ilk entrymi hakkında girmek istediğim sevgili takımım.
nasıl ki, dnama işleyen genlerin yarısını babamdan aldıysam, yine doğumumdan itibaren kendisi tarafından genlerime işlenmiş, damarlarımda gezen kanın rengi turuncuya dönmeye başlamıştı çoktan.
insan aklı, üstüne çok düşünmedikçe eskileri gerilerde depolamaya başlıyor bir yaştan sonra. galatasarayımıza dair ilk anılarım dersek, bebeklik ve çocukluk fotoğraflarından gördüklerimden bahsetmiyorum, sanırım o zamanlarda popüler olan amca ve dayıların seni farklı bir takıma geçirme denemeleriydi. 4-5 yaşındayken bisiklet ve akülü araba tarzı şeyleri reddettiğimi hatırlıyorum, forma vs tarzı şeyleri saymıyorum bile.
herkesi duygulandırayım bir yandan, en sevdiğim eşyalardan biri gelsin. 9 numara (bkz:
show tv reklamlı sarı forma). parçalı bizi tanımlayan şeylerden biri tamam, ama yok mu o açık sarı ah. çocukluğumuzdan gelen işte, günümüzde 32 yaşındayım ama her sene usanmadan bir umut sarı forma beklerim.
bir diğeriyse bir tık yaşım büyüdüğünde olan (bkz:
3 kasım 1999 galatasaray milan maçı). yediğim en garip azarlardan birine aracılık eden maç. 90lı yıllarda çocukluğunu lojmanlarda geçirenler bilir, o lojman dediklerin şimdinin büyük, kaliteli aile sitelerinden daha samimi ve kaliteliydi. şanslıyım ki o zamanlar türkiye’de her devlet kurumunun amatör ve profesyonel branşlarda takımları olurdu. ki ailemin çalıştığı devlet kurumu da birçok branşta ülkemiz için birçok tanınmış ve kaliteli sporcunun yetişmesine aracılık etmiştir. bende 12 yıl bu kurumda yüzmüş, birçok lokal ve türkiye şampiyonasında yarışıp madalyalar almış, yıldızlarda milli takım seçmelerini geçip sporu bırakmış biri olarak, bende bu bahsettiğim sporculardan biri olabilirdim eğer bırakmasaydım, tabi hayat olan oldu seçimler yapıldı. bunları anlayıp garipsemeyecek duruma geldikten sonra, yine şanslıyım ki çocukluktan ergenliğe geçişimi gerçekleştirdiğim 6 sene bize ev sahipliği yapan lojmanda yanlış hatırlamıyorsam, 6 tenis kortu, 1 basketbol sahası, 1 futbol sahası, 2 restoran vardı. e malum 24/7 bekçi de olduğundan sabah akşam dışarıdayız. benimde o dönemde yaşıtım yok lojmanda. 2 yaş küçük bir çocuk var, ondan sonra en yakını 2 yaş büyük ve katlanarak gidiyor. kanım kaynıyor tabi bu kadar spor ve futbolun içine doğmuşken, yanlış olmasın iyi de oynuyorum yaş kategorimde, bunun sebebi de lojmandaki ortaokullu ve liseli abilerle sürekli çim sahada maç yapmam. ne zaman güzel maç çıkarsam yalvarıyorum anneme bursasporun seçmelerine götür diye. annem sağolsun ayağını kırarlar hayatın biter diye asla izin vermiyor. şimdi düşünüyorum da, izin verse belki de bursasporun şampiyon kadrosunda yer alabilirdim işlerin iyi gittiği senaryoda. belkide sakatlanırdım kim bilir. neyse, yine efsane maç günlerinden biri olmuş maçtan sonra muhabbete oturmuşuz derenin kenarında. o zaman tabi cep telefonu yok, saat merfhumu da yok. hava kararınca gidersin eve. muhabbetin ortasında bir kükreme duydum. uriiiiii, uriiiiii. bir koşuşum var eve, babam sağolsun elini kaldırmazdı ama çok güzel haşlardı. nerdesin ulan, saat kaç farkında mısın ?? yemek yenmiş, sofra kalkmış, kahveler içilmiş. ben ortada yokum. babam bakmış maç başlıyor, saat 21.45 çıkmış balkona sağolsun bağırı vermiş.
* paparamızı yiyip doyduktan sonra, babamla en sevdiğimiz aktivitemiz olan galatasaray maçı izlemeyi gerçekleştirdik. dk.90 ümitin penaltısıyla bi gürültü apartmanda, herkes bağırıyor, çığırıyor zıplıyor. ben ağlıyorum, dönüp bakıyorum babam ağlıyor. ve efsane uefa kupası yolculuğu başlıyor bizim için.