325
gerçek anlamda galatasaraylı olduğum maçtır. şöyle ki;
o zaman daha on yaşındayım. babamın öğretmen oluşu dolayısıyla izmir'in küçük bi köyünde yaşıyoruz. sülaleden galatasaraylıyım. ama ailemde maç izleyen bir tek abim var, o da üniversite okuduğu için bursa'da zira aramızda dokuz yaş fark var. haliyle o güne kadar doğru düzgün galatasaray maçı izlemişliğim yok. maç günü yaklaşıyor, okulda muhabbetleri dönüyor falan ama ben hala olayın önemini kavrayamıyorum. çünkü daha on yaşındayım, ve aklımın ermeye başladığı zamanlardan itibaren -96, 97 falan- galatasaray armut gibi topluyo kupaları. haliyle anlayamıyorum insanların olayı niye böyle büyüttüğünü. benim için galatasaray'ın her zaman aldığı kupalardan bir tane dahası oluşundan başka bi anlamı yok o zamanlar.
neyse maç günü geliyo, hayatında milli takım maçlarını bile önemsemeyen babam bile saatler öncesinden açıyo trt'yi. bekliyoruz falan maç saatini. maç başlıyo, ve başlar başlamaz beni o zamana kadar tatmadığım bi heyecan sarıyor. dakikalar ilerliyor; arif kaçırıyor, hakan kaçırıyor falan yerimde duramıyorum. arsenal atak yapıyor, hiç tahmin etmeyeceğim şekilde geriliyorum. o zaman anlıyorum işte ben galatasaraylı olmasaymışım hiç futbol falan izlemezmişim. zaten hiçbir zaman da futbol seyircisi olamadım, benim için futbol sadece galatasaray oldu.
maç ilerliyor. ilk doksan dakika bitiyo, uzatmalar falan. önce hagi oyundan atılıyo, muhtemelen ailemin yanında ilk kez ağzımdan küfür çıkıyo hayatımda. ama annem bile nasıl pür dikkat izliyosa, ne annem ne babam duyuyo küfür ettiğimi. ya da olayın vehametinden mazur görüyorlar, bilmiyorum. sonra taffarel'in efsane kurtarışı geliyo ve uzatmalar da bitiyo. penaltılar kullanılıyo birer birer ve en son popescu geliyo. artık o kadar gerilmişim son penaltıya bakamıyorum. kupa geliyo, çıldırıyorum. babama sarılıyorum zıplıyorum falan. dışarıdan korna sesleri gelmeye başlıyo, pencereye çıkıp "sarııııı!" diye bağırıyorum karanlığa. annem uzaklaştırıyo sonra silah atarlar diye.
ertesi gün okula gidiyorum. okul bizim köyün yakınındaki başka bi köyde. benim köyümde 15-20 çocuk olduğu için servisle bizi oraya götürüyolar. orda sınıf arkadaşım var bi tane. samet. koca kafalı samet. gerçek anlamda, fiziki olarak koca kafalı samet. sınıfın futbolu en çok takip eden çocuğu, fenerli samet. koşa koşa gidiyorum yanına ''aldık lan kupayı, aldık olm uefa kupası bizim!'' diyorum. samet bizi yendikleri bi maçı hatırlatmaya başlıyor. dinlemiyorum tabii. 17 mayıs gerçek galatasaraylılığımla, 18 mayıs da fenerli kafasıyla tanıştığım tarih oluyor böylece.
maç esnasında ve sonrasında hissettiklerimi gereğince yazıya dökemedim, gerçi önemi yok zira bugün bile o anki hislerimi tam anlamıyla anlatamam. ama galatasaraylılığımın miladı olarak bu maç ilk entrym olmayı sonuna kadar hak ediyor. iyi ki o gün kupayı kutlayan çocuk olarak doğmuşum da samet olarak doğmamışım.
sarııııııı!
peşin not: işbu entrydeki samet tekil bir samet olup genele yayılmış samet ve sametlerle ilgisi yoktur.
o zaman daha on yaşındayım. babamın öğretmen oluşu dolayısıyla izmir'in küçük bi köyünde yaşıyoruz. sülaleden galatasaraylıyım. ama ailemde maç izleyen bir tek abim var, o da üniversite okuduğu için bursa'da zira aramızda dokuz yaş fark var. haliyle o güne kadar doğru düzgün galatasaray maçı izlemişliğim yok. maç günü yaklaşıyor, okulda muhabbetleri dönüyor falan ama ben hala olayın önemini kavrayamıyorum. çünkü daha on yaşındayım, ve aklımın ermeye başladığı zamanlardan itibaren -96, 97 falan- galatasaray armut gibi topluyo kupaları. haliyle anlayamıyorum insanların olayı niye böyle büyüttüğünü. benim için galatasaray'ın her zaman aldığı kupalardan bir tane dahası oluşundan başka bi anlamı yok o zamanlar.
neyse maç günü geliyo, hayatında milli takım maçlarını bile önemsemeyen babam bile saatler öncesinden açıyo trt'yi. bekliyoruz falan maç saatini. maç başlıyo, ve başlar başlamaz beni o zamana kadar tatmadığım bi heyecan sarıyor. dakikalar ilerliyor; arif kaçırıyor, hakan kaçırıyor falan yerimde duramıyorum. arsenal atak yapıyor, hiç tahmin etmeyeceğim şekilde geriliyorum. o zaman anlıyorum işte ben galatasaraylı olmasaymışım hiç futbol falan izlemezmişim. zaten hiçbir zaman da futbol seyircisi olamadım, benim için futbol sadece galatasaray oldu.
maç ilerliyor. ilk doksan dakika bitiyo, uzatmalar falan. önce hagi oyundan atılıyo, muhtemelen ailemin yanında ilk kez ağzımdan küfür çıkıyo hayatımda. ama annem bile nasıl pür dikkat izliyosa, ne annem ne babam duyuyo küfür ettiğimi. ya da olayın vehametinden mazur görüyorlar, bilmiyorum. sonra taffarel'in efsane kurtarışı geliyo ve uzatmalar da bitiyo. penaltılar kullanılıyo birer birer ve en son popescu geliyo. artık o kadar gerilmişim son penaltıya bakamıyorum. kupa geliyo, çıldırıyorum. babama sarılıyorum zıplıyorum falan. dışarıdan korna sesleri gelmeye başlıyo, pencereye çıkıp "sarııııı!" diye bağırıyorum karanlığa. annem uzaklaştırıyo sonra silah atarlar diye.
ertesi gün okula gidiyorum. okul bizim köyün yakınındaki başka bi köyde. benim köyümde 15-20 çocuk olduğu için servisle bizi oraya götürüyolar. orda sınıf arkadaşım var bi tane. samet. koca kafalı samet. gerçek anlamda, fiziki olarak koca kafalı samet. sınıfın futbolu en çok takip eden çocuğu, fenerli samet. koşa koşa gidiyorum yanına ''aldık lan kupayı, aldık olm uefa kupası bizim!'' diyorum. samet bizi yendikleri bi maçı hatırlatmaya başlıyor. dinlemiyorum tabii. 17 mayıs gerçek galatasaraylılığımla, 18 mayıs da fenerli kafasıyla tanıştığım tarih oluyor böylece.
maç esnasında ve sonrasında hissettiklerimi gereğince yazıya dökemedim, gerçi önemi yok zira bugün bile o anki hislerimi tam anlamıyla anlatamam. ama galatasaraylılığımın miladı olarak bu maç ilk entrym olmayı sonuna kadar hak ediyor. iyi ki o gün kupayı kutlayan çocuk olarak doğmuşum da samet olarak doğmamışım.
sarııııııı!
peşin not: işbu entrydeki samet tekil bir samet olup genele yayılmış samet ve sametlerle ilgisi yoktur.