galatasaray'ın bütün branşlardaki müsabakalarına elimden geldiğince gitmeye çalışırım. bu sezon futbolda şampiyon olmamıza rağmen, takımda/teknik ekipte onca güzel isim olmasına rağmen futbol maçlarından gram keyif almadım. son bir kaç yıldır da alamıyorum. bunun sahadaki futbolla alakası yok. aksine bu sezon çok da iyi oynadı takım. ama keyif almadım. alamadım. türk telekom arena ya da bu sezonki malum olaylar da değil bunun sebebi. sami yen'in son 2-3 yılı da böyleydi.
beni futboldan, futbolcudan çok tribün çeker maça, detaylar çeker. etrafı izlerim. insanları izlerim. bizim futbol maçlarında oluşturduğumuz ortamı sevmiyorum artık ben. sıkılmış da olabilirim. bilemiyorum. ama futbol tribünümüzden, futbol maçlarından yarattığımız, daha doğrusu yaratamadığımız atmosferden hoşlanmıyorum. ödev gibi geliyor artık futbol maçları bana. çoğu maça ayağımı sürterek gidiyorum. heyecan yok tribünlerde
*. aksiyon yok. farklılık yok. yıllardır aynı kafalar, aynı kafalardan çıkan aynı ürünler. sıkıldım amk.
pası attık galiba, şimdi esas mevzumuza gelelim. euroleague.. 11 ayın sultanı. beni yıllar yıllar sonra çocukluğumdaki maçlar kadar heyecanlandıran, gece yatarken uyutmayan bir spor organizasyonu. maçlardan günler önce maç için rüyaya yatıran dünyanın en güzel şeylerinden biri. bir yanda müthiş galatasaray basketbol taraftarı..diğer yanda abdipekçi'deki o muhteşem atmosfer.. kenarda oktay mahmudi..gençlik marşı eşliğinde içeri penetre eden gordon..inlesin inlesin diye inleyen salon..kenarda sürekli birilerine, bir şeylere bağıran manyak bir adam: murat kosova..
sizi bilmem ama seneye bu duyguları yaşayamamak ciddi şekilde koyar bana arkadaşlar. nasıl olur, ne şekilde olur bilemem ama bizim seneye de bu organizasyonda olmamız lazım. olalım.
olmayacaksak da söylesinler ben askere gideceğim. (u: yıllardır öteliyordum, aradan çıkartmış olurum :()