ile adını duyurmuştu. kitaplarının çoğunu okumama rağmen bir türlü kinyas ve kayra'yı okuyamadım henüz. ancak genel olarak gördüğüm kadarıyla kitaplarında inişli çıkışlı bir grafiği var. bazı bölümlerde çok iyiyken bir sonraki sayfayı sırf yazmış olmak için yazmış gibi bir havası var ve bu oldukça sık tekrar ediyor. ancak genel anlamda anlatmaya çalıştığı şeyler iyi denebilir. azil'de iyi denebilecek kitaplarından biri benim gözümde. ancak hakan günday özelinde tepe noktası ziyan kitabıdır.
  • 63
    "hayat bazen insana öyle berbat bir gösteri sunar ki nereye bakarsanız bakın çılgınlık ve delilik görürsünüz. bu caziptir; ölümün yaşlılığın, hastalığın gelmesini beklerken yaşanması gereken budur; bu açıkça fırtınaya doğru ilerlemek, her seferinde geceye doğru bir adım atmaktır."

    philippe djian - betty blue

    `37°2 le matin` adıyla filmi de yapılmış kitap. film için idare eder diyebilirim, tabii kitaba kıyasla. türkiye'de pek bilinmeyen bir yazar ve kitap. kendi adıma yazarın başka kitaplarını da okumadım. ayrıntı yayınları'ndan çıkmış bir kaç kitabı daha var. okunmayı bekleyen kitaplarımı olur da bir gün bitirebilirsem, onlara da bir göz atmak istiyorum açıkçası. okuyalı uzun zaman olduğu için çok detaylı bilgi veremiyorum hakkında. üstteki kısım da altını çizdiğim bölümlerden biri. sert hikayelerden hoşlanıyorsanız okumanız gereken bir kitap.
  • 65
    sonunda düşünceleri öylesine durulaştı ki, her şeyin önünü ardına görebilir duruma geldi. bir gece albay gerineldo marquez'e, "sana bir şey soracağım, arkadaş," dedi. "niçin savaşıyorsun?"
    albay gerineldo marquez, "niçin olacak?" diye karşılık verdi. "yüce liberal parti için tabii."
    "niçin savaştığını bildiğin için şanslısın doğrusu. bana gelince, ancak şimdi kafama dank etti: ben yiğitliğe kara çaldırmamak için savaşıyorum."
    albay gerineldo marquez, "bu kötü işte," dedi.
    albay aureliano buendia, onun bu tavrından hoşlanmıştı. "doğru," dedi. "ama yine de, niçin dövüştüğünü bilmemekten iyidir." arkadaşının gözlerinin içine baktı ve gülümseyerek sözünü tamamladı: "ya da senin yaptığın gibi, hiç kimse için anlam taşımayan bir şey adına savaşmaktan iyidir."

    gabriel garcia marquez - yüzyıllık yalnızlık

    okumakta en çok zorlandığım kitaplardan biridir. sık sık dönüp soyağacına bakmak zorunda kalmak, "ulan bu kimdi, bu hangi buendia'ydı" diye diye bitirmiştim.
  • 66
    "kafamın içinde kocaman bir ağaç ve küçücük bir maymun var. daldan dala zıplıyor, onu evcilleştiremiyorum. bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim. ezelden beri o nazlanan senmişsin. saray çatılarında senin için düello yapılmış.
    her insan bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanmaz ya, yanındakine “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye sorar. ben de seninleyken gözlerime inanamıyordum. kulaklarıma inanamıyordum. vücudumdaki hiçbir hücreye inanamıyordum. kimseye soramıyordum da “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye."
    `
    korkma ben varım - murat menteş`

    polisiye kitaplardan hoşlanıyorsanız mutlaka okumanız gereken bir kitap. benim gibi polisiye kitaplardan hoşlanmıyorsanız da mutlaka okumanız gereken bir kitap. dublörün dilemması'yla net bir kan bağı olan murat menteş'in ikinci kitabı ve dublörün dilemması'nın da çok üzerinde bir kitap. nefes nefese, suratınızda sürekli bir gülümseme ve hatta bazı yerlerde kahkahalarla okuyacağınız, bunun yanında öyle boş çerezlik bir kitap da değil. mutlaka okuyun. etkilemiş gibi olmayayım, siz bilirsiniz ama önce dublörün dilemması'nı okuyun derim ben yine de...
  • 67
    "adamın öğle sonları, geceleri salonda oturuşu zebercet'i tedirgin ediyor, yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskiden olduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına, seyrek de olsa gerektikçe burnunu karıştırmasına, hafifçe bir yanına eğilerek yüksek sesle osurmasına, ya da oturmaktan kıçı terlemeye başlayınca doğrulup iki eliyle kalçalarının üstünden pantolonunu sallayarak kıçını havalandırmasına engel oluyordu."

    anayurt oteli - yusuf atılgan

    okurken çok yorulduğum kitaplardan biri. yusuf atılgan o kadar karanlık boğucu bir hava yaratmış ki, parmak uçlarınıza kadar hissettiriyor bunu okurken. uzun bir kitap olmamasına rağmen bitirmem bayağı vaktimi almıştı diye hatırlıyorum. böyle olumsuz gibi anlattım ama aslında öyle diil. okunması gereken kitaplardan.
  • 68
    "parayı dağıtırdım, uyuşturucuyu da dağıtırdım, kendime ve vakit geçirdiğim, saygı duyduğum ve normal bir insanın sözümona kardeşlerini sevdiği gibi sevdiğim delilik sınırındaki çılgınlara, okuldan şutlanmış cankilere, ruh hastası fırlama serserilere, eski mahkûmlara, vietnam askerlerine -gebersinler, tanrı hepsini ayıklasın- sersemlere ve uyuşturucu bağımlılarına daha fazlasını sağlamak için sürekli çalardım.

    14 yaşında, keş, isyankâr bir robin hood. kendimi böyle görüyordum."

    eddie little - cennette bir gün daha

    yazarın gençlik dönemlerini anlattığı, otobiyografik sayılacak bir roman. anlatılanlar, davranışlar örnek alınacak cinsten değil. aynı isimle filmi de çekilmiş ancak zamanında altyazı bulamadığım için izleyemedim. yeraltı edebiyatına ilginiz varsa okunması gereken kitaplardan.
  • 71
    gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun, merhametine bırakılmışlara olanlara davranışında gizlidir; hayvanlara. ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.

    milan kundera (varolmanın dayanılmaz hafifliği)
  • 73
    vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
    değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
    değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
    değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
    değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
    o kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
    ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
    ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
    değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
    değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
    doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
    değil mi ki kötüler kadı olmuş yemen' e
    vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
    seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

    william shakespeare (66. sone)
  • 74
    partinin görüşlerine sıkı sıkıya bağlı olanlar, onu anlama yeteneği olmayan insanlardı. bunlar kendilerinden istenilen şeyin saçmalığını anlamadıkları, olup bitenleri kavrayacak kadar günlük olayları izlemedikleri için, gerçeğe en karşıt şeyleri bile kabullenebiliyorlardı. her şeyi yutuyorlar ve bu yuttukları onlara zarar vermiyordu. çünkü içlerinde bir iz bırakmıyordu. tıpkı bir mısır tanesinin kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi.

    1984 - george orwell
  • 75
    fakat sonuçta düşüncelerin de, ne kadar herhangi bir özden yoksunmuş gibi görünürlerse görünsünler, bir destek noktasına ihtiyaçları vardır, aksi taktirde dönmeye ve anlamsız bir biçimde kendi etraflarında çember çizmeye başlarlar; onlar da hiçliğe dayanamazlar. insan bir şey bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. insan bekliyor, bekliyor, bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. insan tekrar tekrar bekliyordu. hiçbir şey olmuyordu. insan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu,şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. hiçbir şey olmuyordu. insan yalnız kalıyordu. yalnız. yalnız.

    stephan zweig - satranç
App Store'dan indirin Google Play'den alın