kariyer modunda
steven gerrard role play'i yaptığım oyun. her yeni fifa'da olduğu gibi 22'de de galatasaray ile başlayan teknik direktörlük kariyerimde bu kez cimbom'dan erken sıkıldım. ocak taransferlerinden sonra bir kez daha başlayacağım.
tam kariyer modu salıp online seasons'a sarıyor gibiyken birçok türk gencinin idolü, büyük kaptan gerrard'ın
aston villa'nın menajerliğine getirildiğini öğrenmemle villa kariyeri açmam bir oldu.
menajer yüzü düzenleme ekranında gerrard reyizin suretini analog tuşum döndüğünce adeta bir heykeltıraş gibi işledim. önümde en az 5 sezonluk bir kariyer vardı. villa'da bir buçuk-iki sezon takılıp anfield road'un yolunu tutacaktım. klopp'un ayağının kayacağı günü sinsice bekleyecek ve o an geldiğinde orada olacaktım. kariyere doğrudan dev takımlarla başlamayı zaten sevmiyordum. aston villa muhteşem bir sıçrama tahtası olacaktı.
birmingham'da ilk günüm oyuncuları tanımakla geçti. hiç yabancılık çekmedim. zaten liverpool arabayla 2 saat mesafedeydi. kafam esti mi çoluğu çocuğu doldurup benimkileri ziyarete giderdim. keyfim gıcırdı.
jack grealish'in satışı sonrası
leon bailey,
danny ings,
emi buendia gibi kağıt üzerinde mükemmel takviyeler yapılmıştı. kadroda hali hazırda
emiliano martinez,
matty cash,
ezri konsa,
douglas luiz ve
ollie watkins gibi kalburüstü adamlar vardı. bu iyi kadrodan yönetimin beklentisi ise ligi orta sıralarda bitirmek ve
fa cup'ta son 16 turuna kalmaktı.
başarı baskısı bulunmayan, köklü bir geçmişe sahip, heyecan verici bir kulüpteydim ve anlı şanlı stevie g olarak hayli kredim vardı. daha ne isterdim ki?
oyuncuları biraz tanıdıktan sonra 433'e dönüp buendia'yı cm pozisyonuna yerleştirdim. sağ uçta bailey, sol uçta watkins ve ilerde ings hücum gücümü oluşturdu. geride
tyrone mings gibi bir fakir van dijk'ına sahiptim. kalede ise ligin en iyilerinden biri, martinez vardı.
ilk 10 hafta hayli vasat bir performansla 8-12. sıralar arasında gidip geldik. zayıf rakiplerimize karşı şov yapıyor, big 6'e karşı rezil olup dönüyorduk. arsenal sağ olsun emirates'te bana yenilerek camiayı kenetledi.
derbide
wolverhampton wanderers'a içerde yenilmemizle taraftarlardan söylenmeler yükselmeye başladı. ings ve watkins'in sakatlıkları sonrası forvetsiz kaldık ve lig kupasında
sunderland'e elendik. 15. hafta gibi
the sun'da gerrard out manşetleri atılmaya başlanmıştı bile.
bu sırada liverpool ligi domine ediyordu ve korkunç bir grafik çizen aston villa'yı, yani efsane kaptanlarının takımını ağırlayacak, belki de öldürücü darbeyi vuracaklardı.
70. dakikası 3-0 liverpool üstünlüğüyle geçilen maçın son 20 dakikasında olacakları şüphesiz hiç kimse tahmin edemezdi. namağlup liverpool artık minamino'yu, tsimikas'ı oyuna almış, klopp hocam benim için "ayıptır, o kadar efsane kaptan, çok atmak olmaz" diyerek oyunu rolantiye almıştı.
derken leon bailey ile bir gol bulduk. bu sırada sakatlığını atlatmış olan ama kondisyonu yerlerde sürünen ollie watkins oyuna girmek için son hazırlıklarını yapıyordu.
ollie'nin ilk dokunuşunda top ağlara gitti ve klopp "gülüyoz ediyoz da maç gitmese aq" korkusunu gizleyemiyordu.
uzatmalar işaret edilmeden önce ollie watkins mucizeyi gerçekleştirdi ve skoru 3-3'e getiren golü attı. mutluydum, gururluydum, ama biraz buruktum da. liverpool tribünleri de benzer hisler içindeydi kuşkusuz.
liverpool sanntrayı yaptı, olur mu olur taktiği şok presle baskıya başladık ve mcginn ile topu kazandık. o da ne? watkins ceza yayı üzerinde bomboştu. van dijk sağdan yardıran bailey'in peşine takılmış, joe gomez mcginn'e baskıya gelmiş, alexander arnold ve robertson son bir şans için benim yarı sahaya yerleşmişti. watkins topu aldı. bir dokunuşla düzeltti ve allison'la birlikte binlerce taraftarın şaşkın bakışlari arasında uzak köşeye, 90'a plaseyi bıraktı. tıpkı euro 2008'de nihat'ın çeklere attığı 2. gol gibi top önce üst direğe, sonra zemine çarptı ve bir bilardo topu gibi ordan oraya sekerek, kaleyi adeta döverek gol oldu.
o gün o statta bulunan klopp dahil herkes liverpool'un müstakbel hocasının orada olduğunu biliyordu. tüm kameralar gerrard ve klopp'a dönmüş, adı konmamış mücadeleyi, o kaçınılmaz elektriklenmeyi çekiyordu.
son düdükle birlikte mağrur gözlerle beni alkışlayan ve adımı haykıran tribünlere baktım. yakında dedim, yakında sizinleyim. klopp beni tebrik ederken işi şakaya vurdu ve 32 diş sırıtarak gelip sırtımı sıvazladı. bana , gerrard'a sen dünkü çocuksun der gibi, 100 maç oynasak birini alırdın onu da aldın der gibi bakıyor, hakir görüyor, dostluk kılıfı altında ağalık taslıyordu. bozuntuya vermedim. içime attım. sevincimi abartmadım. yakında dedim sadece. yakında.
devre arasına kadar toplanan 12 puanla puan tablosunda 6. sıraya kadar yükselmiştik. taraftarlar avrupa ligi veya konferans ligi bileti alacağımıza inanır olmuştu. transfer sezonu açılır açılmaz tek ayaklı
bertrand traore'yi şutlayıp eski takımım rangers'tan
ryan kent'i getirdik. bu çocuk aynı zamanda eski bir liverpool'luydu. üstüne liverpool'dan
neco williams'ı kadromuza kattık. bir mesaj vermek istiyordum belki de.
midlandsta kendi küçük liverpool'umu kuruyor, klopp'un üstündeki baskıyı her geçen gün artırıyordum.
villa taraftarı iyi gidişi takdir etse de liverpool'a unutamadığım eski sevgili gibi saplanıp kalmış olduğumu fark ediyorlardı. ama villa'daki günlerim sayılıydı. bunu onlar da biliyorlardı.
yönetimin koyduğu hedefleri aşacağımız ocak ayı bitmeden kesinleşti. aston villa, spurs ve arsenal'in önünde, 6. sıradaki yerini iyice sağlamlaştırıyor, bol gollü ve keyifli maçlar oynayarak taraflı tarafsız herkesin beğenisini topluyordu. villa park'ta atılan goller te liverpool'da yankılanıyordu.
yakında diyordu gerrard. yakında oradayım.