1750
attığı golleri, insanların verdiği tepkileri, hocasını satıp satmayışını falan geçtim, benim takıldığım başka bir şey var.
yıl 2007, aylardan ağustos. servet galatasaray'a yeni transfer olmuş, kendini kanıtlamak, herkesin gözüne girmek istiyor. işi kolay değil, fenerbahçe ve shevchenko etiketleri var hala üzerinde. ilk maçına çıkıyor taraftar önünde. uefa kupası eleme maçı, rakip slaven belupo, yeni açıkta izliyorum. servet toplara uçarak kafa vuruyor ve uzaklaştırıyor, kritik müdahaleler yapıyor, her şeyini veriyor sahada. zaten garip bir fizik yapısı olduğundan, topla yapabilecekleri de belli gibi. ama o iyice ön plana çıkmak için, 5 dakikada bir topu alıp başlıyor ilerlemeye tsubasa misali, önüne biri geldikçe deviriyor ve ilerlemeye devam ediyor. insanlar hayret içinde izliyor bu adamı. neler oluyor yahu? en sonunda topu kaptırınca da herkes gülüyor ve "olsun" diyor, uzun zamandır duymadığım kadar güçlü alkışlar duyuyorum bir futbolcu için o gün. ve ardından başlıyor bütün tribünler;
"serveeeet, serveeeet"
şimdi yıl 2011, aylardan mayıs. elimizde kağıt kalem, şampiyonluk hesapları yapmamız gereken dönem. oysa galatasaray ligde ilk 10da değil*, averajımız negatif, avrupa'ya başlamadan veda etmişiz, bi sonraki sene avrupa'ya gidemeyeceğimiz kesin. galatasaray lig sonuncusuyla, tamamen önemsiz bir maça çıkıyor. servet topu alıp, ani bir deparla rakip yarı sahaya geçiyor ve 1-2 çalımla ilerliyor. bütün tribünler ayakta, yine o gülüşmeler, yine o merak, yine o ses:
"serveeeet, serveeet"
tamam. 4 sene önce bana da ilginç geliyordu, hangimize gelmiyordu ki? ben de gülmüştüm, alkışlamıştım. bağırmıştım adını. ama o birkaç maçlık bir şeydi bende. yıllar geçti, düşünüyorum; dünya üzerinde savunma oyuncusunun paldır küldür topu sürerek ilerlemesiyle bu kadar eğlenen, bunu ekstra bir iş sayarak ayakta alkışlayan başka bir taraftar var mıdır? diyorum ki, biz bunu yaparak ya servetle, ya kendimizle, ya da galatasaray ile dalga geçiyoruz. en azından biriyle geçtiğimiz kesin. artık savunma oyuncularının röveşatayla, yarım voleyle gol attığı, kritik maçlar kazandırdığı dönemlerdeyiz. biz, bizim savunma oyuncumuzun top sürüşüyle orgazmdan orgazma koşuyoruz 4 senedir, bıkmadan, sıkılmadan. aklım almıyor. beynim duruyor. evet, servet için ekstradır o işler, ama galatasaray için değil.
attığın gole sevinmedim yine. senin attığın bir gole sevinirsem senin için değil, galatasaray için sevinirim sadece. adını asla bağırmam. çünkü bu 4 yılda unutamayacağım şeyler yaptın. hocanın son şansını mı ilan etmedin kameralar önünde, sırf seni kadro dışı bıraktı diye ertesi hafta "bana güvenilmeyen yerde oynayamam" diye normalde yaptığın müdahaleleri yapamaz mı oldun, sana sonuna kadar güvenip destekleyen adama yanına geldiğinde telefonunu bile kapatmadan veda mı etmedin, "çok şımartıyosunuz bunları" diye gencecik takım arkadaşını mı tartaklamadın...
biz seni çok şımarttık servet. yıllardır, popescu'nun, lucas neill'ın 5 dakikada bir yapabildiği şeyi, 10 maçta bir yaptın diye seni ayakta alkışladık. adını haykırdık. çünkü komik gibiydin.
senin bu formayla işin yok servet. kendine iyi bakıyorsun, profesyonelsin, futbolu mesleğin olarak görüyorsun. ne demiştin sahi? "benim futbolu bıraktıktan sonra galatasaraylı servet olarak anılma gibi bi derdim yok" muydu? öyle bir şeylerdi. benim galatasaray için hissettiklerimi bir an bile hissetmedin hayatında. bunu herkesten beklemek gibi bir şey olmaz. ama sen, o ankaragücü maçından sonra benim hissettiklerimi bilmiyorsun servet, sen o umursamadığın hagi'nin gidişinden sonra benim hissettiklerimi bilmiyorsun. haddin olmayan her şeye karıştın servet. sanki bu forma umrundaymış gibi...
senin üzerinde galatasaray forması var diye, bizim için oynuyorsun, gol atıyorsun diye sana saygı duymayacağım. senin adını bağırmayacağım. çünkü bu, benim o kutsal forma içinde yaptıklarıyla ilah ilan ettiğim adamlara duyduğum saygının içini boşaltmak olur. bu konuda eşitlik olmaz, yapamam.
yıl 2007, aylardan ağustos. servet galatasaray'a yeni transfer olmuş, kendini kanıtlamak, herkesin gözüne girmek istiyor. işi kolay değil, fenerbahçe ve shevchenko etiketleri var hala üzerinde. ilk maçına çıkıyor taraftar önünde. uefa kupası eleme maçı, rakip slaven belupo, yeni açıkta izliyorum. servet toplara uçarak kafa vuruyor ve uzaklaştırıyor, kritik müdahaleler yapıyor, her şeyini veriyor sahada. zaten garip bir fizik yapısı olduğundan, topla yapabilecekleri de belli gibi. ama o iyice ön plana çıkmak için, 5 dakikada bir topu alıp başlıyor ilerlemeye tsubasa misali, önüne biri geldikçe deviriyor ve ilerlemeye devam ediyor. insanlar hayret içinde izliyor bu adamı. neler oluyor yahu? en sonunda topu kaptırınca da herkes gülüyor ve "olsun" diyor, uzun zamandır duymadığım kadar güçlü alkışlar duyuyorum bir futbolcu için o gün. ve ardından başlıyor bütün tribünler;
"serveeeet, serveeeet"
şimdi yıl 2011, aylardan mayıs. elimizde kağıt kalem, şampiyonluk hesapları yapmamız gereken dönem. oysa galatasaray ligde ilk 10da değil*, averajımız negatif, avrupa'ya başlamadan veda etmişiz, bi sonraki sene avrupa'ya gidemeyeceğimiz kesin. galatasaray lig sonuncusuyla, tamamen önemsiz bir maça çıkıyor. servet topu alıp, ani bir deparla rakip yarı sahaya geçiyor ve 1-2 çalımla ilerliyor. bütün tribünler ayakta, yine o gülüşmeler, yine o merak, yine o ses:
"serveeeet, serveeet"
tamam. 4 sene önce bana da ilginç geliyordu, hangimize gelmiyordu ki? ben de gülmüştüm, alkışlamıştım. bağırmıştım adını. ama o birkaç maçlık bir şeydi bende. yıllar geçti, düşünüyorum; dünya üzerinde savunma oyuncusunun paldır küldür topu sürerek ilerlemesiyle bu kadar eğlenen, bunu ekstra bir iş sayarak ayakta alkışlayan başka bir taraftar var mıdır? diyorum ki, biz bunu yaparak ya servetle, ya kendimizle, ya da galatasaray ile dalga geçiyoruz. en azından biriyle geçtiğimiz kesin. artık savunma oyuncularının röveşatayla, yarım voleyle gol attığı, kritik maçlar kazandırdığı dönemlerdeyiz. biz, bizim savunma oyuncumuzun top sürüşüyle orgazmdan orgazma koşuyoruz 4 senedir, bıkmadan, sıkılmadan. aklım almıyor. beynim duruyor. evet, servet için ekstradır o işler, ama galatasaray için değil.
attığın gole sevinmedim yine. senin attığın bir gole sevinirsem senin için değil, galatasaray için sevinirim sadece. adını asla bağırmam. çünkü bu 4 yılda unutamayacağım şeyler yaptın. hocanın son şansını mı ilan etmedin kameralar önünde, sırf seni kadro dışı bıraktı diye ertesi hafta "bana güvenilmeyen yerde oynayamam" diye normalde yaptığın müdahaleleri yapamaz mı oldun, sana sonuna kadar güvenip destekleyen adama yanına geldiğinde telefonunu bile kapatmadan veda mı etmedin, "çok şımartıyosunuz bunları" diye gencecik takım arkadaşını mı tartaklamadın...
biz seni çok şımarttık servet. yıllardır, popescu'nun, lucas neill'ın 5 dakikada bir yapabildiği şeyi, 10 maçta bir yaptın diye seni ayakta alkışladık. adını haykırdık. çünkü komik gibiydin.
senin bu formayla işin yok servet. kendine iyi bakıyorsun, profesyonelsin, futbolu mesleğin olarak görüyorsun. ne demiştin sahi? "benim futbolu bıraktıktan sonra galatasaraylı servet olarak anılma gibi bi derdim yok" muydu? öyle bir şeylerdi. benim galatasaray için hissettiklerimi bir an bile hissetmedin hayatında. bunu herkesten beklemek gibi bir şey olmaz. ama sen, o ankaragücü maçından sonra benim hissettiklerimi bilmiyorsun servet, sen o umursamadığın hagi'nin gidişinden sonra benim hissettiklerimi bilmiyorsun. haddin olmayan her şeye karıştın servet. sanki bu forma umrundaymış gibi...
senin üzerinde galatasaray forması var diye, bizim için oynuyorsun, gol atıyorsun diye sana saygı duymayacağım. senin adını bağırmayacağım. çünkü bu, benim o kutsal forma içinde yaptıklarıyla ilah ilan ettiğim adamlara duyduğum saygının içini boşaltmak olur. bu konuda eşitlik olmaz, yapamam.