26 eylül 2014 tarihinde sivasspor karşısında 3 puan aldık. ilk yarı oynanan futbol da gayet tatmin ediciydi, birkaç münferit hata dışında. insanı ümitlendiren bir tablo vardı.
26 eylül 2010'da ibb'yi 3-1 yenmiştik. iyi başlayamadığımız sezonda üst üste 4. galibiyeti almıştık, iyi de oyun sergilemiştik. ali sami yen'de gittiğim son maçtı, o yüzden hiç unutmam, arkadaşlarla takımın rayına oturduğunu ve artık çok umutlu olduğumuzu söylüyorduk.
pino, sarp, barış, bitik kewell, müzmin sakat baroş, çok sevsem de bitmiş hakan ve hain servet'iyle neyin umuduysa!
sami yen'de gittiğim son maçın, rijkaard'ın da kazandığı son maç olduğunu bilmiyordum tabi.
sivas karşısında hissettiklerim, 4 yıl önce ibb karşısındaki yalandan ümitlerle o kadar benziyor ki.
ikinci yarıdan bu ortaya çıktı. koca galatasaray takımı, köşe gönderinde topu sıkıştırarak evinde 2-1'e yatıyor.
taraftar? bu durumdan memnun, helal olsun ya diyorlar. 90. dakikada anadolu takımı gibi vakit geçirmeye çalışıyorsun, taraftarın "koyduk mu" çekiyor. zaten maç boyu takımı uyutan, birkaç yüz kişinin dışını kapsamayan saçma arabesk tezahuratlarla tribünü mahveden bir oluşumdan da bu beklenirdi.
evet bugüne kadar tribünden kimseyi yuhlamadım, buna burak yılmaz ve selçuk da dahildir, bu iki kafadarın her saçmalamasını da 3 yıldır içimden saya söve alkışlıyorum; ama kardeşim şu oyunu da övmeyin. takım evinde kepaze gibi oynuyor, hocası saçma değişikliklerle maçı rakibe vermeye uğraşıyor, utanılacak futbola rağmen "koyduk mu" çekiyor taraftar. utanıyorum resmen, galatasaray bu değil, galatasaray taraftarı bu değil.
bugüne kadar görev yapan hocalardan desteğimi kestiğim pek görülmemiştir. bir bülent korkmaz'da oldu, bir de şimdi prandelli'de oluyor. bir insan, ilk yarısını alenen ezdiği maçın ikinci yarısını bu kadar kolayca rakibe nasıl verir? elbette hocadan iyi bildiğimi söylemiyorum, ama maçı en güzel mevkiden izleyip üzerine 3.5 milyon avro cukkalayan, maçta olumlu bir hamlesi olmayan insanı bırakın da zamanının önemli bir kısmını, mutluluğunun ise neredeyse tamamını galatasaray'a bağlayan biri olarak eleştirelim.
bakın mancini'yi hiçbir zaman yermedim, sürekli destek oldum, gittiğinde gerçekten üzüldüm. neden? başarılı olduğu için mi?
fatih terim'i ise hiçbir zaman sevmedim, demirören'le anlaşana kadar da neredeyse galatasaraylıların tümü bana karşı cephe alırdı fatih terim'e karşı tutumum yüzünden. yani 1 yıllık bir olay değil ona karşı duruşum. sevmeme nedenim başarısız oluşu mu? o da hayır.
bir hocayı sevmem için başarılı olmasına, sevmemem için de başarısız olmasına gerek yok. galatasaray'a yakışan veya yakışmayan kişileri başarıdan ayrı olarak ayırt edebilirim.
yazık, galatasaray taraftarı şu halde:
http://gss.gs/1568860böyleleri çoklar da, bunlar işte sivasspor karşısındaki onursuz galibiyete "koyduk mu" çeken kafa.
bizden 15 yaş ve daha eskiler için gerçek galatasaraylı ayrımına gerek yoktur, onlar 14 yıl şampiyon olamamış takımı aşkla takip etmeye devam etmiş insanlar.
ne zaman galatasaray şampiyon kulüpler kupası'nda yarı finale çıktı, işte o başarı için galatasaray'ı tutanlar türedi.
bizim nesilde de uefa kupası taraftarı çok malesef.
bir galatasaraylı için galatasaray'ın anlamı ali sami yen'de kapalıya vuran güneşin kızıllığıyla özetlenmiyorsa, klasik bir başarıya endeksli taraftarla karşı karşıyasınız demektir. 2 olumsuz sonuç sonrasında "ben zaten fanatik değilim" der geçer.
evet bugün kötü oyuna sinirlendim, bunun yanlış olduğunu düşünmüyorum. özellikle ofis ve çevremdeki fanatik troller, kaybettiğimiz her maç sonrası dalga geçmeye çalışır benle. her zaman "takımın canı sağ olsun" der geçerim, iyice kudururlar. evet yenilsinler, her seferinde canları sağ olsun derim. ama bırakın da onurlu mücadele etmelerini istemek de hakkımız olsun.