• 235
    son birkaç haftadır maçları kıraathanede izliyorum. belediyede işe girdim yaza kadar, zaten dünya kadar iş var master başvuruları vs. kafam dolu, biraz da agresifim iş yoğunluğundan ötürü, iş olmayınca da sıkıntıdan...

    maçların sık olması çok iyi oldu, siyasetten de soğudum ülke gündeminden de... haberlere şöyle bir bakıp direkt spora geçiyorum. her gün bin türlü terane, ne yahu bunların hepsi? ülkede adam kalmadı resmen her gün birileri ya ölüyor ya içeri atılıyor. dünya gündemi ülke gündeminden daha çok ilgimi çekiyor o derece... zira çok ilginç şeyler oluyor ülkede, kafam almıyor artık ben fazla naif veya aptal kaçıyorum. bir oyun oynanıyor ama bir oyun hep oynanıyordu zaten ne oyunmuş bitmedi gitti anasını satayım... öldürecekseniz öldürün de kurtulalım be abi yalnız ne olur lafı uzatmayın, masal anlatıp kafa ütülemeyin... futbol benim uyuşturucum, ilacım, takım da iyi olunca nasıl keyifliyim anlatamam... aptal ama huzurluyum, kör, sağır ve dilsizim ama açıkçası benden mutlusu yok... neyse, bir şey demiyorum zaten ben de lafı uzattım farkındayım, geçelim...

    maça biraz geç kaldığım için sobanın hemen yanında yer buldum kendime, mal bulmuş magribi gibi atladım tabi yavşak yavşak sırıtarak, "oh ne güzel sıcak sıcak maç izlerim" diye. giriş üç lira, iki de marka veriyorlar ikram çay için, sudan ucuz! kurban olayım ben böyle kültüre!

    yahu sevindik başta ama beşinci dakikada benim kıçımdan terler akmaya başladı, marka boşa gitmesin diye sıcak çay yudumluyoruz öte yandan, cekedi falan çıkarttım ama bana mısın demedi, terlemek bir kenara etim yanıyor yahu alışmışız kaloriferli lüks apartman dairesine, köylü milletin efendisidir, kıraathane mekanların kralıdır, mat oldum, toplumsal zekaya yenik düştüm... oranın boş olması tesadüf değildi, aptal ayracıydı, yuttum zokayı, kabul ediyorum... sobayla aramda ufak bir geçiş var, adam geçsin diye dua ediyorum birkaç saniyeliğine bile olsa o ısı akışı kesilsin diye... samsun'un goller de gelince iyice hikaye olduk, beyin kanaması geçirmek üzereydim ki devre arası oldu da kendimi dışarı attım. hava soğuk, buz gibi, nereden baksan 0 veya 5 derece var. civelek gibi geziyorum ceketsiz, köz gibi olmuşum 45 dakikada...

    manisa tarzanlığından sonra ikinci devrede usta bir hamleyle yerimi değiştirdim. bu sefer rahatım, ikinci çayı keyifli içtim. çok çakalım değil mi? siz de yakaladınız... çaya para bayılmamak için yavaş yavaş ilk devre birini, ikinci devre birini içiyorum :) bizim goller gelmeye başladı bende de bir hareketlenme oldu, vücudumun tamamen pişmiş sol tarafı da yavaş yavaş soğumaya başladığı için normale dönmüştüm, ilk iki gole pek sevinmedim, "hmm! lan acaba?" dedim, zira timsaha yatmaktan, erken ötmekten, aptal yerine konmaktan nefret ederim. ama ilk golü semih attı diye içten içe sevindim o ayrı. selçuk'un golü de kendi tabirim ile "anasının nikahı gibi abanmak"tır ki çok severim böyle golleri, ki selçuk inan'ın samsunspor'a attığı golden korkan polis de öyle düşünmüş olmalı ki iyi rol kesti... üçüncü golde boşaldım resmen, baros attı ya bir de böyle bağıra bağıra deli gibi kulübeye koştu, o an koptum resmen, tanımadığım dayılarla bir bayram havası, "laylaylaylaylaylaylaylaylaaaaa aaaaa cim-bom-bom!!!" diye bağırdık falan oturduk sonra. sercan'ın gole de bir o kadar sevindim, sevindik, artık taşak geçmeye falan başladık, çok sevindik ama anlatacak kelime bulamıyorum. bir kıraathane dolusu yurdum insanı ancak bu kadar pozitif olabilir.

    içerisi köylü, işçi, amele, manav dolu, dışarıda ise mobilet, beyaz şahin, elektrikli bisiklet falan var. şimdi ilk dörtlü ile ikinci üçlünün her türlü kombinasyonu korkunç ve itici olacaktır klişe toplumsal hafızaya göre ama öyle değildi, herkes bir çiçek, herkes bir polyanna, bakımsız bıyıkların altında sararmış dişli gülen dudaklar...

    ne zaman kameralar simon zenke'yi gösterse en az altı-yedi kişi "aha bu zenci sikicek anamızı" falan dedi, ehiosun'u görünce "aha bir tane daha atacak" falan dedik* ama imparator sağ olsun böyle olmadı, düşünün yani o beyaz şahinin bagajında kim bilir kaç tane levye var? bir olay olsa kıraathanenin deposundan acaba kaç tane sopa veya döner bıçağı çıkar? ya ceplerdeki emanetler? ki kızgın ahali bunca delici-kesici-dövücü alet edevatla harmanlanırsa minik bir ordu eder, düşünün ilk yarıdaki 2-0'lık skoru ve geçen seneki kötü oyuna ve bam'a* nazire yapan kötü bir sabri'yi görünce ne kadar korktuk, sindik, moralimiz bozuldu, küfrettik...

    maçtan sonra çok heyecanlı döndüm eve golleri tekrar izlemek için, koşa koşa gittim resmen, taksi durağındakiler tip tip baktı, "yazık" dedi biri hatta arkadan, tekrar görürsem alacağım makasını...

    annem maçtan ne anlar? "yavaş oğlum sakin oğlum" falan diyor maçı soran babama heyecanla olayları anlatırken. "la yörü" diye parladım tabi kadın ancak anladı halimden.

    geçen sene bir sürü maçı stattan izledim sözlükçü yoldaşlarla, artık en ufak bir kötü sonuçta çıkıveriyor o korku ve öfke, psikolojimizde yer etti resmen, allahtan bu şekil bitmedi maç. çünkü hakem her ne kadar abuk subuk faul verdiyse de iyiydi yani sorumlu bizdik, bok gibi oynadık, sonra çok fena açıldık, çok fena... arap atı az kalır tanımlamak için, geciktirici krem kullanan rocco diyeyim ciddiyeti siz düşünün... hoş, şahin k, tecavüzcü coşkun ve nuri alço'yu kimseye değişmem ama rocco aklımızda daha darbeli bir yer etmiş ondan öyle dedim...

    maç çok iyiydi ama bu heyecanı her hafta kaldıramam. sahi hafta da yok artık, üç günde bir kaldıramam. bize güzel ve heyecalı bir film izletti galatasaray! sürükleyiciydi gerçekten...

    son olarak emre çolak'tan birkaç gün sonra nazire yaparcasına siftah yapan gençlerimiz semih kaya ve sercan yıldırım'a daha nice güzel goller dileyerek paçasından lokallik akan bu yazıyı bitiriyorum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın