• 21
    büyükbaba paradoksu yerine büyükanne paradoksu varsa ne olacak diye sormak istiyorum?
    herhangi birinin bunu yaptığını söylemeye çalışmıyorum; ama ya biri geçmişe gidip kendi geçmişini sikerse?
    büyük değişiklikler için değil de, mevcut durumunu daha iyi bir hale getirmek için olayları manipüle ederse?
    yani yanlışlıkla kendinizi uzak geçmişte herhangi bir zamanda bulursanız ve onunla çıkmanın hata olduğunu anlamadan önce büyük büyük büyükannenizle tanışırsanız ne olur?
    ya kendisi nefis bir piliçse?
    ve diyelim ki ilişki yaşadınız?
    hem sizin kızınız, hem de büyük büyükanneniz olacak bir bebek doğurursa, ne olur?
    bu durum yanlış ve hasta fikirli bir herifin başına gelirse, bu planın nereye doğru gideceğini görebiliyor musunuz?
    süper güçleri olan bir melez mi olursunuz?
    yaşamaya devam ederek, büyükanneniz ve anneniz olacak sıradaki piliçlerle ilişki mi yaşarsınız; gelecekteki kendiniz, hatta mevcut kendiniz daha güçlü, daha zeki, daha deli ..... daha herhangi bir şey olsun diye genetiklerinizi canlandırır mısınız?

    (bkz: çarpışma partisi) *

    evlendiğim dul kadının 18 yaşında güzel bir kızı vardı.
    7 yıl önce ölen anneme hâlâ sadık olan babamla bu kız sürpriz bir kararla evleniverdiler.
    böylece babam damadım, üvey kızım da annem oldu.
    üvey kızımın üvey oğlu, öz babamınsa kayınpederi pozisyonundaydım artık;
    babamın gelini olan karım aynı zamanda kayınvalidesi, benimse anneannem haline gelmişti.
    biricik karımın torununa dönüşmüştüm!
    kısa bir süre sonra babamla üvey kızımın bir oğlu oldu.
    bu çocuk babamın oğlu yani kardeşim, kızımın oğlu yani torunumdu:
    hiçbir zaman çocuğum olmamıştı ama torun sahibiydim;
    baba değilsem de dedeydim!
    derken karım da bir oğlan çocuğu doğurdu:
    babam böylelikle bir torun - kayınbiradere kavuştu.
    çocuğum, dedesine enişte, ablasına babaanne diyebilirdi.
    kendi oğlum, bir bakıma dayımdı.
    birkaç yıl sonra kızımız dünyaya geldi.
    babamın ikinci torunu, baldızı konumundaydı.
    ne hikmetse eşimin kızı da bir kız doğurdu:
    nur topu gibi bir teyzem oldu yani...
    intihar etmeye niyetleniyor ve/ fakat ölümümü duyuracak gazete ilanında ve hele mezar taşımda yazacakları düşününce vazgeçiyordum. ayrıca, damadımı öldürsem baba katili olacaktım; karımın, aramızda hiçbir kan bağı bulunmayan kızını temizlesem, annesini vuran hain evlat olarak anılacaktım; karımı boğazlasam annem öksüz kalacaktı!..

    (bkz: aynalı barikatlar) *
  • 103
    george orwell'in "bin dokuz yüz seksen dört" adlı romanını dillendirip köşeme çekilirim.

    uzun süre önce okuduğum bu distopik romanını sindire sindire tekrar okudum da, insan tekrar tekrar hayret ediyor. müthiş kalemine, fevkalade düşünsel altyapısına, kendisi de sosyalist olmasına rağmen sapına kadar sosyalizm ve gücü elde etmiş otoriter geçiş hükümeti eleştirisi yapabilmesine hayran kalıyorsun.

    okurken, bir anda kendinizi, sürekli bir savaş halinin hüküm sürdüğü söylenen ama aslında kimsenin emin olamadığı dünyada okyanusya'nın londra'sının içine çekilirken buluyorsunuz. alice'in bir tavşan deliğinden harikalar diyarına çıkması gibi.

    büyük birader...
    gerçek bakanlığı, sevgi bakanlığı, varlık bakanlığı ya da barış bakanlığı...
    yenisöylem...
    gerbak, sevbak, varbak ya da barbak.
    çiftdüşün...

    "savaş barıştır.
    özgürlük köleliktir.
    cahillik güçtür."

    ya da

    "2x2=5"

    iki dakika nefret.
    kardeşlik ve goldstein.
    yitikkişi ve buharlaştırma.

    kestane ağacı kahvehanesi...
  • 167
    bu memlekette de bir gün sabah olursa, halûk,
    eğer bu memleketin sislenen şu nâsıye-i
    mukadderatı, kavi bir elin kavi muhyi
    bir ihtizâz-ı temasiyle silkinip şu donuk,
    şu paslı çehre-i millet biraz gülerse...
    o gün
    ben ölmemiş bile olsam, hayâta pek ölgün
    bir irtibatım olur şüphesiz.
    o gün benden ümidi kes,
    beni kötürüm ve boş muhitimde merâretimle unut;
    çünkü leng ü pejmürde nazarlarım
    seni maziye çekmek ister; sen
    bütün hüviyyet ü uzviyyetinle âtisin:
    terennüm eyliyor el'an kulaklarımda sesin!
    evet, sabah olacaktır, sabah olur...
    geceler tulû-i haşre kadar sürmez.
    âkıbet bu semâ, bu mâi gök size bir gün acır; melûl olma.
    hayâta neş'e güneştir,
    melâl içinde beşer çürür bizim gibi...
    siz, ey fezâ-yı ferdânın küçük güneşleri,
    artık birer birer uyanın!
    ufukların ebedi iştiyâkı var nura.
    tenevvür.... asrımızın işte rûh-i amali;
    silin bulutları, silkin zılâl-i ehvâli,
    zıyâ içinde koşun bir halâs-i meşkûra
    ümidimiz bu: ölürsek biz, yaşar mutlak
    vatan sizinle, şu zindan karanlığından uzak!

    tevfik fikret / sabah olursa

    tevfik fikret 120 sene evvel yazmış oğlu haluk'a bu şiiri. yazık ki 120 senede değişen hiçbir şey yok.
  • 71
    gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş, gözlerden uzak sınavı) onun, merhametine bırakılmışlara olanlara davranışında gizlidir; hayvanlara. ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.

    milan kundera (varolmanın dayanılmaz hafifliği)
  • 77
    "sonra, yeryüzü etrafı gökle çevrilmiş uçsuz bucaksız bir mezarlığa dönüştüğünde yeni evler nereye yapılacak peki diye endişeyle mırıldanıyor, belki de insanlar artık gökyüzüne taşınacak diyor ve hemen peşinden de, dünyanın zaten şimdi de kocaman bir mezarlık olduğunu hatırlayıp bunca şeye boş yere kafa yorduğum için öfkeleniyordum."

    hasan ali toptaş - kayıp hayaller kitabı

    metinleri büyülü bir yazar hasan ali toptaş. kitaplarını okuduğumda çok defa geri dönmek zorunda kalıyorum. zira nasıl yazdığına bakmaktan ne yazdığını kaçırdığım çok oluyor. "ne olursa olsun, okunmalı" dediğim nadir yazarlardan.
  • 86
    geyikli gece

    halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
    her şey naylondandı o kadar
    ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
    ama geyikli geceyi bulmadan önce
    hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.

    geyikli geceyi hep bilmelisiniz
    yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
    güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
    hepimizi vakitten kurtaracak

    bir yandan toprağı sürdük
    bir yandan kaybolduk
    glâdyatörlerden ve dişlilerden
    ve büyük şehirlerden
    gizleyerek yahut döğüşerek
    geyikli geceyi kurtardık

    evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
    caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    bilir bilmez geyikli gece yüzünden

            "geyikli gecenin arkası ağaç
              ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
              çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
    ister istemez aşkları hatırlatır
    eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
    şimdi de var biliyorum
    bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
    dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

    hiçbir şey umurumda değil diyorum
    aşktan ve umuttan başka
    bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
    belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

    biliyorum gemiler götüremez
    neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
    örneğin manastır'da oturur içerdik iki kişi
    ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
    öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
    koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
    geyikli gecenin karanlığında

    aldatıldığımız önemli değildi yoksa
    herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
    gümüş semaverleri ve eski şeyleri
    salt yadsımak için sevmiyorduk
    kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
    ne iyiydik ne kötüydük
    durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

    ama ne varsa geyikli gecede idi
    bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
    bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk

            "geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
              imdat ateşleri gibi ürkek telâşlı
              sultan hançerleri gibi ayışığında
              bir yanında üstüste üstüste kayalar
              öbür yanında ben"
    ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
    eskimiş şeylerle avunamıyoruz
    domino taşları ve soğuk ikindiler
    çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
    gölgemiz tortop ayakucumuzda
    sevinsek de sonunu biliyoruz
    borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
    ikramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
    daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    iyice kurulamıyorum saçlarını
    bir bardak şarabı kendim için içiyorum
            "halbuki geyikli gece ormanda
              keskin mavi ve hışırtılı
              geyikli geceye geçiyorum"

    uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.

    (bkz: turgut uyar)
  • 126
    --- alıntı ---

    [yusuf bir kadının çenesini bu kadar açabilmesine hayret ediyor, bunlara tahammül eden kaymakam'a biraz da merhametle bakıyordu.]

    [memleketi asıl idareleri altında bulunduran bu adamların karşısında bir hükümet memurunun ne kadar az kıymeti olabileceğini; bir kaymakamın, aşağı yukarı, kendisine itibar edilen, fakat işlerine engel olmaya başlayınca derhal tüydürülen bir kukla olduğunu bildiği için, vaziyetten tamamen ümidi kesmiş gibiydi.]

    [akşamdan akşama iki kadehin zararı yoktur. insana dünyayı unutturur. eh, bu dünya da unutulacak dünya zaten...]

    ["senin kimsen yok mu?"
    yusuf gözlerini karşısındakinin yüzüne dikerek uzun müddet baktı. bir şey düşünmüyor, sadece kafasının içinden birdenbire hızla geçmeye başlayan bir hatıralar şeridinin durmasını bekliyordu. nihayet yavaşça:
    "benim de kimsem yok!" dedi.]

    [ikisinin içinde de hem uzun zaman sonra tekrar görüşmenin verdiği bir memnuniyet, hem de belki bir daha görüşmeyeceklerini sezmekten doğan bir hüzün vardı. hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değilde ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.]

    ["üzülecek adam evvelden düşünmeliydi, evladım. insanı kaçırmak marifet değil, doyurmak marifet... ah cahil kız!"]

    --- alıntı ---

    kuyucaklı yusuf, 1937, sabahattin ali, yky.
  • 76
    "fakat insanların anlamaları zaman alacak ve bir süre zarfında, ötekiler şu adına, bu adına tezgahlarını sürdürüp gidecekler. fakat neyin adına?... neyin adina tıp, toplumsal düzenin her gün kasıtlı olarak yol açtığı yoklukların doğurduğu hastalıklardan para kırıyor?... neyin adına bir adam, pratikte kırk para vergi ödemeyen bir adamdan yüz kat azını kazandığı halde daha fazla vergi ödemek zorunda kalıyor?... neyin adına... hangi güzel ilke uğruna bu bokluğu yaşıyoruz, oysa bu binaların ağırbaşlı sadelikteki ön cepheleri başka mahallelerdeki on kuşak insanın elde edemeyeceği servetleri saklarken... bir sinema yıldızı ya da pop müzik starı neyin adına, bir yılda, yüzlerce işçinin, ya da üçüncü dünya ülkelerinde milyonlarca insanın ömürleri boyunca kazandıkları paranın toplamından çok daha fazla kazanıyor?... bugün ingiltere'nin tahtına oturmuş ve dünyanın en zengin kadını olan bir alman hiç vergi ödemiyor... neyin adına? hangi adalet? hangi yasa? hangi düzen? hangi tanrı? ve sanki bütün bunlar yetmiyormuş gibi, onlar, bir savaş, bir açlık, bir topyekün ölüm tehdidi altında tutarak insanlığı tutsak ettiler... bu kez yeni dünya düzeni adına, daha önce naziler, japon imparatorluğu, stalin tarafından ve şimdi de amerikalılar tarafından dile getirilen düzen... uluslararası para fonu da öyle... medya tarafından her gün anımsatılan ve gündemden düşürülmeyen tehditler ve korkular, dünyanın efendilerine var olmayan bir gelecek, ölü bir tanrı, yitip gitmiş bir peygamber, beyaz cübbe giymiş bir kaçık adına, hiçbir zaman sahip olamayacakları bir özgürlük adına topluluklara egemen olmalarını sağlıyor..."

    son sürgün - dragan babic
App Store'dan indirin Google Play'den alın