210
son iki saate kadar gidip gitmeyeceğim belli bile değildi. o gün, maç zaten kendi başına bir stresti, herkes gibi benim için de. lamore del calcio, '' tamam, geliyorsun'' diye aradığında saçma sapan bir yerlerdeydim ve o 2 saat nasıl geçti, eve nasıl döndüm, yola nasıl çıktım, mecidiyeköy'e nasıl ulaştığımı hiç bilmiyorum. bir de sözlük zirvesi olmuş tabii, orada gördüğüm yazarlar kimdi, kimin elini sıktım pek bilmiyorum, çünkü inanamıyorum hala maça gideceğime, aklıma bir tek o düşünce... stada yürüyoruz lamore ile ben hala sağlıklı düşünemiyorum, etrafta yüzlerce insan, koşuşturmaca. stada girerken bir şekilde lamore ile ayrı düşüyoruz. ben yeni açık altta kalıyorum, o eski açık yolunu tutup, beni bir başıma bırakıyor. yeni açık alt deneyimi, benim için ilk ve bene tek başımayım. orada olmamalıydım oysa ki... maçtan önce şereftir seni sevmek çalıyor, gözlerim yaşlı, eşlik ediyorum. tribünler çok güzel; ama kafamı eğerek görebiliyorum eski açıktaki bayrakları...
maç başlıyor, herkes umutlu, heyecanlı, birbiriyle konuşuyor...ben yalnızım...duruma inanamıyorum...görebilmek için sürekli yer değiştiriyorum çünkü görüş alanım pek yok, yalnızım yine. penaltı olduğunda gözyaşlarımı tutamıyorum ve resmen ağlıyorum, tanımadığım insanların yanında. içimden geçirebiliyorum ancak, ''kewell'ın gol attığı maçları kazanıyoruz'' diyorum kendime, ağlıyorum, ''bu bir işaret'' diyorum, ''geçeceğiz turu''. sonra baros havalandırıyor fileleri; ama ben sadece zıplayarak sevinebiliyorum, hayal gibi her şey bana. bu arada üşüyorum, ''artık devre olsa da çay içsem, ısınırım'' diye iç geçiriyorum. devre oluyor; ama ben bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim büfenin. maç boyunca yanımda tek başına maç izleyen bir adam, haliyle yalnız olduğumu anlamış, '' çay içer misin?'' diye soruyor. sağolsun bana yardımcı oldu devre arası yoksa o kadar insanın içinde pek mümkün olmayacaktı benim çay alabilmem... o çayı elime aldım, yine ağlamaya başladım, tanımadığım birisi bana çay ısmarlıyordu, duygulanmıştım... sonra ikinci yarı...anlatamıyorum ki artık... yanımdaki polisler bile o kadar üzüldü ki...herkesin ağzından tek cümle duyuluyordu: ''2-0'dan maç verilir mi?'' veriliyordu ve biz kahroluyorduk... eve dönerken hayatın anlamını kaybetmiş gibiydim, boşluğa düşmüştüm sanki. şimdi bile gözlerim yaşlı; ama içimden geçen şey de bu: ''sensiz bu hayat olmaz olsun, cim bom bom'um canın sağolsun!''
maç başlıyor, herkes umutlu, heyecanlı, birbiriyle konuşuyor...ben yalnızım...duruma inanamıyorum...görebilmek için sürekli yer değiştiriyorum çünkü görüş alanım pek yok, yalnızım yine. penaltı olduğunda gözyaşlarımı tutamıyorum ve resmen ağlıyorum, tanımadığım insanların yanında. içimden geçirebiliyorum ancak, ''kewell'ın gol attığı maçları kazanıyoruz'' diyorum kendime, ağlıyorum, ''bu bir işaret'' diyorum, ''geçeceğiz turu''. sonra baros havalandırıyor fileleri; ama ben sadece zıplayarak sevinebiliyorum, hayal gibi her şey bana. bu arada üşüyorum, ''artık devre olsa da çay içsem, ısınırım'' diye iç geçiriyorum. devre oluyor; ama ben bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim büfenin. maç boyunca yanımda tek başına maç izleyen bir adam, haliyle yalnız olduğumu anlamış, '' çay içer misin?'' diye soruyor. sağolsun bana yardımcı oldu devre arası yoksa o kadar insanın içinde pek mümkün olmayacaktı benim çay alabilmem... o çayı elime aldım, yine ağlamaya başladım, tanımadığım birisi bana çay ısmarlıyordu, duygulanmıştım... sonra ikinci yarı...anlatamıyorum ki artık... yanımdaki polisler bile o kadar üzüldü ki...herkesin ağzından tek cümle duyuluyordu: ''2-0'dan maç verilir mi?'' veriliyordu ve biz kahroluyorduk... eve dönerken hayatın anlamını kaybetmiş gibiydim, boşluğa düşmüştüm sanki. şimdi bile gözlerim yaşlı; ama içimden geçen şey de bu: ''sensiz bu hayat olmaz olsun, cim bom bom'um canın sağolsun!''