milli takımdan son ayrıldığı günden beri bir şeyler yazıyorum, sonra boş ver deyip siliyorum. çoluk çocuk sahibi yaşını başını almış hayatını oturtmuş adamım, lan hala adı geçtiğinde net bir tavır ve gönül rahatlığı ile bir hüküm oturtamıyorum. ya benim babam ve akranları bile hala "galatasaraylı fatih" ile cumhurbaşkanlığı kupasını almaya terlikle çıkan "kıro fatih" arasında gidip geliyor.
*ilk geldiğinde çok mutlu etti bizleri, 4 yıllık "happy hour" üstüne "after party" uefa kupası. (bkz:
#2218403)'de yazılmış, kendisinin beni ve benim gibi arafta olanları (bu arafı da anlatmaya çalışacağım) bu duruma sokan en önemli unsur bahsedilen "düşünce sistemi olarak fatih terim" olmuştu. bunun ne kadarı taktik, ne kadarı rasyonel, ne kadarı gaz, motivasyon, ikili ilişkiler, adanalılık ve futbolculuk geçmişi ayrı bir tartışma konusu. ne olursa olsun galatasaray galibiyetin değil, ezip geçmenin, düşecekse de çarpışarak şövalye gibi mücadele etmenin sembolü olmuştu. bu dönem hakkında başka bahaneler bulanlar için, protein ağırlıklı beslenmeye geçmelerini tavsiye etmekten başka elden bir şey gelmez.
şimdi tabi yaşça o zaman daha yüzeysel yaklaşıyorduk, saha dışı irite edici aslında hareketlerini görmüyorduk bile, gördüysek de anlamıyordum. tabi hoca da o zamanlar "ders almam ders veririm" kafasında değildi. başarısını zaten tartışmıyoruz.
o zaman da gidişi bir sancılı olmuştu. 30 küsür yaşında bir doktor tanıdığımın ağlayarak mektup yazdığını bilirim hocaya fiorentina'ya gidiş sürecinde. neyse gitti gururlandırdı, ama hikaye orada güzel bitmedi, burası bizim açımızdan çok önemli bence, yine şahsi fikrim, hocada bu travmanın izleri azalsa bile hiç bir zaman gitmedi.
ikinci kere geldi. çok başarılı bir hocanın hakkını yediler kendisi geldi, ne yalan söyleyeyim, lucescu'ya bu yapılmaz dedim ama geldiği gün de sevindik. çok uzun uzadıya girmek istemiyorum, gayet başarısız bir dönemdi, travması tazeydi, getiriliş şekli yanlıştı, allah rahmet eylesin iyi insan, kötü başkan özhan canaydın vardı, beklenen oldu: olmadı.
hoca üçüncü kere geldi, yine yalan yok artık çocuk da değiliz, af buyurun yurt dışında tatildeyim
*, yüksek sesle sevinç nidalarıyla çınlattık kulaklarını. hoca geldi, çok başarılı bir dönem geçirdi, ikinci dönemde ve aradaki milli takım tecrübesindeki bazı kafalardan kurtulmuş gibiydi, kafalarda zerre tereddüt yoktu. süper finaller, demirören kepazelikleri falan ayar yine bozulmaya başladı. mersin maçı falan bunlar bizim ayarlarımızı bozarken hocayı da bozmaya başladı.
şimdi gelelim benim kendimce bir fikrim olduğu ama muhataplarından detaylı olarak dinlemek için yanıp tutuştuğum ayrılma dönemine. siyaset galatasaray'a bulaştı, ünal aysal'ın ipi çekildi, hoca çok gereksiz ve çok yanlış gurur yaptı ve çok canımızı yakacak ve çok ayıp bir şekilde ayrıldı. o basın toplantısını unutmak mümkün değil. bakın ben ayrılmasında falan değilim, galatasaray şahıslardan büyüktür çok sallamam, ki çok sevdiğim (burada şunu belirteyim burada haklı olarak eleştirilen "kıro fatih" lakabını hak ettiren davranışlarının hep karşısındaydım, hala da öyle, bunlar bize yakışmıyor) fatih terim olsa bile. yeni türkiye ağızlarını bol bol içeren hamaset soslu o toplantıdan sonra bende hoca yok hükmüne geldi.
şimdi yine gündemimizde. çok uzun girdim, kısa toplayacağım, kalbim gelse yine sevinir belki ama aklım ve mantığım kabul etmiyor malesef. sonra da tam tersi oluyor bazen. neyse dedim işte araftayım. bir de gerçekler var, hoca benim nefret ettiğim yeni akım siyaset rüzgarına kapıldı, zaten galatasaray'a sıçramaya başlayan çamura bizi iyice itti, şimdi çamur kendisini yutmakla meşgul. burada da içim sızlıyor. ben kendisini affedemesem de kim olduklarını hepimizin bildiği ciğeri beş para etmez yeni düzen elemanlarınca ve "adam gibi adam" olan ama insan olmayan sözde futbolcular tarafından yenilmeye çalışmasına dayanamıyorum. içime sinmiyor. bu çamura bulaşmayı kendi seçti fakat o seviyedekiler öyle aşağılık ki ben hala kendisinin oradan kurtulmasını istiyorum. arafta kalmamın en büyük sebeplerinden biri de bu. aslında galatasaray titreyip kendine gelse hocayi illa takımın başına geçirmeden de çıkarır oradan ama devir de çok değişik.
daha önce yazan arkadaşlar var, hoca hırttır, magandadır ama, yol arkadaşlarını yanlış seçti fakat bu etrafımızı saran kara düzenin trenine aslında diğer goy goycular gibi tam olarak binmedi. rıdvan iblisinin video furyasında ahmet çakar falan arkada ne döndüğünü biliyor tabi, boşuna mı terim'e pasladı? bu şark kurnazı vahabi kara düzenin, kim hocanın hangi yönünü övse veya yerse haklıdır kesinlikle eleştirmem, bir "galatasaray efsanesi"ni böyle yemesini sindiremiyorum. kendisi takıma gelse bu düzen yine onu ve bizi rahat bırakmaz. gerçekten çok üzücü bir durumda, allah değil beni ve ailemi, kimseyi bir hatası yüzünden bu adamlar ile muhatap etmesin.
ah'lar, vah'lar, keşke'lerden medet umacak yaşı geçtik ama hocam keşke o basın toplantısın yapmasaydın, keşke ülkenin düzeni bu seni de bizi de yiyip yutacak çakalların palazlanmasına izin vermiyor olsaydı, mekan basma futbolculuğun döneminde kalmış olsaydı, bunlar kabul edilebilir şeyler değil. başka kimse yoktur ki, bu kadar gerçek bir "galatasaray efsanesi" olsun da şu kalbime, ya da dedim ya bazen tam tersi aklıma "bu sefer gelmesin" dedirtsin.
hoca galatasaray'a, bize, bir bedel ödemeli, belki ödüyor, hayatında ne oluyor, ne düşünüyor bilemeyiz hiç bir zaman, ama ödemeli. ve yine ama bu bedeli hoca galatasaray'lılara ödemeli, üstüne atlayan yeni düzen şakşakçısı çakallara değil. bu bedel belki bir daha hiç buluşmamak, belki başka bir şekilde başka bir zaman, belki de hemen?
analiz, sonuç ve herhangi bir çözüm içermeyen, sadece hissettiklerimi açıklamaya çalıştığım bu karmakarışık yazıya tahammül ettikleri için buraya kadar okuyan renktaşlara teşekkürler.