32
aslında temelleri geçen sene başında atılan #yenilmezarmada figürünü, basketbol şubesinde bir sistem yaratma çabası ilk defa 2007-2008 senesinde murat özyer'le başlamıştı. 1 sene önce ülker'i şampiyon yaptıktan sonra kapısına kilit vurulmasıyla boşa çokan şampiyon coach ülker grubunun fenerbahçe'de aydın örs'ün yardımcısı ol teklifini kabul etmeyerek bizimle anlaşmıştı. ilk sene pek ahım-şahım bir kadro kuramadığımız için misimovic'ten önce sakızı bizimle tanıştıran gamsız görünümlü sayı canavarı gerald fitch'in eline bakan bir takımdık.
2007-2008 sezonu sistemli bir takım için atılan ilk adım oldu. hüseyin beşok gibi türk basketbolunun değeri anlaşılamamış ismi kulübe kazandırılırken, geçmişinde efes pilsen ve ülker'in oyun kurucusu apolet bulunan güvenilir el cüneyt erden, 1 sene önce tuborg'dan gelen ve oğuz savaş'tan daha iyi pivot olduğuna inandığımız ümit milli cemal nalga, büyük kolej yıllarının hatrına yine 1 sene önce takıma katılan murat kaya'lı bir türk rotasyonu oluşturuldu. bu kadroya son eklemeler ise hiç 1.lig tecrübesi olmayan erdem türetken ve efes pilsen'den kiraladığımız cenk akyol'la oldu. *
takıma yabancı takviyeleri yapılırken 2 numaraya robert hite, uzun pozisyonuna orta mesafe şutu olan chris owens, uçanı kaçanı vuran charles gaines geliyordu. takımın tek eksiği olan oyun kurucu pozisyonuna ise o sene nba'de free agent olan dee brown ismi ortalıklarda dolanıyordu. "one man fastbreak" lakabıyla tanınan ve bir illinois efsanesi olan dee brown son halka olarak takıma katılıyordu.
dee brown o sene bize gelirken aslında özellikle euroleague takımlarından da teklifler almıştı. olympiacos'un onunla ilgilendiği biliniyordu. biz ise dee'ye o zamana kadar hiçbir oyuncuya vermediğimiz kadar para veriyorduk, bilinen rakam 1.1 milyon dolar.
dee brown öncesi önce malik dixon sonra gerald fitch'le her maç 30 sayı atacak yıldız oyuncuya alışmış taraftarın beklentileri doğal olarak bir nba yıldızından da bu ve buna benzer istatistikler oluyordu. fakat sezon boyunca ne dee brown anlık patlamalar dışında skorer olarak bize fayda sağlamadı.
o sezonun belki de en önemli iki oyuncusu robert hite ve charles gaines oldu. özellikle eurocup serüveninde bize çok katkı sağladılar. fakat oyun olarak pek tatmin edici olduğumuz söylenemez. bu kadar atletik ve hızlı oyunculara sahip olduğumuz halde nedense daha yavaş tempoda oynamaya çalışıyorduk.
eurocup'da zaferler tek tek gelirken önce geçen senenin intikamını alıp asvel'i elerken arkasından gran canaria'yla eşleşiyorduk. o sene eurocup maçlarını kanal24 yayınlıyordu murat murathanoğlu ve yiğiter uluğ'un anlatımıyla. rakibin en korkulan ismi carl english'i sağolsunlar ezberletmişlerdi. o sene eurocup'da ki diğer temsilcilerimizden beşiktaş müthiş bir kadroya sahipti preston shumpert, dalmau, rick apodaca, sinan güler, kaya peker, sezon ortasında gelen predrag drobnjak muazzam kadroları vardı. coach ergin ataman'la eurocup'a müthiş başladılar ve 10/10 yapmışlardı. o sene diğer müthiş takım badalona'nın 10/10 yapmasına ise türk telekom izin vermeyecekti.
beşiktaş o sezon eurocup'da çok iddialıydı bizden daha iyi bir görüntü çiziyorlardı. özellikle kızılyıldız serisinde kimsenin unutmayacağı ve sinan güler'i türk basketboluna armağan eden omar cook-sinan güler eşleşmesiyle beşiktaş o turu geçerken ataman her zamanki mütevaziliğini! konuşturuyordu.
final eight zamanı geldiğinde yanlış hatırlamıyorsam eşleşmeler zaten belliydi. aynı ülke takımlarını birbirleriyle eşleştiriyorlardı. her sene olduğu gibi torino'da boş salonda oynanan maçlarda ilk defa bir avrupa kupasında 2 türk takımı karşılacaktı. murat özyer ve sistem için müthiş bir adımdı bu. birçok hatıra barındıran maçı cüneyt erden'in 9 saniye kala attığı üçlükle kazanıyorduk ama ergin ataman'ın molası varken mola almaması ve bizim oyuncuların galibiyet sevincini soyunma odasına koşarak kutlamalarını bir türlü anlayamadım ve anlamam da mümkün değil. niye koştular ki?
bu sonuçta murat özyer bir zamanlar asistanlığını yaptığı ergin ataman'ı alt etmeyi başarıyordu.
herkes şimdi düşünebilir kupaya bu kadar yaklaşmışken alamaz mıydık diye. o sene eurocup şimdilerden çok daha zorluydu hatta o sene eurocup'da müthiş takımlar ve müthiş çekişmeler vardı. son 4'e kalmamızın başarısını bir kenara bırakın çeyrek finalde beşiktaş yerine başka bir takım çıksa tur atlamamız bile hayal olabilirdi. o senenin en büyük favorisi badalona'nın oyun kurucusu ricky rubio skoreri rudy fernandez. yine murat özyer'in o zamanlar keşfettiği demont mallet, telekom'un gediklisi jan jagla ve şimdinin caja laboral'lisi pau ribas. diğer tarafta bizim gruptan gelen girona'da san emeterio ve marc gasol. kazan'da tariq kirksay, darjus lavrinovic ve yeni yeni parlayan dusko savanovic. dinamo moskova'da ise travis hansen, henry domercant, antonis fotsis ve milos vujanic gibi oyuncular vardı. enfes kadrolar.
badalona karşısına biraz zaten kaybeceğiz havasıyla çıkmıştık. final8'in bizim en değerli oyuncusu tek başına takımı sürükleyen robert hite yine pes etmemiş maça ortak etmişti bizi ama olmadı. 3.lük maçı ise çok önemliydi. çünkü 1. euroleague giderken 2-3 eurocup'a bir sene sonra direk katılıyordu. biz bu amaçla çıkmıştık maça ama ne yazık ki badalona maçında sakatlanan hite olmayınca takım durmuştu. o sene takıma sonradan katılan bir amerikalı daha vardı adını bile hatırlamıyorum ama daha kötüsü bulunamazdı herhalde. (u: 9 kişi uyarmış sağolsun bu isim britton johnsen. ama kötü olduğunda herkes hemfikir)
torino'dan müthiş bir özgüvenle dönerken aslında o sezon boyunca yaşadığımız istikrarsızlık yine peşimizi bırakmıyordu.(u: bir periyotta sadece 2 sayı attığımız bir mersin maçı olduğunu hatırlattı trouble sağolsun ) pek dengeli bir takım değildik. play-off başladığında belalımız tutku açık ve takımına karşı kazanabileceğimize inanıyorduk ama tutku-el-amin ikilisi bizi yaktı.
sonuçta dönüp bakıldığında başarılı mıyız değil miyiz anlayamadığımız bir sezon oluyordu. sanırım ahmet dedehayır'da böyle düşünüyor olacak ki takımın başına erman kunter'i getirmek için çalışmalara başlıyordu. temeli yarım kalan sistem ve efendiliği yüzünden ortada bırakılan bir coach. (u: aslında biraz cem akdağ oktay mahmuti değişikliğini de andırmıyor değil bu hamle ama yapan kişi dedehayır olunca güven olmuyor) sonuçta erman kunter işi olmuyor ya da oldurulmuyor * ve galatasaray tekrar murat özyer'i takımın başına getiriyor.
murat özyer o sene belki de kariyerin en büyük hatasını dedehayır'a boyun eğerek yapmıştı ama eğer öyleyse bile en büyük ikinci hatası tüm yabancıları dağıtmak oldu. oynamak istediğimiz basketbolla oyuncuların uyuşmadığını düşünüyordu coach ve daha tecrübeli avrupa basketbolundan isimleri almak istedi. dee'nin ayrılması süpriz değildi ancak hite ve gaines'in gidişi taraftar için biraz buruk oldu.
takımın türk rotasyonu korunurken coach bu bağlamda önce avrupanın iyi uzunlarından pao'dan andrija zizic, avrupanın en iyi şutörlerinden milan gurovic, kolay kolay yıkılmayan oyun zekası müthiş 4 numara dejan milojevic'le anlaştı. takımdan ayrılan robert hite yerine ise antonio graves geliyordu. fransa kariyerinde müthiş maçlar çıkartan ve bize geldiğinde 1-2 sene içerisinde kusursuz bir euroleague oyuncusu olması beklenen graves. transferler kağıt üzerinde müthiş duruyordu. fakat oyun kurucu transferi kimseyi tatmin edemiyordu. alpella'nın guardı marshall strickland. hatırlamak bile istemiyorum, felaket ötesi bir galatasaray kariyerine sahiptir kendileri.
sezon müthiş beklentilerle girilirken ilk patlayan teker tabii ki strickland oldu. tam o sorun halledilmeye çalışılırken a.zizic sorunu ortaya çıktı. zizic ayrılmak istedi ve gitti. taraftar takımın en önemli ismi milan gurovic'in dublörünün geldiğini düşüne dursun murat özyer eleştirilere dayanamıyordu. dedehayır sezon öncesi yapamadığını yapmış ve coach'ı yollamıştı.
galatasaray ilk düzgün bir organizasyon kurma hayalleri çabuk suya düşüyordu. sonrasında kaos ortamında değişen yabancılarla sezon bitiriliyordu ve sonra yine sil baştan. o sezon hakkında akılda kalan detaylardan biri de coach değişikliği sonrası fenerbahçe'yi evimizde yine yenmemiz olmuştu. hüseyin beşok'un yürek koymasıyla.
murat özyer'i birçokları coach olarak beğenmez. gönderilmesi için geç kaldığı düşünülür ama nedense kimse o dönem ahmet dedehayır'ın şubede yaşattıklarını hatırlamak istemez. tıpkı erkek takımında olduğu gibi kadın basket takımında da cem akdağ'ı zorla gönderen kendisidir. ve bence basketbolda doğru düzgün bir organizasyon sağlamada bu kadar geç kalmamızın yegane sebebi de.
belki murat özyer çok iyi bir coach değildi, belki galatasaray'ı yönetme kapasitesi yoktu ama şu an basamaklarını çıktığımız merdivenin ilk ayağını onun sayesinde attık bu da unutulmasın. cem akdağ ile beraber bu takımı yolda bırakmayan haksızlığa uğramış olmalarına rağmen bunu ortalık malzemesi yapmayan müthiş insandır.
(u: eksikler, yanlışlar, abartılar olabilir. yanlış hatırladığım şeyler olabilir...hani okuyan olursa diye diyorum, düzeltiriz.)
edit: britton johnsen
2007-2008 sezonu sistemli bir takım için atılan ilk adım oldu. hüseyin beşok gibi türk basketbolunun değeri anlaşılamamış ismi kulübe kazandırılırken, geçmişinde efes pilsen ve ülker'in oyun kurucusu apolet bulunan güvenilir el cüneyt erden, 1 sene önce tuborg'dan gelen ve oğuz savaş'tan daha iyi pivot olduğuna inandığımız ümit milli cemal nalga, büyük kolej yıllarının hatrına yine 1 sene önce takıma katılan murat kaya'lı bir türk rotasyonu oluşturuldu. bu kadroya son eklemeler ise hiç 1.lig tecrübesi olmayan erdem türetken ve efes pilsen'den kiraladığımız cenk akyol'la oldu. *
takıma yabancı takviyeleri yapılırken 2 numaraya robert hite, uzun pozisyonuna orta mesafe şutu olan chris owens, uçanı kaçanı vuran charles gaines geliyordu. takımın tek eksiği olan oyun kurucu pozisyonuna ise o sene nba'de free agent olan dee brown ismi ortalıklarda dolanıyordu. "one man fastbreak" lakabıyla tanınan ve bir illinois efsanesi olan dee brown son halka olarak takıma katılıyordu.
dee brown o sene bize gelirken aslında özellikle euroleague takımlarından da teklifler almıştı. olympiacos'un onunla ilgilendiği biliniyordu. biz ise dee'ye o zamana kadar hiçbir oyuncuya vermediğimiz kadar para veriyorduk, bilinen rakam 1.1 milyon dolar.
dee brown öncesi önce malik dixon sonra gerald fitch'le her maç 30 sayı atacak yıldız oyuncuya alışmış taraftarın beklentileri doğal olarak bir nba yıldızından da bu ve buna benzer istatistikler oluyordu. fakat sezon boyunca ne dee brown anlık patlamalar dışında skorer olarak bize fayda sağlamadı.
o sezonun belki de en önemli iki oyuncusu robert hite ve charles gaines oldu. özellikle eurocup serüveninde bize çok katkı sağladılar. fakat oyun olarak pek tatmin edici olduğumuz söylenemez. bu kadar atletik ve hızlı oyunculara sahip olduğumuz halde nedense daha yavaş tempoda oynamaya çalışıyorduk.
eurocup'da zaferler tek tek gelirken önce geçen senenin intikamını alıp asvel'i elerken arkasından gran canaria'yla eşleşiyorduk. o sene eurocup maçlarını kanal24 yayınlıyordu murat murathanoğlu ve yiğiter uluğ'un anlatımıyla. rakibin en korkulan ismi carl english'i sağolsunlar ezberletmişlerdi. o sene eurocup'da ki diğer temsilcilerimizden beşiktaş müthiş bir kadroya sahipti preston shumpert, dalmau, rick apodaca, sinan güler, kaya peker, sezon ortasında gelen predrag drobnjak muazzam kadroları vardı. coach ergin ataman'la eurocup'a müthiş başladılar ve 10/10 yapmışlardı. o sene diğer müthiş takım badalona'nın 10/10 yapmasına ise türk telekom izin vermeyecekti.
beşiktaş o sezon eurocup'da çok iddialıydı bizden daha iyi bir görüntü çiziyorlardı. özellikle kızılyıldız serisinde kimsenin unutmayacağı ve sinan güler'i türk basketboluna armağan eden omar cook-sinan güler eşleşmesiyle beşiktaş o turu geçerken ataman her zamanki mütevaziliğini! konuşturuyordu.
final eight zamanı geldiğinde yanlış hatırlamıyorsam eşleşmeler zaten belliydi. aynı ülke takımlarını birbirleriyle eşleştiriyorlardı. her sene olduğu gibi torino'da boş salonda oynanan maçlarda ilk defa bir avrupa kupasında 2 türk takımı karşılacaktı. murat özyer ve sistem için müthiş bir adımdı bu. birçok hatıra barındıran maçı cüneyt erden'in 9 saniye kala attığı üçlükle kazanıyorduk ama ergin ataman'ın molası varken mola almaması ve bizim oyuncuların galibiyet sevincini soyunma odasına koşarak kutlamalarını bir türlü anlayamadım ve anlamam da mümkün değil. niye koştular ki?
bu sonuçta murat özyer bir zamanlar asistanlığını yaptığı ergin ataman'ı alt etmeyi başarıyordu.
herkes şimdi düşünebilir kupaya bu kadar yaklaşmışken alamaz mıydık diye. o sene eurocup şimdilerden çok daha zorluydu hatta o sene eurocup'da müthiş takımlar ve müthiş çekişmeler vardı. son 4'e kalmamızın başarısını bir kenara bırakın çeyrek finalde beşiktaş yerine başka bir takım çıksa tur atlamamız bile hayal olabilirdi. o senenin en büyük favorisi badalona'nın oyun kurucusu ricky rubio skoreri rudy fernandez. yine murat özyer'in o zamanlar keşfettiği demont mallet, telekom'un gediklisi jan jagla ve şimdinin caja laboral'lisi pau ribas. diğer tarafta bizim gruptan gelen girona'da san emeterio ve marc gasol. kazan'da tariq kirksay, darjus lavrinovic ve yeni yeni parlayan dusko savanovic. dinamo moskova'da ise travis hansen, henry domercant, antonis fotsis ve milos vujanic gibi oyuncular vardı. enfes kadrolar.
badalona karşısına biraz zaten kaybeceğiz havasıyla çıkmıştık. final8'in bizim en değerli oyuncusu tek başına takımı sürükleyen robert hite yine pes etmemiş maça ortak etmişti bizi ama olmadı. 3.lük maçı ise çok önemliydi. çünkü 1. euroleague giderken 2-3 eurocup'a bir sene sonra direk katılıyordu. biz bu amaçla çıkmıştık maça ama ne yazık ki badalona maçında sakatlanan hite olmayınca takım durmuştu. o sene takıma sonradan katılan bir amerikalı daha vardı adını bile hatırlamıyorum ama daha kötüsü bulunamazdı herhalde. (u: 9 kişi uyarmış sağolsun bu isim britton johnsen. ama kötü olduğunda herkes hemfikir)
torino'dan müthiş bir özgüvenle dönerken aslında o sezon boyunca yaşadığımız istikrarsızlık yine peşimizi bırakmıyordu.(u: bir periyotta sadece 2 sayı attığımız bir mersin maçı olduğunu hatırlattı trouble sağolsun ) pek dengeli bir takım değildik. play-off başladığında belalımız tutku açık ve takımına karşı kazanabileceğimize inanıyorduk ama tutku-el-amin ikilisi bizi yaktı.
sonuçta dönüp bakıldığında başarılı mıyız değil miyiz anlayamadığımız bir sezon oluyordu. sanırım ahmet dedehayır'da böyle düşünüyor olacak ki takımın başına erman kunter'i getirmek için çalışmalara başlıyordu. temeli yarım kalan sistem ve efendiliği yüzünden ortada bırakılan bir coach. (u: aslında biraz cem akdağ oktay mahmuti değişikliğini de andırmıyor değil bu hamle ama yapan kişi dedehayır olunca güven olmuyor) sonuçta erman kunter işi olmuyor ya da oldurulmuyor * ve galatasaray tekrar murat özyer'i takımın başına getiriyor.
murat özyer o sene belki de kariyerin en büyük hatasını dedehayır'a boyun eğerek yapmıştı ama eğer öyleyse bile en büyük ikinci hatası tüm yabancıları dağıtmak oldu. oynamak istediğimiz basketbolla oyuncuların uyuşmadığını düşünüyordu coach ve daha tecrübeli avrupa basketbolundan isimleri almak istedi. dee'nin ayrılması süpriz değildi ancak hite ve gaines'in gidişi taraftar için biraz buruk oldu.
takımın türk rotasyonu korunurken coach bu bağlamda önce avrupanın iyi uzunlarından pao'dan andrija zizic, avrupanın en iyi şutörlerinden milan gurovic, kolay kolay yıkılmayan oyun zekası müthiş 4 numara dejan milojevic'le anlaştı. takımdan ayrılan robert hite yerine ise antonio graves geliyordu. fransa kariyerinde müthiş maçlar çıkartan ve bize geldiğinde 1-2 sene içerisinde kusursuz bir euroleague oyuncusu olması beklenen graves. transferler kağıt üzerinde müthiş duruyordu. fakat oyun kurucu transferi kimseyi tatmin edemiyordu. alpella'nın guardı marshall strickland. hatırlamak bile istemiyorum, felaket ötesi bir galatasaray kariyerine sahiptir kendileri.
sezon müthiş beklentilerle girilirken ilk patlayan teker tabii ki strickland oldu. tam o sorun halledilmeye çalışılırken a.zizic sorunu ortaya çıktı. zizic ayrılmak istedi ve gitti. taraftar takımın en önemli ismi milan gurovic'in dublörünün geldiğini düşüne dursun murat özyer eleştirilere dayanamıyordu. dedehayır sezon öncesi yapamadığını yapmış ve coach'ı yollamıştı.
galatasaray ilk düzgün bir organizasyon kurma hayalleri çabuk suya düşüyordu. sonrasında kaos ortamında değişen yabancılarla sezon bitiriliyordu ve sonra yine sil baştan. o sezon hakkında akılda kalan detaylardan biri de coach değişikliği sonrası fenerbahçe'yi evimizde yine yenmemiz olmuştu. hüseyin beşok'un yürek koymasıyla.
murat özyer'i birçokları coach olarak beğenmez. gönderilmesi için geç kaldığı düşünülür ama nedense kimse o dönem ahmet dedehayır'ın şubede yaşattıklarını hatırlamak istemez. tıpkı erkek takımında olduğu gibi kadın basket takımında da cem akdağ'ı zorla gönderen kendisidir. ve bence basketbolda doğru düzgün bir organizasyon sağlamada bu kadar geç kalmamızın yegane sebebi de.
belki murat özyer çok iyi bir coach değildi, belki galatasaray'ı yönetme kapasitesi yoktu ama şu an basamaklarını çıktığımız merdivenin ilk ayağını onun sayesinde attık bu da unutulmasın. cem akdağ ile beraber bu takımı yolda bırakmayan haksızlığa uğramış olmalarına rağmen bunu ortalık malzemesi yapmayan müthiş insandır.
(u: eksikler, yanlışlar, abartılar olabilir. yanlış hatırladığım şeyler olabilir...hani okuyan olursa diye diyorum, düzeltiriz.)
edit: britton johnsen