(bkz:
3 ekim 2018 porto galatasaray maçı).
galatasaray'daki 4.dönemine başladığından beri ilk kez bu maçta taktik antrenörlüğü yapmıştır. zaten maç başından beri kameralara yansıyan görüntüleri de sürekli taktik disipline göre hareket ettiğini gösterdi. fazlasıyla çıldırması, sürekli sağıyla soluyla konuşması, muslera aut atışı kullanırken dahi eliyle 3 4 gibi işaretler ile serzenişte bulunması bu durumu destekler nitelikte. keza maç sonunda da oyuncularının büyük bir taktik anlayış ortaya koyduğunu söyledi.
neden ilk defa diyorum kısaca onu da anlatmaya çalışayım. geldiğinden itibaren kendi takımı olmaması, kazanmamız gereken oyuncular vurgusu, şu seneyi bir atlatalım da söylemleri derken 17-18 sezonu bitti. yeni sezona da gomisti, forvetti, yeri gelir linnes oynar yeri gelir mariano ifadeleri, belhanda'nın durumunun iyi olması hasebiyle oynuyor olması, feghouli gibi kazanılması gereken oyuncular, dinlenerek oynayacaklar gibi meselelerle başladık. deplasman fobisi gibi psikolojik vurgular, galatasaray her yerde oynar gibi anlayışlar derken taktik-teknik bu işin neresinde diye sorduğum çok oldu.
aklıma hemen euro 2008 geldi. arda'yı sonradan oyuna sokarak turnuvaya ısındırma hareketi, biz bitti demeden bitmez, son dakikaya kadar savaşmak, sakatlanan oyuncular, kan ter içinde kalan terim gömlekleri derken taktik konuşamadan yarı finale gelmiştik. ve ne tesadüftür ki yine turnuvada ilk kez almanya maçını
* izlerken terim'in sahada ne yapmak istediğini net bir şekilde görüyorduk. belki de turnuvada en derli toplu oynadığımız maçtı almanya maçı ve yine ne tesadüftür ki bir kez daha ortada net bir plan varken turnuvaya veda ediyorduk.
taktik teknik ile ne kastettiğimi de açıklamak isterim. zira terim'in taktik planlardan yoksun sahaya çıktığını düşünmüyorum. lakin sahada takımın neyi yapmaya çalıştığını ve yapabildiğini/yapamadığını göremediğimiz maçlar için bu tabiri kullanıyorum. altını çizeyim. sonra taktik maktik yok bam bam bam gafletine düştüğüm sanılmasın.
camiayı bir araya getirme, kenetleme gibi taraftar temelli yaklaşım gayet güzel işledi. terim'in background'u ve taraftara yönelik tavrı, kısacası karizması bu iş için yeter ve artardı bile. sahada oynanmasını istediği oyunu özetlerken "yenilirken bile taraftarın gurur duyacağı bir takım yaratmak" ifadesi de bu pr'ın meyveleriydi. ben ise terim'i 3-5-2'yi tersten oynatan adam olarak hatırlamak isterim. zira bugün klopp'un üzerine koyarak yeni bir anlayış inşa etmesi, terim'in 2-5-3'ünün modern yorumudur bana göre. terim'in kanat beklerinin hücuma katılması, uçurtma kanatlar istemesi ve en önemlisi önde baskı olarak piyasaya sürdüğü -şimdilerde gegenpressing- taktik anlayışının akademik bir versiyonudur klopp tarafından uygulanan. tabi terim alaylı olunca dünya futbol literatürüne kazınmamış olabilir. üstelik kibri ve egosu akademinin sınırlarını aşıyor olsa bile...
mariano'yu linnes'e yem ederken de kendi kanat bek anlayışını gözümüzün içine sokuyor, 4-5 kanat oyuncusu olan bir takıma henry'i de getirerek uçurtma kanatlardan bir dünya yaratıyor kendine. üzerine sos ise önde baskı yapabilecek hücumcularla çalışamıyor oluşu. bu nedenledir belki de bilinmez ama 4. terim dönemi psikolojik savaş şeklinde geçiyor henüz benim için. nerede kalmıştık tweeti ile başlayan ağır, uzun, okkalı psikolojik savaş dönemi...
derken porto maçının ilk düdüğüyle rakibi nasıl analiz ettiğini kabak gibi görüyoruz. "bir mesaj olacak bu maç" demişti basın toplantısında saatler evvel. tam da mesajı nasıl vereceğini bulmuş gibi oynadı takım. bir kere porto'nun orta sahası ile yakın oynayan hücum hattının merkezi kapatarak oynaması ve merkezden oynamaya çalışan takımlara karşı şok baskı ile fırsatlar yaratması analizi harikaydı. lakin önemli olan analiz değil, bunun önlemini nasıl aldığındır. bunun için ise topu dolaştırdığı yere özellikle dikkat etmiş terim. genelde diagonal paslar, tempoyu yavaşlatarak hızlı kanatların önüne hızlı servisler... örneğin ilk tehlikeli atağımızda top linnes'e döndüğünde evelemeden gevelemeden onyekuru'nun önüne doğru topu uzaklaştırdı ve sinan'ın defans oyuncusuna nişanlamasıyla plan sekteye uğradı. yalnızca birkaç sefer gördük ortadan oyun kurma halini. üstelik bunlardan bir tanesi fernando önderliğinde ve enfesti. yani porto'nun hataya zorlayan baskısını kırmıştık maç boyu.
maç öncesi terim nagatomo'nun tek başına kanadını domine edeceğini ön görmüş olsa gerek ki ilk yarı boyunca sağ kanatları corona bedelini ağır ödetiyordu az daha. ancak ikinci yarıda bunu gören terim kademeli anlayış ile corona'nın etkinliğini de azalttı ve zaten corona da oyundan çıkmak durumunda kaldı. maç içerisindeki bir diğer oyun okuma kabiliyeti ise selçuk'un oyuna girmesidir. donk'un sarı kartından ziyade savunma arkasına şandel atılacak toplara ihtiyaç vardı ve bu değişiklik bir taşla iki kuş vurmak demekti.
fakat yediğimiz gol defans dalgınlığı değil bir organizasyon eksikliğidir bana göre ve terim'in maçtaki iki ciddi hatasından biridir. dikkat ederseniz kornerde yarı alan yarı adam paylaşımı vardı. golü atan marega'nın adamı önce nagatomo gibiyken nagatomo'nun alan savunduğunu gördük. arkadaki maicon suçlu desem, o da adam savunuyor gibi görünmüyordu. maicon'a alan verilmiş gibiydi. yani kısacası marega'nın adamı belli değildi ve cezayı kestiler.
ikinci hata orta sahadan fernando'nun alınması ve yunus'un oyuna girmesi. dakikalar 85 de olsa maçın 90 dakikasında taktiğin işlemesi önemli. orta sahayı sadece selçuk'a bırakarak son 7-8 dakikayı zayi etti terim. doldur boşalta geçilecekse bile yunus'un ne işi vardı. ben bu değişikliği hiç anlayamadım ve zaten sahadaki yansımaları da hiç hoş olmadı bana göre. taraftar da kaçan maça yanıyordu ve son 8 dakika ahlar vahlar arasında geçip gidiyordu.
maç sonunda çok çok üzgünüm derken, hakemin bile geçen sene yaptığı hatayı analiz ettikleri bir maçta ortaya koydukları taktiksel antrenörlüğün boşa gitmesine yanıyordu terim. tıpkı almanya maçındaki gibi ilmek ilmek dokumuştu ve bunu sahada da görünce hevesi iki kat artmıştı. ancak kaderin cilvesidir ki; iki maçtan da, sonuç olarak boynu bükük fakat mottosu gibi taraftarın gurur duyacağı takım yaratmış olma ruh hali ile ayrılıyordu...