1
kanımca bu kriter kişilere ve dönemlere göre farklılık gösterebilir. kendimden yola çıkacak olursam benim futbolcu beğenme kriterimde çocukluğumdan bugüne bir değişim oldu. bunun sebebinde dünya futbolunda olan değişim, galatasaray'da olan değişim gibi faktörler söz konusu. yaşım itibari ile bülent korkmaz, hakan şükür, ergün pembe, arif erdem, hasan şaş gibi bizim çocuklarımız dediğimiz değerlerle birlikte hagi, popescu, taffarel, van gobbel, saunders, souness, capone gibi yabancı da olsalar kısa süreli ya da uzun süreli de olsalar gene bizden birileri diyebileceğimiz değerlerin harmanlanmasıyla oluşan o galatasaray benim futbolcuyu sevme kriterimi belirlemişti. o kriteri de şöyle açıklayabilirim; hani mahalle maçlarında kadroyu güçlendirmek için kendimizden büyük abileri çağırırdık. teknik futbolcu, harika paslar atan biri olduğundan değil de bize abilik yapsın diye sahada bizi komuta etsin diye çağırdığımız abiler. ama süleyman abi idi ama ibrahim abi idi hepsi aynı görevde sahadaydı, gözlerine baktığında iki kat azimle oyuna dönmek. bu nedenlerledir ki mahalle maçlarımla hayal alemlerim arasında köprü olmuştu galatasaray. bu köprü futbolcuyu sevme kriterimi galatasaray forması olarak belirledi.
zamanla galatasaray şaşalı günlerinin ardından düşüş yaşamaya başladı. bir yandan borçlar, bir yandan başarı açısından yükselen çıtanın istenen sonuçları verememesi gibi etkenler futbolcu kalitesine de yansımaya başladı. bir baktım ki andres fleurquin diye bir adam çıktı ortaya. nereye koysan oynar bir adam. defansa koyuyorsun hava topu birakmiyor, orta sahaya koyuyorsun varını yoğunu koyuyor sahaya. hep deriz ya 40 yıllık galatasaraylı gibi diye, işte aynen öyle. sadece o da değil sebastian perez mi dersin, maç başına 5 bin dolar alan atmadığı kritik gol kalmayan radu niculescu mu, marcio mu. tüm isimleri saymak istemiyorum siz ne demek istediğimi anladınız. bu dönemler ise benim futbolcuyu sevme kriterimi isim yapmamış fakat takım için en az girdi ile maximum fayda oluverdi. hiç unutmam real sociedad'ın nihat'la beraber şampiyonluğa oynadığı sezon tüm türkiye dört gözle izlerdi real sociedad'ın maçlarını. herkes de pedro, kovacevic, karpin derken ben hep schurrer'i ilgiyle takip ederdim. o daha az ilgi çekici olmasına rağmen bana daha çekici gelirdi. okuldaki tek aktivitemiz kağıda en sevdiğiniz 11'i yazarken öyle isimler yazardım ki; ''ulan oğlum bunlar kim rivaldo varken'' gibi sözleri işitirdim hep.
günler, aylar, yıllar geçti. elano blumer galatasaray'a geldi. benim futbolcuyu sevme kriterim gene biraz farklılaşmaya başladı. hem dünya çapında futbolcu, hem de fayda sağlamak için ek antrenmanlarla kondisyonunu geliştirmeye çalışan dört oyuncunun bile yıkamadığı bir futbolcu. oynadığı ülkenin standartlarının farkında olmasına rağmen topçuluğuyla değil futbolculuğuyla takıma fayda sağlamaya çalışan bir elano. neyse elano'yu fazla yazmayayım çünkü biraz fazla duygusal bakıyorum, ki siz ne demek istediğimi anladınız.
farklı dönemlerde farklı tarzda futbolculara eğilim gösterdim ancak kıyamet gününe kadar sürecek benim kişisel olarak değişmeyen tek futbolcu sevme kriterim vardır: metin oktay. kendisini izleyememiş olmama rağmen galatasaray denince, yaşamımın sevdiğim kızdan tutunda maddiyatımı ayarlamama kadar her katmanına işlemiş galatasaray sevgisi denince akla ilk gelen isim olan metin oktay. spor alanındaki en büyük idolüm metin oktay. sözlükte adına entry girerken besmele çektiğim tek isim metin oktay. onunla başlayan bu ateş şu an arda turan ile devam etmektedir. bu yüzdendir arda turan sevgim, bu yüzdendir steven gerard sempatim.
zamanla galatasaray şaşalı günlerinin ardından düşüş yaşamaya başladı. bir yandan borçlar, bir yandan başarı açısından yükselen çıtanın istenen sonuçları verememesi gibi etkenler futbolcu kalitesine de yansımaya başladı. bir baktım ki andres fleurquin diye bir adam çıktı ortaya. nereye koysan oynar bir adam. defansa koyuyorsun hava topu birakmiyor, orta sahaya koyuyorsun varını yoğunu koyuyor sahaya. hep deriz ya 40 yıllık galatasaraylı gibi diye, işte aynen öyle. sadece o da değil sebastian perez mi dersin, maç başına 5 bin dolar alan atmadığı kritik gol kalmayan radu niculescu mu, marcio mu. tüm isimleri saymak istemiyorum siz ne demek istediğimi anladınız. bu dönemler ise benim futbolcuyu sevme kriterimi isim yapmamış fakat takım için en az girdi ile maximum fayda oluverdi. hiç unutmam real sociedad'ın nihat'la beraber şampiyonluğa oynadığı sezon tüm türkiye dört gözle izlerdi real sociedad'ın maçlarını. herkes de pedro, kovacevic, karpin derken ben hep schurrer'i ilgiyle takip ederdim. o daha az ilgi çekici olmasına rağmen bana daha çekici gelirdi. okuldaki tek aktivitemiz kağıda en sevdiğiniz 11'i yazarken öyle isimler yazardım ki; ''ulan oğlum bunlar kim rivaldo varken'' gibi sözleri işitirdim hep.
günler, aylar, yıllar geçti. elano blumer galatasaray'a geldi. benim futbolcuyu sevme kriterim gene biraz farklılaşmaya başladı. hem dünya çapında futbolcu, hem de fayda sağlamak için ek antrenmanlarla kondisyonunu geliştirmeye çalışan dört oyuncunun bile yıkamadığı bir futbolcu. oynadığı ülkenin standartlarının farkında olmasına rağmen topçuluğuyla değil futbolculuğuyla takıma fayda sağlamaya çalışan bir elano. neyse elano'yu fazla yazmayayım çünkü biraz fazla duygusal bakıyorum, ki siz ne demek istediğimi anladınız.
farklı dönemlerde farklı tarzda futbolculara eğilim gösterdim ancak kıyamet gününe kadar sürecek benim kişisel olarak değişmeyen tek futbolcu sevme kriterim vardır: metin oktay. kendisini izleyememiş olmama rağmen galatasaray denince, yaşamımın sevdiğim kızdan tutunda maddiyatımı ayarlamama kadar her katmanına işlemiş galatasaray sevgisi denince akla ilk gelen isim olan metin oktay. spor alanındaki en büyük idolüm metin oktay. sözlükte adına entry girerken besmele çektiğim tek isim metin oktay. onunla başlayan bu ateş şu an arda turan ile devam etmektedir. bu yüzdendir arda turan sevgim, bu yüzdendir steven gerard sempatim.