57
her şey arz ve talebe bağlı aslında.
insanlar fotospor alıp fantastik isimlerin yalan haberlerini okumak yerine, sosyal medyadaki çoğu kimliği belirsiz insanların iddialarına kanmayı tercih ediyor. geçmişte gazeteden yürürdü bu işler, şimdi twitter, facebook, blog gibi yerlerde yürüyor.
bu sistem tüketim sistemi ve insanlar; transferi istiyor, rakibe hava atmayı arzuluyor, takımı yıldızlarla veya iyi olduğu düşünülen oyuncularla güçlendirip bu sayede egoyu tatmin etme yollarına düşüyor. insanlar kendi ruhlarının açlığını takımları vasıtasıyla doyuruyorlar.
hayatın öfkesini stadlarda dökmenin, dışarıda kedi gibiyken tribün aleminde atarlı giderli olmanın, magandaya dönüşmenin tek anlamı da bu zaten. hayat normal koşullarında kimseye belli sınırların dışına çıkmaya izin vermez. ama tribün ve futbol yaşantısı öyle değildir. her insanın arzuladığı anarşi ortamını gereksiz özgürlüğü sana o mekanda sunar. neyse konu dağılıyor toparlamalıyım.
diyeceğim o ki futbol nasıl bizim egomuzu doyuran bir olguysa; transfer de bunun bir parçası; normal sezonda takımın rekabet dengesini gözetirken, futbola ara verildiğinde kendi egonun savaş makinasını nasıl güçlendireceğinin peşine düşüyorsun. takımın senin savaş makinen ve bunun güçlenmesi için transfer lazım diyorsun. işte bu noktada senin gücün bu makinayı güçlendirecek seviyede olmuyor, çünkü yapabilecek bir konumda değilsin. o transferler senin elinde değil yani.
bu durumda bir morfin arayışına giriyor insan. devreye giren kişi de belli zaten. duyumcu denen umut simsarları. taraftarların bir kısmı dediğim gibi bu evrelerden geçip bu insanlara inanma yoluna gidiyorlar. ha bu arada duyumcu gerçekten de iyi yapıyor olabilir işini. kaynakları iyi olabilir, bilebilir. fakat benim kızdığım nokta bunun maneviyat üzerinden bir ticarete dönüşmüş olması. duyumcu tezgahında futbolcu isimlerinden bir morfin demeti sunuyor. transfere aç taraftarımız da bunu üzülerek söylüyorum bile bile yutuyor. duyumcular da bundan besleniyorlar. alan memnun satan memnun. tabii bu uyuşturucu patladığında çoğu insan, farklı ortamlarda kızgınlıkla duyumculara öfkesini belirtiyor; ama o umuda bağlanan sen değil miydin? bu adam gelecek diye içindeki şüpheye rağmen saçma kadrolar kurmadın mı? neden suçluyorsun ki o adamı?
duyumculuk benim için futbol ortamının, taraftarlığın düştüğü en rezil ortam oldu. bu kadar leş taraftarlığı göreceğimi ummazdım ama böyleymiş. benim söylemek istediğim tek şey şu. kim gelmiş kim gitmiş önemli değil. futbol her zaman aynı futbol oldu. güzel veya çirkin. takım sahaya çıktığında 11 kişiyse o olay bitmiştir zaten. mücadelede sevginizi verdiğiniz, kişiliğinizi adayıp beklentiye girdiğiniz takımın yanında isimlerden sıyrılarak bakın olaya. keyfini sürün işin, yoksa yemişim transferini de şusunu da busunu da.
aslolan galatasaraylılıktır. hepimiz sarı kırmızıya sevdalıysak, isimlerin önemi yok. biz hep beraberiz ve hep öyle kalacağız.
insanlar fotospor alıp fantastik isimlerin yalan haberlerini okumak yerine, sosyal medyadaki çoğu kimliği belirsiz insanların iddialarına kanmayı tercih ediyor. geçmişte gazeteden yürürdü bu işler, şimdi twitter, facebook, blog gibi yerlerde yürüyor.
bu sistem tüketim sistemi ve insanlar; transferi istiyor, rakibe hava atmayı arzuluyor, takımı yıldızlarla veya iyi olduğu düşünülen oyuncularla güçlendirip bu sayede egoyu tatmin etme yollarına düşüyor. insanlar kendi ruhlarının açlığını takımları vasıtasıyla doyuruyorlar.
hayatın öfkesini stadlarda dökmenin, dışarıda kedi gibiyken tribün aleminde atarlı giderli olmanın, magandaya dönüşmenin tek anlamı da bu zaten. hayat normal koşullarında kimseye belli sınırların dışına çıkmaya izin vermez. ama tribün ve futbol yaşantısı öyle değildir. her insanın arzuladığı anarşi ortamını gereksiz özgürlüğü sana o mekanda sunar. neyse konu dağılıyor toparlamalıyım.
diyeceğim o ki futbol nasıl bizim egomuzu doyuran bir olguysa; transfer de bunun bir parçası; normal sezonda takımın rekabet dengesini gözetirken, futbola ara verildiğinde kendi egonun savaş makinasını nasıl güçlendireceğinin peşine düşüyorsun. takımın senin savaş makinen ve bunun güçlenmesi için transfer lazım diyorsun. işte bu noktada senin gücün bu makinayı güçlendirecek seviyede olmuyor, çünkü yapabilecek bir konumda değilsin. o transferler senin elinde değil yani.
bu durumda bir morfin arayışına giriyor insan. devreye giren kişi de belli zaten. duyumcu denen umut simsarları. taraftarların bir kısmı dediğim gibi bu evrelerden geçip bu insanlara inanma yoluna gidiyorlar. ha bu arada duyumcu gerçekten de iyi yapıyor olabilir işini. kaynakları iyi olabilir, bilebilir. fakat benim kızdığım nokta bunun maneviyat üzerinden bir ticarete dönüşmüş olması. duyumcu tezgahında futbolcu isimlerinden bir morfin demeti sunuyor. transfere aç taraftarımız da bunu üzülerek söylüyorum bile bile yutuyor. duyumcular da bundan besleniyorlar. alan memnun satan memnun. tabii bu uyuşturucu patladığında çoğu insan, farklı ortamlarda kızgınlıkla duyumculara öfkesini belirtiyor; ama o umuda bağlanan sen değil miydin? bu adam gelecek diye içindeki şüpheye rağmen saçma kadrolar kurmadın mı? neden suçluyorsun ki o adamı?
duyumculuk benim için futbol ortamının, taraftarlığın düştüğü en rezil ortam oldu. bu kadar leş taraftarlığı göreceğimi ummazdım ama böyleymiş. benim söylemek istediğim tek şey şu. kim gelmiş kim gitmiş önemli değil. futbol her zaman aynı futbol oldu. güzel veya çirkin. takım sahaya çıktığında 11 kişiyse o olay bitmiştir zaten. mücadelede sevginizi verdiğiniz, kişiliğinizi adayıp beklentiye girdiğiniz takımın yanında isimlerden sıyrılarak bakın olaya. keyfini sürün işin, yoksa yemişim transferini de şusunu da busunu da.
aslolan galatasaraylılıktır. hepimiz sarı kırmızıya sevdalıysak, isimlerin önemi yok. biz hep beraberiz ve hep öyle kalacağız.