işin mutfağında olmadan, yani içerisinden yorum yapmadan çözmenin belki de galatasaray spor kulübünün futbol alanında çözülmesi en zor yeri burası belki ancak bazı yorumları (ne kadar sağlıklı olabilir bilmeden) yapmak lazım hakkında.
galatasaray'ın en son finansal tablosunda borcu 4.510.000.000 tl. bunun 3.027.000.000 tl'si sportif aş, kalanı ise dernek borcu olarak görünüyor.
not: burada kaynağı ntvspor'un 10.08.2021 tarihinde girdiği haberi kaynak olarak aldım, finansal tabloların kendisi maalesef elimizde değil. bu bağlamda borç / alacak farkı ve bankalar birliği vb. konularda yorum yapamıyoruz.
peki bu bize ne gösteriyor? doların 10 lira, euronun 11,40, sterlin'in 13,38 olduğu bir ekonomik sistemde bizim borcumuz maalesef boyumuzu aşmış durumda. peki bu bizi nereye götürüyor?
sürdürülebilir bir futbol düzeni ve sistemi için; altyapımızın dişlilerinin sağlıklı dönmesi, aralara sıkışanların aradan çekilmesi, bu sayede de en büyük çarkı yani futbol takımını döndürebilmemiz lazım. bu artık bizim için "yapılması gereken bir plan" seviyesinden bile öne geçmiş, "sürdürülebilir gelecek için yapmak zorunda olduğumuz devrim" seviyesine gelmiştir. çünkü yapacağımız en ufak transfer, gelir / gider dengesi düşünüldüğünde bile bizim boynumuza külfet olmaya devam edecektir. aldığımız bir futbolcuya 1 milyon dolar peşin ödemeyi kabul etsek bugün 10 milyon tl ediyor, gelecek sezon ne edeceğini kestirmek bile güç ancak doların senede %30-40 arası arttığı anlık ekonomik düzenimizde çok da ütopik değil bunları düşünmek. bir de "iç piyasa ile yapılan tüm gelir anlaşmalarının tl üzerinden yapılması" düzeni var ki en can sıkan nokta da bu gelecek anlamında, çünkü bir yanda eriyen bir tl diğer yanda kur bazında artan ödemeler var.
peki, bunun altyapı ile ne alakası var? altyapı dedik ekonomi konuşuyoruz gibi gelebilir size ancak kulübün ekonomisini anlamadan bu yapıyı konuşmak çok da kolay değil.
bakın size bir örnek vereyim: barcelona'nın tarihinin en iyi dönemi sizce hangisidir?
bu sorunun cevabı çok kolay: xavi - iniesta - puyol - pique - messi'nin aynı anda sahada olduğu ve barcelona'nın tüm avrupa futbolunu pep guardiola ile domine ettiği 2010 - 2011 sezonunu örnek verebiliriz.
bakın o dönem barcelona kadrosundaki altyapı yani la masia kökenli oyuncular ve o günlük transfermarkt değerleri aşağıdaki gibidir:
victor valdes - 20 milyon euro
gerard pique - 35 milyon euro
carles puyol - 20 milyon euro
sergio busquest - 30 milyon euro
andres iniesta - 60 milyon euro
xavi - 50 milyon euro
lionel messi - 100 milyon euro
pedro - 25 milyon euro
ve burası sadece barcelona'nın bu dönemdeki dominasyonuna etki eden oyuncular. barcelona bu oyuncuları altyapıdan yetiştirmeyip o sezon başında hepsini transfer etmiş olsa 340 milyon euro 2010 yılında para harcamış olacaktı, ancak barcelona'nın yaptığı bu değildi. bu oyuncuların tamamı la masia çıkışlı ve tamamı bir sistemin içerisindeki çarklardan ibaret olmuş oyuncular aslında.
peki barcelona bunu nasıl yaptı? bu sadece "bir yaş aralığında iyi bir jenerasyon yakaladılar işte canım" demekle açıklanabilir bir durum mu?
açık söylüyorum: bu şekilde bunu yorumlayan kişi maalesef ki oyuncu yetiştirmenin, altyapının ya da temel olarak futbolun ne olduğundan çok da haberdar değildir maalesef. tıpkı "96-2000 kadrosu zaten iyiydi, terim olmasa da o kadro başarılı olurdu bi kere" demekten farksız. evet hepsi dünya klasında oyunculardı baktığımız zaman ancak onları bir araya getirip bir takım yaratan ve başarıya yürüyen ismin fatih terim olduğu aşikar. şenol güneş bile sadece yabancıların yerine ikame edebilecek en iyi yerli oyuncuları topladı dünya üçüncüsü oldu, ama takım terim'in kurduğu takımdı, oyun terim'in kurguladığı oyundu.
neyse, sapmayalım konudan. o başka bir yazının konusu aslında.
yine aslında başka bir yazının konusu gibi görünen ancak bu başlığı ziyadesi ile ilgilendiren bir konuya biraz gireceğim, emin olun sonu bağlanacak.
her birinizin ezbere bildiğini bilmeme rağmen size futbol ile ilgili bazı temel bilgileri vereyim:
futbol aslında sadece alan bulma oyunudur. 2 takım düşünün, bunlardan birisi hücum ediyor diğeri savunma yapıyor olsun. hücum yapan takım, savunmanın içerisinde alan bulmaya çalışırken savunma yapan takım ise bu alanı vermemek üzerine planlar yapar. futbol dediğimiz oyunun temel noktası budur.
peki nasıl alan bulunur? bunun için işte taktiklere, sistemlere ve oyun şablonlarına ihtiyacınız vardır. savunma yapan takımın dengesini bozmak size alan verir, bulduğunuz alanı değerlendirdiğinizde kazanırsınız. eninde sonunda kazanırsınız çünkü taktiğiniz, sisteminiz, şablonunuz doğrudur ve rakibin de ne kadar doğru olursa olsun bozarsınız bunu.
italyan teknik adam, 5-4-1 sisteminin yaratıcısı ve catenaccio taktiğini diğerlerinden yardım ile hayata geçiren annibale frossi'nin dediği aslında doğrudur. "mükemmel futbol maçı 0-0 bitmelidir. çünkü bu sahadaki hücum ile savunma arasındaki dengeyi gösterir." rakibi mükemmel alan kapatmaktan açtığınız anda bu alanı bulur ve skora gider maçı kazanırsınız, bu kadar basit.
üstteki önerme ne kadar biz seyirciler için sıkıcı bir maçı işaret etse de aslında doğrudur. neyse, konumuza geri dönebiliriz artık.
futbol takımı dişli ile çalışan bir makinedir. dişliler birbirlerinin dönmesine yardım eder ve makine çalışır.
buradaki sorun, dişlilerden birisi sistemden çıktığında yerine aynı şekilde bir dişli koyarak makinenin çalışmasını devam ettirmektir. çünkü sakatlıklar - cezalar - transferler derken muhakkak dişliler bir şekilde çıkacak, yerlerine yenileri gelecektir. yeni gelen dişli eskisi kadar güçlü olmazsa makine çalışmayacaktır.
işte burası sevgili arkadaşlar, bizim altyapımıza vermemiz gereken önemi gösterir.
sadece as takım değil, tüm takımlarımız bizim birer makineye dönüştürülmeli. elbette as takım kadar büyük olmasa da tüm dişliler yapacağı görevi bilmeli, tüm dişliler doğru şekilde çalışmalı ve sistem işlemeli.
as takımı 1 oranında düşünürseniz altyapı 1/2 diğer altyapı takımları 1/4 1/8 vb. oranlar ile kurulmalı ancak hepsi aynı makine olmalı. yani hepsi aynı taktiği çalışmalı, yani hepsi en alt kademeden en üste kadar ne oynayacağını bilmeli.
diyelim sol bek oyuncusu, şu anda as takımda en sıkıntılı mevkimiz bir çoğumuza göre. buradaki dişliyi (oyuncuyu) çıkarıp yerine altyapıdan bir dişli koyduğumuzda bizim makinemiz çalışmaya devam etmeli. etmek zorunda. etmediği her saniye makinemiz boşa duruyor demektir ve üretim yapanlar bilir boşa yatan bir makine = zarar.
işte burada almamız gereken örnek aslında karşımızda kapı gibi duruyor, biraz bozulmuş olabilir son döneminde ancak bize bir altyapı sisteminin nasıl olması gerektiğini en net anlatacak sistem daha önce kurulmuş, denenmiş ve başarısı kanıtlanmış olan barcelona'nın yapısıdır.
yani la masia'dır.
johan cruyff barcelona'nın başında göreve gelene kadar aslında bu tarz bir yapıdan bahsetmek barcelona için de pek mümkün değildi. girişimler vardı ancak hiç bir zaman o istenen potansiyele ulaşamamış, zaman zaman kapatılmış, zaman zaman verimi düşmüş bir yapıdan bahsetmek mümkün aslında la masia derken.
ancak cruyff ve işin başındaki isim laureano ruiz birlikte oluşturdukları bir sistem ve antrenman methodları ile bu sistemi çalıştırmayı başardılar. eğer cruyff bu işin mimarı ise, laureano la masia sisteminin babasıdır.
kelime çevirisi olarak çiftlik evi anlamına gelen la masia bu şartlar altında kurulmuştur. cruyff oynamak istediği sistemi belirlemiş, antrenman methotlarını çizmiş, istediği tarzda oyuncuları net olarak anlatmış ve laureano ruiz bunların hepsini la masia'da hayata geçirmiş. 4 yıllık teknik adamlık döneminde cruyff toplamda 32 tane la masia mezununa barcelona 1. takımında forma vermiş. 32 tane.
ve gelelim pep guardiola'ya.
barcelona b takımında teknik direktörlüğe cruyff'un önerisi ile başlayan guardiola, ilk yılının ardından a takıma yükseltildi. bu guardiola barcelona a takımı ile 2 şampiyonlar ligi şampiyonluğu alırken kadrosunda her bir finalde 7'şer tane la masia mezunu vardı.
şimdilerde yenilenmiş ve eski görkemli günlerini arayan la masia aslında en büyük yardımı guardiola'nın kariyerine yapmıştır. hali hazırda bir la masia mezunu olan teknik adam, önce b takımı ile yeniden oraya dönmüş ardından a takımı teknik direktörlüğünde 2 şampiyonlar ligi şampiyonluğu, 3 peşpeşe la liga şampiyonluğu getirmiş ve bunu 11 oyuncusundan 7'si la masia mezunuyken başarmıştır.
çöküşü ve artık eski görkeminde olmayışı aslında apayrı bir yazıda incelenmeli ancak basite indirgersek eğer;
1- a takımın çok başarılı olması ve oyunculara şans verilmemesi
2 - genç oyuncuların üzerindeki baskının çok yüksek olması
3 - kiralama sisteminin yeteri kadar kullanılmaması
4 - sürekli oyuncu kazanımı + kazanılan oyuncuların değerlendirilmemesi üzerine sıkışma
5 - as takımın taktiğinin değişmesi, la masia'nın da sisteminin değişmesi ve henüz meyvelerinin alınamaması
gibi 5 maddede özetleyebiliriz.
peki biz bunu galatasaray'a nasıl entegre etmeliyiz ya da daha doğrusu edebilir miyiz?
fazlasıyla zor, meşakkatli ve sancılı bir süreç bu. ancak eğer ki biz bu dişliler bu makineyi çalıştırmaya devam etsin diyorsak bizim dönmemiz gereken sistem budur.
barcelona'nın yıllarını almış bir düzen var ortada, kısa vadede bunun değişmesi çok kolay değil. ancak günümüz ekonomik koşulları ile ortalama bir oyuncuya senelik yapılacak yatırım bu sistemi doğru çalıştırmak için kullanılırsa işte o zaman ciddi değişimler gözlenebilir bana kalırsa.
öncelikle kemerburgaz tesisleri: ne kadar erken bitebiliyorsa o kadar erken bitirilmeli. çünkü hali hazırda florya'da genç takımların kullandığı sahaların durumunu az buçuk biliyoruz ve aradaki uçurum bizi maalesef zorlayacaktır gelecek dönemler için. bugün ajax'ın genç tesislerinde 10 - belki daha fazla saha var. tüm yaş kategorileri aynı kalitede çimlerde benzer şekillerde çalışıyorlar, bizde bu durum halen sıkıntılı.
sonra koçluk ve mentorluk: aslında burada da daha çok ajax modeli örnek alınabilir çünkü ajax'ın teknik direktörlüğü ve antrenörlüğü bile öğreten ayrı bir akademisi var. biz sadece "eski futbolcu altyapıda çalışsın işte" falan diye bu işlere bakarken adamlar bunun için bile ayrı bir okul kurmuşlar adeta.
gelelim 1481 futbol grubu projesine: aslında beni gelecek dönem için en heyecanlandıran projelerden birisi bu. şu an için niğde anadolu fk alımı bile bu projenin geleceği için umut vadediyor. fransa'dan hollanda'dan belki ingiltere'den almanya'dan küçük de olsa takımları satın alıp buralara tesis - antrenörlük için yapılacak ufak yatırımlar ve galatasaray'ın oyun yapısını - sistemini genç oyunculara aktaracak çok kapsamlı bir proje beni ciddi anlamda heyecanlandırıyor. umarım beklediğimiz sonuçları görebiliriz.
sonuç: beklenti nedir bilmiyorum ancak bildiğim şey yüksek beklentinin herkesi üzeceği. siz altyapıdan çıkan her futbolcunun prime arda turan yeteneğinde ozan kabak kalibresinde çıkmasını beklerseniz yanılırsınız maalesef. belki bu sistemden çıkan futbolcuların tepe noktası sabri sarıoğlu olacak (ki yanlış anlaşılmasın, yıllarca a takıma her şekilde hizmet etmiş bir oyuncuyu asla yermiyorum - yeteneğini de tartışmam burada, verdiğim örnek sadece seviye göstermek için) belki özgürcan özcan olacak belki cafercan aksu olacak belki de cem sultan olacak. (bu oyuncuları hatırlamayan genç kardeşlerime google aramaları yapmalarını ve öğrenmelerini tavsiye ederim)
ancak netice itibarı ile atıyorum sofiane feghouli ile yeni bir sözleşme yapıp 2.5 milyon euro (günlük kurdan senelik 28.500.000 tl) vereceğimize bu 28.500.000 tl'yi galatasaray'ın geleceği için kullanma şansını yaratalım. belki bugün değil, yarın değil ancak bir gün bu yapıya harcadığımız 28.500.000 tl sayesinde yarın sofiane feghouli seviyesinde oyuncuların bile giremeyeceği bambaşka bir takımımız olacak. belki altyapımızdan 10 tane feghouli çıkacak, satışları bizi ekonomik olarak rahatlatacak, belki a takıma katkı sağlayıp bizi dünyalardan büyük hedeflerimize ulaştıracak. belki de cafercan olacak, bilemeyiz. ancak denemeden bilmenin bir yolu yok.
sürekli olarak oyuncu alımı ile, yüksek maaşlarla, satılamayıp elde kalan oyuncularla döndürülebilecek bir sportif yapımız artık maalesef ki yok. bunu kabul etmemiz lazım.
ancak kabul etmemiz gereken en önemli nokta, belki en kilit şey şu: sabırlı olmak zorundayız.
bu kadar yazının 2 nedeni var aslında. 1.si zaten ne zamandır 3 senelik yapılanma çerçevesinde bu konuya da değinmek istemem. 2.si de bugün gündeme gelen
altyapıdaki futbolcuların hepsini süper star zannetmek başlığı. sabah oradaki yazılanları okudum kahvaltımı yaparken, inanamadım. bakın arkadaşlar, altyapınızdaki her forvet messi, her orta saha xavi, her stoper pique, her kaleci muslera olmak zorunda değil. sürdürülebilir bir yapı, 25 kişilik kadro, kurulan oyun düzeni ve antrenmanlar içerisinde iş yapabilecek ve maliyeti sadece yetiştirmeye harcanan para olan her oyuncu bizim için artık süper star seviyesinde değer görmelidir.
misal ali yavuz kol. gol mü kaçırıyor? kaçırsın. 1 tane 3 tane değil 100 tane kaçırsın, önemi yok. 101'den itibaren düzenli bir oranla gol atmaya başlaması demek senin diagne'ye 13 milyon euro ödememen demek, falcao'ya senelik 5 milyon euro maaş vermemen demek. seni rekabetçi seviyenin içerisinde tutabilecek her oyuncu bizim için (bulunduğumuz ekonomik şartları göz önünde tutmak zorunluluğu ile) süper star olmak zorunda. olmasa bile bu çocuklara sabretmeliyiz, zaman vermeliyiz.
gidin bir ağaç dikin, büyümesi 40 sene alıyor. gidin bir iş yeri açın, düzenli olarak çalışması bazen seneleri buluyor.
ağacın başında durup "ne biçim ağaç bu, bundan ağaç falan olmaz" demenin ağaca faydası ne?
işyerine gidip "yok, olmaz sen bu işi yapamazsın" diye her gün oradaki insana söylemenin faydası ne?
genç oyunculara sabredeceğiz. hep birlikte sabredeceğiz. bu yapıya inanarak genç oyunculara sabrettiğimizde bana yarının barcelona'sı olmayacağımızın garantisini verebilecek var mı?
bu garantiyi veremiyorsanız genç oyuncuları biraz daha rahat mı bıraksak artık gelişimleri için?