208
sevgili frank,
ben duygularımı anlatabilen bir adam değilim, aksine hissedemediklerimi yererken nirvanaya ulaşabilen karakterdeyim. beni anlamaya çalış o yüzden, gözlerin kırmızı olsun yine. çünkü kalbinin yarısı sarı olan birileri var olacak mutlaka buralarda.
sen gittiğinde sol elimi kesmişler gibi, sağ bacağımı koparmışlar gibi titredi tüm vücudum. geldiğinde de 5 adam daha fazlaymışım gibi, 10 kadını aynı anda sevebilecekmiş gibi kabarmıştım çünkü. ''eskiden gullit vardı...'' diye başlayan baba hikayeler dinledim ben babamdan tüm çocukluğumda, seni çok dinledim, van basten'i çok dinledim. bize düşen portakallar hiç sizin kadar güzel olamadı. ama dedim ya senin bize geldiğin gün, senin her hafta bizimle mutlu, her hafta bizimle kasvetli olacağını öğrendiğim an bir kutsallık vukuu buldu tüm kozmosta. sabah akşam parçalı için sayıklıyorsam ben, senin de sayıklayacağını bilmek... tahayyül sınırlarının ötesinde...idi.
ben seni top kovalarken görmedim hiç, ben seni top kovalayan adamları kovalarken gördüm hep. ben düşündüm ki kendi kendime ; ''ne kadar sevebilirsin bir adamı...''. biz nasıl 20li yaşların başında tüm arabesk şarkıları biliyorsak dertten kederden, senin de saçlarına ak düştü ya hani? dedim ki yine ben kendi kendime ; ''çocuğum olsun da anlatayım seni, o da kendi çocuğuna anlatsın sonra.'' paranoyak anne-babaların geçmişi düşündüklerinde akıllara gelen ilk şeyin ihtilal olduğu bu topraklarda, portakal gibi tatlı bir rayihanayla sızmışsın ya sen anılara hani? dedim ki yine ben ; ''ölene kadar 64 kere ölsem de bir şey olmaz, tatlı anım olacak galiba benim de.'' olmadı ama.
sen geldiğinde çok şey güzel gitti, sen gittiğinde ise hiçbir şey güzel gitmedi. ''total futbol, gelenden gidenden tokat yemekmiş ehehe'' tarzında bıkbıklayan kargaların gürültüsüne kulaklarını kapatamadı bir takım galatasaray aşıkları. sen kollarını kavuşturup maçı izlerken kenarda, çoğu kez maçı bırakıp seni izledik biz. senden büyüğü, senden zekisi, senden güzeli yoktu çünkü çevremizde, sahada, kulübümüzde.
çok değil, yaklaşık 1.5 hafta önce servet'in golüyle maç kazanırken, hagi'nin ileriye çık diye nasıl hönkürdüğünü gördük. kendi iradesi ya da zekasıyla aksiyon dahi yapamayan tonla adam galatasaray forması giyiyor frank. biz sana asla ama asla kızamazdık, inandığın değerler olduğu için. biz asla ve asla hagi'ye de kızamayız, en kötü günümüzde bizimle olduğu için. biz, bizi seven kimseye kızamayız.
gittiğinde köpek gibi ağladım bir de, televizyonu kapattım, sokağa çıkmadım, bir satır bile yazı okumadım. ben aile fertlerimi gömerken bile ağlamamıştım.
gözüm kızardı frank, neyse. senin de kalbinin bir yarısı sarı nasıl olsa.
ben duygularımı anlatabilen bir adam değilim, aksine hissedemediklerimi yererken nirvanaya ulaşabilen karakterdeyim. beni anlamaya çalış o yüzden, gözlerin kırmızı olsun yine. çünkü kalbinin yarısı sarı olan birileri var olacak mutlaka buralarda.
sen gittiğinde sol elimi kesmişler gibi, sağ bacağımı koparmışlar gibi titredi tüm vücudum. geldiğinde de 5 adam daha fazlaymışım gibi, 10 kadını aynı anda sevebilecekmiş gibi kabarmıştım çünkü. ''eskiden gullit vardı...'' diye başlayan baba hikayeler dinledim ben babamdan tüm çocukluğumda, seni çok dinledim, van basten'i çok dinledim. bize düşen portakallar hiç sizin kadar güzel olamadı. ama dedim ya senin bize geldiğin gün, senin her hafta bizimle mutlu, her hafta bizimle kasvetli olacağını öğrendiğim an bir kutsallık vukuu buldu tüm kozmosta. sabah akşam parçalı için sayıklıyorsam ben, senin de sayıklayacağını bilmek... tahayyül sınırlarının ötesinde...idi.
ben seni top kovalarken görmedim hiç, ben seni top kovalayan adamları kovalarken gördüm hep. ben düşündüm ki kendi kendime ; ''ne kadar sevebilirsin bir adamı...''. biz nasıl 20li yaşların başında tüm arabesk şarkıları biliyorsak dertten kederden, senin de saçlarına ak düştü ya hani? dedim ki yine ben kendi kendime ; ''çocuğum olsun da anlatayım seni, o da kendi çocuğuna anlatsın sonra.'' paranoyak anne-babaların geçmişi düşündüklerinde akıllara gelen ilk şeyin ihtilal olduğu bu topraklarda, portakal gibi tatlı bir rayihanayla sızmışsın ya sen anılara hani? dedim ki yine ben ; ''ölene kadar 64 kere ölsem de bir şey olmaz, tatlı anım olacak galiba benim de.'' olmadı ama.
sen geldiğinde çok şey güzel gitti, sen gittiğinde ise hiçbir şey güzel gitmedi. ''total futbol, gelenden gidenden tokat yemekmiş ehehe'' tarzında bıkbıklayan kargaların gürültüsüne kulaklarını kapatamadı bir takım galatasaray aşıkları. sen kollarını kavuşturup maçı izlerken kenarda, çoğu kez maçı bırakıp seni izledik biz. senden büyüğü, senden zekisi, senden güzeli yoktu çünkü çevremizde, sahada, kulübümüzde.
çok değil, yaklaşık 1.5 hafta önce servet'in golüyle maç kazanırken, hagi'nin ileriye çık diye nasıl hönkürdüğünü gördük. kendi iradesi ya da zekasıyla aksiyon dahi yapamayan tonla adam galatasaray forması giyiyor frank. biz sana asla ama asla kızamazdık, inandığın değerler olduğu için. biz asla ve asla hagi'ye de kızamayız, en kötü günümüzde bizimle olduğu için. biz, bizi seven kimseye kızamayız.
gittiğinde köpek gibi ağladım bir de, televizyonu kapattım, sokağa çıkmadım, bir satır bile yazı okumadım. ben aile fertlerimi gömerken bile ağlamamıştım.
gözüm kızardı frank, neyse. senin de kalbinin bir yarısı sarı nasıl olsa.