66
insanda herşeyi bırakıp da gitmek arzusu uyandıran maç.
türkiye'ye yıldız oyuncuların neden gelmediği saatlerce süren programlarda günlerce tartışılır. eninde sonunda bir tane gelir. 2-3 hafta gol atamaz, ölmüş derler. başladı mı 2şer 3er atar, yine beğenmezler. pembe ayakkabı giyer, hepsini bir delikanlılık hassasiyeti alır. 20 yaşında bir çocuk kendini kanıtlayacak diye sahadan çıkana kadar dayak yer, bazılarının gözünde yine suçlu olur. sonra bir tarafının kılları kadayıf olmuş amcalar dövünür durur programlarda, niye bize yıldız gelmiyor diye.
süper bir kadro kurulur, sakatlıklar yakasını bırakmaz takımın. sahaya çıkacak 11 zor bulunur. herkesin içine dert olur bu sakatlıklar, hepsi kendince suçlu çıkartır, reçete hazırlar. ama hiçbirinin aklına sahada yedikleri dayak gelmez. kalkıp da ahkam kestiği yerden tuvalete gitmeye üşenen insanlar her gün kilometrelerce yol koşan, günde 4-5 saat süren idmanlar yapan futbolcuların neden sakatlandığı konusunda fikir yürütür. maç izlerken oturduğu salonun kaloriferi kapansa çemkirecek olan insanlar onların buz zeminde top oynamasını, ayağına her top gelişinde yediği tekmeler karşısında ses çıkarmadan otrumasını bekler.
nice takımların çıkamadığı, avrupanın cehennem olarak bildiği stadımızın son senesidir. dünya üzerinde farklı lokasyonlardaki binlerce galatasaraylı bir kez ayak basamadan o güzelim yapının yıkılıp gideceğinden dem vururken 15 milyonluk istanbul'da elindeki şansı anlayıp da maça gidecek 23000 galatasaraylı bulunmaz. hadi ona da eyvallah, bari gidenler tezahürat yapsın dersin. 30 dakika belli bir tezahürat sesi gelir televizyondan. ama mesele hakeme küfretmek oldu mu 4 farklı tribünden 5-6 tane küfürlü tezahürat son ses yankılanır. insancıklar hakaret etmeye o kadar meraklıdır ki, kimsenin aklına "bizim" takımın 60 dakika 10 kişi oynayacağı gelmez. selçuk şöyle, sülalesi böyle diye yırtınan insanlar konu tezahürata gelince yine sus pus olur. stadtan yüzlerce kilometre öteden farkedilir bu. zira televizyona gelen tezahürat sesinde bariz bir azalma olmuştur.
güzel bir cumartesi günü oturup 2 saatliğine "futbol izleme" zevkini doya doya yaşamak istersin. eksiklerde olsa takım çıksın, elinden geleni yapsın; sevinci ya da üzüntüsü bize kalsın dersin. izin vermezler. maç bitiminde skora göre sevinmek ya da hüzünlenmek, ama ne olursa olsun o zevki tatmak istersin. ama kendini ya sinirden bir yerleri tekmelerken/birşeyleri kemirirken, ya da gözyaşı dökerken bulursun. herşeye lanet eder, o tozlu-topraklı mahalle aralarında taştan kale yapıp sabahtan akşama top kovalayarak sevdiğin naif oyunu özlersin. ama beyhudedir arayışların.
işte öyle birşey...
türkiye'ye yıldız oyuncuların neden gelmediği saatlerce süren programlarda günlerce tartışılır. eninde sonunda bir tane gelir. 2-3 hafta gol atamaz, ölmüş derler. başladı mı 2şer 3er atar, yine beğenmezler. pembe ayakkabı giyer, hepsini bir delikanlılık hassasiyeti alır. 20 yaşında bir çocuk kendini kanıtlayacak diye sahadan çıkana kadar dayak yer, bazılarının gözünde yine suçlu olur. sonra bir tarafının kılları kadayıf olmuş amcalar dövünür durur programlarda, niye bize yıldız gelmiyor diye.
süper bir kadro kurulur, sakatlıklar yakasını bırakmaz takımın. sahaya çıkacak 11 zor bulunur. herkesin içine dert olur bu sakatlıklar, hepsi kendince suçlu çıkartır, reçete hazırlar. ama hiçbirinin aklına sahada yedikleri dayak gelmez. kalkıp da ahkam kestiği yerden tuvalete gitmeye üşenen insanlar her gün kilometrelerce yol koşan, günde 4-5 saat süren idmanlar yapan futbolcuların neden sakatlandığı konusunda fikir yürütür. maç izlerken oturduğu salonun kaloriferi kapansa çemkirecek olan insanlar onların buz zeminde top oynamasını, ayağına her top gelişinde yediği tekmeler karşısında ses çıkarmadan otrumasını bekler.
nice takımların çıkamadığı, avrupanın cehennem olarak bildiği stadımızın son senesidir. dünya üzerinde farklı lokasyonlardaki binlerce galatasaraylı bir kez ayak basamadan o güzelim yapının yıkılıp gideceğinden dem vururken 15 milyonluk istanbul'da elindeki şansı anlayıp da maça gidecek 23000 galatasaraylı bulunmaz. hadi ona da eyvallah, bari gidenler tezahürat yapsın dersin. 30 dakika belli bir tezahürat sesi gelir televizyondan. ama mesele hakeme küfretmek oldu mu 4 farklı tribünden 5-6 tane küfürlü tezahürat son ses yankılanır. insancıklar hakaret etmeye o kadar meraklıdır ki, kimsenin aklına "bizim" takımın 60 dakika 10 kişi oynayacağı gelmez. selçuk şöyle, sülalesi böyle diye yırtınan insanlar konu tezahürata gelince yine sus pus olur. stadtan yüzlerce kilometre öteden farkedilir bu. zira televizyona gelen tezahürat sesinde bariz bir azalma olmuştur.
güzel bir cumartesi günü oturup 2 saatliğine "futbol izleme" zevkini doya doya yaşamak istersin. eksiklerde olsa takım çıksın, elinden geleni yapsın; sevinci ya da üzüntüsü bize kalsın dersin. izin vermezler. maç bitiminde skora göre sevinmek ya da hüzünlenmek, ama ne olursa olsun o zevki tatmak istersin. ama kendini ya sinirden bir yerleri tekmelerken/birşeyleri kemirirken, ya da gözyaşı dökerken bulursun. herşeye lanet eder, o tozlu-topraklı mahalle aralarında taştan kale yapıp sabahtan akşama top kovalayarak sevdiğin naif oyunu özlersin. ama beyhudedir arayışların.
işte öyle birşey...