resim
Gheorghe Hagi
Görev:Teknik Direktör
Takım:FCV Farul
Yaş:59
Uyruk:Romanya
  • 695
    bir futbol efsanesi. karpatların maradona’sı. biz galatasaraylılar için yeri dünya futbolundaki bütün yıldızlardan değerli elbette.

    önce steau bükreş’te gördük hagi’yi. tak başına takımdı adeta. şampiyon kulüpler kupası yarı finalinde karşılaştığımızda en korktuğumuz futbolcusuydu steau’nun. korktuğumuz başımıza da geldi zaten. 5 nisan 89’da oynadığımız maçın yıldızıydı. yediğimiz her golde işin içindeydi. bir penaltıdan kendisi attı. asla unutamadım o penaltıyı. yerden simoviç’in ayağının dibine vurmuştu topu, simo sanki ayağı yere betonlanmış gibi kalmış, kıpırdayamamıştı.
    romanya dünyaya kapalı bir ülkeydi. çavuşesku demir yumrukla yönetiyordu. steau da ordunun takımıydı. türlü türlü söylenti dolaşmaktaydı. hagi orduda albay, hem kahraman bir asker ve çavusesku’nun göz bebeğiydi. maçlarda onun istediğinin aksine bir karar veremiyordu hakemler. ülkesinde zaten adı iyi çıkmamış istediği kadını alabiliyordu. oğlum ne sapıklık varmış o zamanlar türkiye’de ha. bu arada, koca hagi’yi hakemlerin korumasına da aldık ya, aferin bize.

    sonra yıllar geçti, demirperde yıkıldı. doğu bloku ülkelerindeki futbolcular da yurt dışına transfer yapmaya başladılar.
    hagi de ismine yakışır şekilde hem barcelona hem real madrid formaları giydi. iki takımda da çok başarılı olamadı. bunun sebepleri var elbette. en önemli sebep o zamanlar bütün dünyada var olan yabancı kısıtlamasıydı. bomsan kuralı çıkmamıştı. örneğin barcelona’da stoichkov, romario gibi forvetler vardı. ama bu futbolcuların kalitesinden çok oynadıkları mevkiler sebebiyle zamanın hocası cruyff’un tercihleri sebebiyle çok fazla forma giyemedi hagi. real madrid’deki durumunu bilmiyorum ama mutlaka kendisi dışında gelişen sebepler vardır az oynamasında (seviyorum ya hagi’yi).

    sonrasında italya’da oynadı. italya’nın büyük takımlarında olmasa da fena iz bırakmadı. ama bu seneler içinde oynadığı dünya kupalarında hep başarılı oldu.

    1996-97 sezonunun başında galatasaray’a geldi. o sıralarda çıkan hiçbir habere inanmamıştım. imzayı atsın, öyle inanırım diyordum. müthiş bir transferdi. hagi’yi galatasaray’a getirenler ne büyük bir iş yaptıklarını zaman içinde gördüler.
    geldiğinde, yaşlı deniyordu. halbuki hagi’nin stilinin yaşla ilgisi yoktu ki. büyük tecrübesiyle bütün bir maçı oynayabilecek kapasitede ve zekada bir oyuncuydu.
    zaten futbolu da idmanlardan sıkıldığı için bıraktığı açıklamıştı. idmansız oynansa devam ederdi.

    sahada duruşu yeter derler ya, işte hagi için söylenmiş sözlerden biri. orta sahada dursa, topçulara duracakları yerleri, gidecekleri gösterse, rakip korner atarken adam paylaşımını yapsa, korner, frikik atsa sadece, şu anda gencecik yaşlarında faal oynayan bir çok futbolcudan faydalı olur. belki eskisi gibi topu taşıyıp, istediği yere gelince kaleye vuramaz ama bunları yapacak futbolcu yetiştirebilir en azından.

    maradona’nın zidane için bir tabiri vardır “futbolu severek oynuyor gibi değil” veya buna benzer bir ifadedir. hagi’nin futbolu ne kadar sevdiğini sahanın için anlardınız.
    hagi, büyük futbolcuydu, bizim buralarda konuşulanlar gibi değil, dünya çapında büyük futbolcuydu. ama sadece futbolyla büyük değildi.
    çok yetenekliydi, mükemmel hükmettiği, her istediğini yapan bir sol ayağı vardı. kuvvetliydi. topu önüne aldığında ondan çalmak hiç kolay değildi, çöreklendimi topun üzerine faulsüz topu ondan ayıramazdınız.
    bütün maç sahada gezerdi, sahanın her yerini gezerdi yani, ama rakip sahanın. bizim sahaya pek gelmezdi. onun açıklarını buldozer gibi koşan orta saha kapatırdı. biraz efor sarfeder, biraz dinlenirdi. sahada kendini mükemmel kaybettirir, bir anda dinlenmiş olarak ortaya çıkar işi bitirecek işleri yapardı. bir tek mustafa doğan kaybetmedi hagi’yi, tuvalete bile, devre arasında soyunma odasına bile hagi’yle gittiği için sanırım.
    topla hareket halindeyken orta yapmaz, istediği arkadaşına pas verirdi hagi. topu alır, oyun bir anda yavaşlar, rakip yarım metre önünde olmasına rağmen topa basmaya cesaret edemezdi. topu alırsın belki ama ya faul ya da alamazsan bir de bakmışsın hagi kaleye giriyor. yerlisi, yabancısı, ligi, avrupa kupası bütün maçlarda aynı sahneyi görürdünüz.
    topla giderken ellerliyle arkadaşlarına işaret ederdi, sen şuraya, sen buraya diye. maestro dedikleri budur işte. bir de commandante var, işte o da hagi’dir. sanırım galatasaray’da hiç kaptanlık yapmadı, bandı vermeye gerek yok diye düşünmüş olmalılar.

    kaleye şut. hani meşhur bir klişenin dediği gibi “mesafe tanımaksızın” kaleye şut atabilirdi. ama her yerden kaleye vuran kolpacılar gibi değil elbette, kaleye tıngır mıngır giden bir şutunu hatırlamıyorum. ne goller attı futbol hayatı boyunca, uzaklardan. sol taç çizgisi kenarından kalenin sol üst köşesine, sağ taç çizgisi kenarından kalenin sağ üst köşesine. sahanın ortasından kalenin tam ortasındaki kalecinin başının üzerinden.
    bir de frikikler. daha galatasarayla çıktığı ilk lig maçında trabzonspor’a atmıştı, oynayacağı 5 sezon boyunca bunlardan daha çok atacağım, bu daha numune der gibiydi. bir çok kritik frikik golü attı hagi galatasarayda.
    zor maçların hepsinde sorumluluk aldı. kendisinden bekleneni hep yaptı.

    oyun sıkıştığında topu hagi alır, oyunu soğuturdu. büyük bir taktik zekası vardı hagi’nin. kimisi sahada koştururken aklı uçar gider, idmandayken, maç izlerken düşündüklerini veya hocanın anlattıklarını sahada beceremez. hayattan kopar ve doğaçlama oynar. orada ne taktik ne de başka bir şey vardır. hagi bunu saha içinde becerebilen ender futbolculardandı.
    bir strum graz maçı hatırlıyorum. devre 0-0 bitmişti. ikinci devre hagi playmaker oynamaya başladı. savunmadan topu alıyor, oyunu kuruyordu. kaleye gitmeden, çok ileri çıkmadan bir tek devre oynadı. maçı 3-0 almıştık. hagi bildiğimiz pirlo gibi oynadı o devrede. hayran olmuştum. sadece oynadığı futbola değil. maçı almamız lazım deyip, kendini kaybedebilir, inatla rakibin üstüne gidebilirdi. ilk devre graz başında 3 kişiyle beklemiş adım attırmamıştı. halbuki orta sahanın ortasında, kaleye uzak oynayan bir hagi o kadar tehlikeli olamazdı. bireysel olarak evet doğruydu belki, ama hagi takımı oynatmayı seçmişti.

    topa büyük bir beceriyle hükmetmesine rağmen hiçbir zaman bir penaltıcı olmadı hagi. ama kritik penaltıların hepsini attı, hiç birinde sorumluluktan kaçmadı. en önemlilerinden biri kuşkusuz leeds deplasmanında attığı penaltıydı.

    biraz yukarıda kısaca değinmiştim, hagi bir futbolcudan, büyük bir futbolcudan fazlasıydı takım için. bir liderdi. saha kenarında fatih terim, saha içindeyse hagi liderdi. takımın komutanıydı.
    tam burada bir polemik konusuna giriş yapmak istiyorum. jardel konusu. gerçi bu konuda pek polemik yok, neredeyse bütün galatasaray taraftarı jardel’i türk futbolcu ganginin kovdurduğunda hemfikir. banaysa hiç öyle gelmiyor. birlikte oynadıkları her maç hagi ne zaman jardel’in gırtlağına sarılacak diye bekledim ben. jardel’in takım oyununa katkısı hiç yoktu. büyük golcüydü, ama sadece ceza sahasında görürdünüz jardel’i. jardel gelene kadar takım savunmada hagi’yi göz ardı eder ve tüm takım savunmaya katkı yapardı. bir yerde takım hagi’yi sırtında taşır, hagi de teşekkürlerini bir şekilde sunardı. jardel’den sonra işler değişti. hagi’nin de sırtına savunma yükü binmeye başladı. hagi sorumluluklarını bilen bir oyuncuydu ne olursa olsun. birkaç kez sahada tartıştılar. hagi yüzünüden gitti diyemesem de, sebeplerden biri buydu jardel’in takımda tutunamayışının.

    kaybetmeye tahammülü olmayan bir yıldızdı hagi. etliye sütlüye karışmayan, topunu oynayıp soyunma odasına, duşlara giden biri olmadı hiç. sahada ne kadar savaşıyorsa kazanmak için, rakiplerle de, hakemlerle de savaşırdı. kimseye eyvallah dediğini görmedim oynadığı süre içinde. bunların içinde erol ersoy da var adams da var. haksızlığa uğradığını düşündüğü her zaman büyük tepkisini hep gösterdi. bazen hakemlerle maç içinde bazen de maç sonunda orta sahada tartıştı. büyük ceza aldığı erol ersoy’a yaptıkları konusunda bile haksızdı diyemem.
    rakiplerin attığı tekmelere, dirseklere çaktırmadan hep cevap verdi. hiçbir rakip hagi’yi sertlikle yıldıramadı. kendisine yapılanların rövanşını saha içinde mutlaka aldı.
    bu agresifliği elbette büyük hırsından kaynaklanıyordu. bu hırs, bu inat, bu dayanıklılık takıma da tribüne de sirayet ediyordu. hani şimdilerde hep sözü edilen takımı ateşleyecek futbolcu var ya, o hagi’ydi. oyun mu sıkıştı hagi açar, takım ruhsuz mu oyunuyor, hagi ateşler, rakip pislik mi yapıyor hagi cezalandırır, hakem kötü mü yönetiyor hagi hesabını sorar.

    işte galatasaray takımının yıllardır başına gelen şeylerin baş sorumludur hagi. takımda olmaması kendi suçu mudur bilmem ama şu andaki durumun sebebidir. bir hagi daha bulamadık. elbette kabahat olmayanda değil, onun büyüklüğünün yörüngesinde, hayal aleminde yaşayıp mesihin döneceğini bekler gibi bekleyen, her transfer dönemi yeni hagi’sini arayan bizlerde.

    takım ali sami yen’de mağlupken metin oktay’la birlikte ismi bağırılan adamdır hagi.

    ali sami yen her geldiğinde stadı i love you hagi diye inlettiren adamdır hagi.

    süper kupa finalinde roberto carlos’u madara eden adamdır hagi.

    galatasaray’ın ihtiyacı olunca koşa koşa görev başına geçen adamdır hagi.

    fenerbahçe tribünlerinden kendisine edilen küfürlere 5 işaretiyle cevap veren adamdır hagi.

    resimlisi için :
    http://captano.blogspot.com/2010/09/hagi.html
App Store'dan indirin Google Play'den alın