• 72
    onca eksiğe, top oynamak için yaratılmış beyinlere ve ayaklara sahipken 120 dakika domates tarlasında top oynamaya mecbur bırakılmış olmaya, moral bozukluğuna, dinlenememeye rağmen; sahada ve kulübede her an hazır bulunan tüm aslanlarımızın mücadelesini, kanını, terini gördükten sonra tabelada yazan sonuca zerre üzülmediğim maçtır.

    kayserispor, sivasspor gibi takımların oyun taktiklerini(!) bildikten sonra daha fazla sakat vermediğimiz için sevindiğim maç bile olmuştur. lincoln haksız bir şekilde atılmasaydı, korkarım 18 subat 2009 bordeaux galatasaray macinda, bu maç yiyecegi olasi tekmelerden sonra bizi yalnız bırakacaktı. maç esnasında bir an tüm top yapan oyuncularımızın sahada kalmasından açıkça korktum, çünkü rakipte seyrettiğim şey futboldan başka birşeydi.

    hakemin öncelikli düsturu "yıldız oyuncuları korumak" ve maçı hakkıyla "11 e 11 bitirmektir". futbol bir endüstri, bir temaşa oyunu olduğundan, kitleleri peşinden sürükler ve tüm dünyada "bunu daha nasıl cazip hale getirebiliriz" tartışmaları yapılırken; lincoln'ün oyundan atılması, daha fazla tekme yemesin, hırsından "kızarmasın" diye baros'un oyundan alınmak zorunda bırakılması, bu ruha tamamen ihanettir. selçuk dereli ile maç kaybetmemiş olabiliriz hatta tarihimizin en unutulmaz şampiyonluklarından birinde adı geçtiği için sempati bile duyabiliriz ama bu durum onun "çok kötü" bir hakem olduğu gerçeğini maalesef değiştirmiyor. türkiye'de "eyyam" sözcüğünün yanına yazılabilecek iki hakem vardır, bu kelimenin anlamını bize öğreten bu iki hakemden biri ali aydın, diğeri de selçuk dereli'dir. verdiği kararlar ve tribündeki aslanlarımızın altında öyle ezilmiştir ki, galibiyeti -hatta beraberliği- hiç haketmemesine rağmen ver(e)mediği iki penaltıyla kayseri'yi de ezmiştir.

    oldum olası maç öncesi rahatlıkla "niteliksiz bilgi" sıfatına sokabileceğim istatistiklerden korkmuşumdur. "x yıldır galatasaray y hakemle maç kaybetmiyor", "x maçtır galatasaray evinde tek farklı galibiyet elde etmedi", "x maçtır kalesinde y'den fazla gol görmedi" denildiği anda yüzümde acı bir tebessüm oluşur. bunun örneğini şampiyonlukları verdiğimiz; adana, ankaragücü, gençlerbirliği maçlarında bir kaç kez yaşadık.

    maça geçip morgan de sanctis'ten başlayacak olursam, diyebileceğim odur ki; kaleci ne pahasına olursa olsun ayaklarının üzerinde durabilmelidir. aynı maçta bunun örneğini defalarca gördük, sırf ayakta durduğu için ceza sahamıza inen aptal bir kayseri serbest vuruşunu müthiş bir refleksle çıkartabilmiştir. yediği gole baktığımızda, muhtemelen mehmet topuz'un frikiğinde olduğu gibi topu sektirmeye niyetlenmişti çünkü önü açıktı ve adam hakikaten attığı gole kendisinin bile inanamayacağı derecede kötü bir vuruş yaptı. bu kadar kötü vurabileceğini tahmin etseydi, ayakları ile bile çıkartabilirdi. golden sonraki hırsından bunu anlayabildim.

    sabri sarıoğlu; bak arkadaşım, her kayseri maçında tuhaf bir şekilde çılgın attığını gözlemleyebiliyorum. "maçın en iyi adamı" demek için kendimi yırtıyorum, her hareketine dikkat ediyorum ama sen inatla her duran, yürüyen, zıplayan topu inatla kötü kullanıyorsun. her seferinde "bu sefer tamam, yapacak ortayı, kafayı koyacak biri" diye bekliyorum ama olmuyor, olmuyor! servet'in yerinde olsam, senin attığın köşe vuruşlarında çıkmam defanstan yahu! bir ara milan *, harika hareketlerle aldığı topu sana verdi ve yaptığın ortayı gördükten sonra eminim "ne işim var lan benim bunlarla?" diye sormuştur kendisine. yine de maçın en kritik anlarında yaptığın müdahalelerden dolayı kutluyorum.

    mehmet topal, hakan balta'nın talihsiz sakatlığı ile hocanın 3'lü defansında sol bekte yer buldu. iyi-kötü tartışmak yersiz çünkü bu, hocanın b planı idi, yine de stoper özelliği olduğu ve 3'lü defansta her bekin aynı zamanda bir stoper olması gerektiğini bildiğimizden, açıkçası ben pek yadırgamadım. allah bu çocuğu nazardan korusun; sakatlanmış ama bu beni hiç korkutmuyor çünkü gerçekten amatör bir ruhla, ekmeğini yediği kulübüne profesyonelce hizmet ediyor ve galatasaray'ımın formasını taşıyor. milletin ön liberolarının halini görüyorum da...

    ayhan akman, bu maçta beğenmedim. neredeyse aldığı her topla geri döndü. biz onu inatçı yapısı ve oyunu dikine oynayışıyla tanıdık, ya da öyle alıştırdı. yine de eleştiriyor olabilmem mümküne değil, karşındaki kayserispor ve doğaldır çekinik oynaması! ben olsam 10 gün sonra çıkacağım uefa maçını düşünürdüm rahatlıkla ama o yine de toplara hiç sakınmadan girdi.

    servet çetin, yine defansı toparladı. üstelik sağında ve solunda "devşirme" bekler varken. 55 dakika boyunca sahasında görünen galatasaray'ımın hata yapacağı belliydi ve arkasına adam kaçırdığı pozisyonda penaltıya sebebiyet verebilirdi. avrupa'da bunları hiçbir hakem affetmeyecektir ama o maçların motivasyonunun farklı olacağı da gerçektir. yine de topa yaptığı hamleler ve kadıköy'de hezimet yaratan aghahowa'yı sindirmesi benim için yeter sebeptir.

    linderoth; bir kez daha gördüm ki, bu sezonun en iyi ara transferi sen olacaksın. lincoln'den aparma ara topları, oyuna topu sokuşun ve takımı atağa kaldırırken yaptığın tercihler, 18 subat 2009 bordeaux galatasaray macinda gözlerimin seni arayacağını bir kez daha gösterdi. kondisyonunu artırabilmesi ve uzun zamandır maç temposundan eksik kalışı gibi handikaplarını bertaraf etmek için 14 subat 2009 antalyaspor galatasaray maci ilk 11'inde mutlaka oynatılması gerekiyor.

    milan baros, akıttığın kan, benim kanımdır. maç kazanma arzusu ve üstelik de evinde yediğin onca dayağa rağmen takımı ateşliyor olabilmen, tam bir profesyonel olduğunun göstergesidir. "eyyamcının kralına" verdiğin ayar, tüm galatasaraylıların takdirini kazanmış, "iki elim kanda olsa oynarım bu topu arkadaş" diyebilmiş, tribündeki onbinlerin sahadaki sözcüsü olmuştur. televizyon başındaki, tribündeki tüm aslanların o anda içinden geçeni yaptın. federasyona, hakem kuruluna "alınlarındaki o leke" bundan daha iyi nasıl ifade edilebilirdi bilemiyorum.

    arda turan; mabedin, kalorifer dairesinde döktüğün gözyaşı, gözyaşımdır. "buraya gelmeyen fenerli olsun" tezahüratından sonra canhıraş bir şekilde eski açığa gidişini unutmayacağım. bazıları gibi paraya müptezel değil, "sarı kırmızıya" aşık olduğunu bundan daha iyi nasıl ifade edebilirdin bilemiyorum.

    edit: imla
App Store'dan indirin Google Play'den alın