nba'leştirilmeye çalışılan lig. böyle oldukça taraftarları azalıyor.
sözlükte nba başlığına girdiğinizde "taraftar yok, şova dayalı basketbol, stepsler çalınmıyor" şeklinde eleştiriler görüyorsunuz ki bana göre bu eleştiriler kısmen de olsa doğru. ancak nba vs. euroleague şeklinde bakacaksak olaya, gün geçtikte nba'leşmeye başlayan euroleague bu konuda geride diyebiliriz.
bu karşılaştırmada nba'de olay göz zevkine dayalı, atletik basketbol ve işin biraz da show business denen paraya bakan kısmı önde olduğu için eleştiriliyor. nba'de şunu görebilirsiniz mesela, atıyorum tarihinin en büyük kapışmalarından biri celtics - lakers'tır. fakat td garden'da bir lakerslı veya staples center'da bir celticsli takımının formasıyla maç izleyebilir. olması gereken bu belki ama bize biraz ters geliyor. düşünün yani partizan formasıyla kızılyıldız'ın sahasında maç izlediğinizi. veya olympiacos formasıyla oaka'da, fenerbahçe formasıyla abdi ipekçi'de. zor.
olayın bir diğer kısmı, nba'de normal sezonda pek fazla basketbol oynanmaz. savunmalar, önemli maçlar dışında sert değildir. şuta dayalı bir oyun oynanır. bu da eleştiri alır avrupalılar tarafından.
fakat sıkıntı şu ki euroleague de bu konuda çok hızlı adımlarla ilerliyor. nba gibi sırf biraz daha fazla para dönsün işin içinde diye top16 aşaması çok saçma bir hal aldı. adam gibi maç izleyemez olduk top8'e kadar. fenerbahçe, beşiktaş gibi takımlar boşu boşuna oynuyor bence bu aşamada. chalon, roma, alba berlin, brose basket, cedevita, union olympia falan euroleague takımları değiller. kaldı ki bu tür takımların bulunduğu organizasyonda her basketbolsever kafadan ilk 16 takımı söyler size. bir partizan ile cantu sürpriz oldu, onların gruplarından çıkan türklerin durumu da ortada.
taraftar diyorsunuz, inanın ki birkaç takımın taraftarı dışında avrupa basketbolunda da taraftar yok. maccabi, olympiacos, partizan, panathinaikos, cantu, zalgris, rytas falan var taraftarları hep canlı olan. efes, barça, real, laboral, fenerbahçe falan da arada öyle takım ritim yakalarsa bağıran kitleler. bu durum da ortadayken thunder, pacers, arada nuggets, heat, spurs, celtics, hatta ve hatta lakers şehirlerinin play-off performansları da ortada. taraftar konusunda da nba kötü diyemeyiz. nba kötüyse euroleague de kötü çünkü.
benim için avrupa basketbolu savunmadır. 24 saniye sert ve agresif savunma olmalı euroleague'de. bloklar havada uçuşmalı, kolay hücum ribaundu verilmemeli. bir top için yerde sürünülmeli gerekiyorsa, hücumun son saniyesinde yenen basket can yakmalı. ama hiç biri yok şimdi euroleague'de. bir maç erken kopmuşsa 200 sayı oluyor maçta. kopmamışsa 160 sayıyı buluyor. dakikada 4 sayı demek bu. bir dakikada 2,5 set hücumu oynandığını düşünülürse takımların geriye boş dönmemesi demek. sıkıntı yok mu ?
ben avrupa basketbolunda taktik savaşlarını özledim. geçen sene top8'deki blatt - obradovic kapışmasını mesela. eşleşmeli alan savunmasıyla ilk maçta 30 sayı yediği rakibini yenen blatt'a obradovic'in aynı savunmayla üçüncü maçta karşılık vermesini özledim. kazlauskas
*'ın ilk çeyrekte 10 sayı fark yediği obradovic'e kirilenko'yu 3'e çekerek verdiği cevabı özledim. ivkovic'in finalde "şu an final oynuyorsunuz. eğer sahada ağlamaya devam edecekseniz ikinci yarıya çıkmamakta özgürsünüz" dediği takımının tarihin en pahalı kadrosunu yenmesini özledim. teodosic'in ipekçi'de, siskauskas'ın sinan erdem'de titreyen ellerini özledim. özledim yani. bunlar sırf geçen seneden özlediklerim, oaka'da oynanan efsane pao-oly finalini, papaloukaslı teodosicli spanoulisli olympiacos'un nasıl sıfırlandığını görmeyi özledim.
özetle, euroleague nba'leşme yolunda çok hızlı adımlarla gidiyor. euroleague'i euroleague yapan değerler ortada. onları bırakıp nba olmak istersen sadece nba'i yüceltirsin. burada işin şov kısmının ön plana çıktığını görmek hoş değil. avrupa basketbolunun nba karşısındaki tek silahı kendine ait değerleri, sistemin ve organizasyonun değeri. bunları da kaybederse yapacağı tek şey parlayan yıldızlarını nba'e yollayıp orada kontrat bulamayan elemanları burada yıldız yapmak olur.