276
cevad prekazi : aşkım galatasaray
70’lerde, 80’lerde yüzlercesi gelen yugo’lardan biriydi cevad ilk başta bizim için. o zamanlar iletişim olanakları çok çok kısıtlı olduğu için transferler taraftar için çok bilinmeyenliydi. ancak sahada görünce anlardık topçuyu. zaten ancak son yıllarda hazırlık maçlarını tvler veriyor da görüyoruz takımı.
cevad için de değişik şeyler söyleniyordu. solakmış, incecikmiş, salon futbolu oynuyormuş, simoviç’in arkadaşıymış. bunlar hiç de doyurucu bilgiler değildi doğrusu.
prekazi’yi türkiye ilk olarak fatih terim’in fenerbahçe stadı’nda yapılan jübilesinde gördü, rakip trabzonspor’du. bilgi olsun, maçı trabzon 1-0 kazandı. fatih, stada helikopterle geldi.
ne yazık ki ben orada değildim. en çok sevdiğim galatasaraylı futbolcunun, kaptanın jübilesine gidememekle kalmadım, sonradan en çok sevdiklerim arasına girecek prekazi’yi de ilk izleyenlerden olamadım.
bizimkisi de futbol belası. aynı saatlerde zuhurat baba şöhretler turnuvasında final maçına kaptan çıkıyordum, 18 yaşımdayken. arkamda bir dolu tanınmış futbolcu. yine de çok dua etmiştim aynı güne denk gelmesin maçlar diye, olmadı. kısmet değilmiş.
fatih’i çok kez izlemiştim, sonradan prekazi’yi de o kadar çok izledim ki, açıkları kapattım.
transfer olduğu zaman anlatılanlar doğruydu, incecikti, solaktı, salon futbolundan bize gelmişti. ama kafamızda yaratılan imajı tersine çevirdi prekazi. evet incecikti ama kuvvetliydi, evet salon futbolundan gelmişti ama bütün sahayı kullanmayı çok iyi biliyordu, sanki hayatında sadece salonda oynamış imajı yaratıldığı için bizi de yanıltmışlardı basıncı tayfası.
prekazi, muhteşem bir sol ayağı, mükemmel bir oyun bilgisi olan adam. ondan o kadar çok şey öğrendim ki. solaktı ve benim özel zaafım vardır solaklara, solak olduğum için. toplara müthiş vuruyordu. duran veya hareketli fark etmeksizin. o zamanlar asist diye bir istatistik bilgisi yoktu, olsaydı prekazi her sene birinci olurdu. gerçi o zamanlar gol krallığından başka istatistik de yoktu.
yeri gelmişken bu konuya da gireyim. bence futbolda istatistik çok saçma. asist, futbolda gol olan pas anlamına geliyor. o kadar saçma ki. dünyanın en çok gollük pasını atan futbolcusu olsa golcü mesela güiza’ysa bittin demektir. önemli olan gollük paslardır pasörün kalitesini belirleyen, gol olup olmaması onun işi değildir ki. top çalma, oyuncu öyle bir alanı daraltır ki, rakip pas atacak yer bulamaz, topu kapamadığı için istatistiklerde gözükmeyince kalitesi düşer mi oyuncunun? bu da saçma. kaleciler için kurtardığı gol, ben ne kaleciler gördüm kendi öyle bir büyür, açıları öyle bir kapar ki topu avuta atmak zorunda kalırsın. e nooldu şimdi, kaleci golü kurtamamış mı oldu, istatistik açıdan bakarsan öyle. isabetli pas, bu yaşımda çıkayım “0” pas hatasıyla oynarım süper lig’de. o kadar kolay ki, alıcan vericen geriye, yana. benden iyi istatistiği olan yok, hem de 43 yaşında ! yürü be capo !bu istatistik işleri de fm-cm’cilerin başının altından çıkıyor, biliyorum bunu, hiç kıvırmayın
neyse gençliğimin efsanesi prekazi’ye dönelim. cevad’dan çok şey öğrendim diyordum. topa sert vurmayı öğrendim. frikiklerde topun başına bizim alışmadığımız bir şekilde geçiyordu, topa gelip köşeye takıyordu. nasıl yapıyordu ki bunu? topa kaleye göre 90 derece yapacak şekilde duruyor, sol bacağını golf sopası gibi kullanıyordu. golf sopasının topa vurulan kısmı(adını bilmiyorum) prekazi’nin ayağıydı.
ceza sahası içindeki santraforların vuracağı şekilde ortalar kesiyordu, hani adrese teslim derler ya. tanju çolak, cevad prekazi’den en fazla faydalanan futbolcu oldu. mesela mirsad kovaçeviç, mustafa denizli yüzünden çok fazla pas alamadı prekazi’den. neden ki acaba? takım tek santraforla, tanju’yla baskıyı kurar, prekazi topu tanju’ya keserdi. bazen gol gelmez, sıkıntı başlardı. tam bu sırada denizli, mirsad’ı oyuna sokacak olur, biz de heyecanlanırdık. ama denizli bizi hiç affetmez, mirsad’ı oyuna alır, prekazi’yi çıkarırdı. e, hocam oldu mu şimdi, bu iki santrafora ortaları kim kesecek? yabancı sınırlaması diye mesaj atmayın kalbinizi kırarım
adrese, hatta kafaya ve hatta prekazi’nin tanju’nun ağzının içine attığı paslarla ilgili tanju, deplasmanda kazandığımız meşhur monaco maçından sonra “burası göz göze geldiğimiz yer” açıklaması bile yapmıştı, hatta “şekil 1a’da görüldüğü gibi daha iyi oynayan bizdik” demeyi de ihmal etmemişti.
prekazi’den öğrendiğim şeylerden biri de dirsekleri, kolları nasıl kullanmak gerektiğiydi. o kadar zayıf adam, dirseklerini rakibe dayayarak yanına kimseyi sokmazdı. rakibin formasını tutar, adamı geçer bırakırdı formayı, faul çalındığını hiç görmedim, hakem de göremezdi çünkü. sertti prekazi. hiç öyle kayarak girdiğini, rakibine sert faul yaptığını falan görmedim. bizim zamanımızın ruhuyla oynardı. biri sana kasti faul yaptığında gidip intikamını alacaksın. her seferinde sektirmez, gider intikamını alırdı.onun yüzünden 14 yıl sonra gelen şampiyonluktaki eskişehirspor maçında neredeyse tribünden atılıyordum, kapalı alta atmaya razı oldu da polis maçı izleyebildim. olay şöyle gelişti: açık oynayan celalettin’i vardı eskişehirspor’un, bıdık boylu, pırpır, kuvvetli, iyi bir topçuydu. bir pozisyonda prekazi’yle beraber düştüler, kapalıda hemen önümüzde oldu pozisyon, cevad’ı tutmuştu formasından celallettin. düştüler, prekazi önce kalktı, celalettin yerdeydi, tam kalkarken cevad bileğine bastı bir daha düştü. bu olay sırasında çok küfür ettim celalettin’e, bir polis,eskişehirli olma ihtimali yüksek (nereden anladığımı sormayın, sonra ırkçı falan diyorlar, hiç uğraşamam) beni tutup koridora aldı. birkaç tane tekme attı, bir iki tokat attı, çok yalvardığım ve başka polisler araya girdiği için kapalı alta inmeme izin verdiler, sağolsunlar. sağolsunlar denir mi, denir. 14 yıl beklemişim, o maç ve bütün sezon sabahlamışım neredeyse, staddan atıldığımı düşünsenize!
prekazi tek ayaklıydı. sadece sol ayağıyla top oynardı. sağ bacak destek için lazımdı. normalde tek ayaklı hele de solakların mevkileri bellidir. sol çizgi kenarı. sol bek, sol iç, sol açık. prekazi’nin sol çizgi kenarında oynaması hem ona hem takıma faydasızdı. orta sahanın ortasında oynardı cevad. tek sol ayağıyla çift ayağını da kullanan bir çoğuna göre çok daha iyi oynardı. çünkü prekazi, çok hızlı düşünen, çok hızlı karar verebilen, sonraki hamlesine göre hamleler yapabilen bir satranç ustası gibi oynardı futbolu. öyle ki, bir sonraki oyun için topları sota bırakan bilardocu gibiydi.
bu kısmı prekazi’yi izlememiş ama hagi’yi iyi bilenler için daha iyi anlaşılsın diye yazıyorum. hagi ile çok benzerliği var prekazi’nin. ikisi de solaktı. ikisi de bir bölgede oynamaz, sahada dolaşırlardı. sıkışan maçları açan çilingirlerdi ikisi de. ikisi de hırslıydı, maçı bırakmazlardı. ikisi de topla giderken takım arkadaşlarına gitmeleri gereken yeri gösterirlerdi. işte bu sahneye bayılırım, topla giderken elleriyle, bağırarak oraya gir oraya gir diyen usta futbolcu, saha içinde futbolu öğreten adamlar, kalmadı onlardan. arada vezirsporda kötü bir kopyalarından biri görülüyormuş diye duydum.
kritik bir çok golde imzası var prekazi’nin. monaco’ya ikinci maçta attığı müthiş gol, ilk maçtaki tanju’ya ortası, neuchatel maçındaki gol pasları, steau bükreş ikinci maçta attığı pek bir önemi olmayan ama güzel gol, 14 yıl sonraki şampiyonlukta gelen frikik golü hemen aklıma gelenler.
galatasarayda oynadığı sürece saçları önden kısa, arkadan 4 parmak uzun bıraktık. bakmayın öyle, her zaman kel değildim.
tekmelik takmanın zorunlu olmadığı yıllardı onlar, tozluklar hep bileklerindeydi prekazi’nin. anlaşılan bacakları saran tozlukları sevmiyordu ama adam haklı beyler, kaşındırırdı o tozluklar. ben de sevmezdim. kafa vurmazdı, fazla koşmazdı. bir iddiaya göre “koşsaydım real madrid’de oynardım”, bir iddiaya göre “kafa vursaydım real madrid’de oynardım” demiştir.
çok önemli : genç takımdan a takıma çıkan iki toy futbolcu simoviç ile prekazi’ye emanet edilmişti. tugay (kerimoğlu) ile bülent (korkmaz). bildikleri her şeyi öğretmeleri istenmişti onlardan, yanlarında çırak gibi dolaşırlardı. bu 2 efsane futbolcu 2 genç futbolcunun da galatasaray efsanesi olmaları yolunda büyük katkı yaptılar. hakları ödenmez.
bir de benim için paha biçilemez olan, top oynarken prekazi’ye benzetilmekti. müthiş gurur duyardım, hala da o gururu duyarım.
prekazi, kişilik özellikleri olarak, sakin bir tip olmadı hiç. kim olursa olsun lafını sakınmadı. rambo yusuf (altıntaş), “galatasaray’da para almak için sünnetsiz olmak lazım” dediğinde, “ben sünnetliyim” demişti. o kadar yabancı geldi geçti, o kadar para mevzusu yapan futbolcu oldu prekazi’nin yüzde birini galatasaray’a vermemiş. ama prekazi’nin para mevzusu yapıp, arıza çıkardığını hiç hatırlamıyorum. mesela sejdic vardı, “avize isterim”, “evde sular akmıyor”, “daha fazla para isterim”, “karım halı istiyor” deyip idmana çıkmazdı.
hakkını vermek gerekir ki, hagi ile prekazi bu yönden de birbirlerine benzemektedir. bu konuya bilerek ve isteyerek geldim. ama bu yazıyı son günlerin konusuna meze yapmak istemiyorum, kısa bir şeyler bir ara yazarım belki.
çalıştığı kulüple galatasaray maç yaparken işim ofk, aşkım galatasaray diyen adamdır prekazi.
70’lerde, 80’lerde yüzlercesi gelen yugo’lardan biriydi cevad ilk başta bizim için. o zamanlar iletişim olanakları çok çok kısıtlı olduğu için transferler taraftar için çok bilinmeyenliydi. ancak sahada görünce anlardık topçuyu. zaten ancak son yıllarda hazırlık maçlarını tvler veriyor da görüyoruz takımı.
cevad için de değişik şeyler söyleniyordu. solakmış, incecikmiş, salon futbolu oynuyormuş, simoviç’in arkadaşıymış. bunlar hiç de doyurucu bilgiler değildi doğrusu.
prekazi’yi türkiye ilk olarak fatih terim’in fenerbahçe stadı’nda yapılan jübilesinde gördü, rakip trabzonspor’du. bilgi olsun, maçı trabzon 1-0 kazandı. fatih, stada helikopterle geldi.
ne yazık ki ben orada değildim. en çok sevdiğim galatasaraylı futbolcunun, kaptanın jübilesine gidememekle kalmadım, sonradan en çok sevdiklerim arasına girecek prekazi’yi de ilk izleyenlerden olamadım.
bizimkisi de futbol belası. aynı saatlerde zuhurat baba şöhretler turnuvasında final maçına kaptan çıkıyordum, 18 yaşımdayken. arkamda bir dolu tanınmış futbolcu. yine de çok dua etmiştim aynı güne denk gelmesin maçlar diye, olmadı. kısmet değilmiş.
fatih’i çok kez izlemiştim, sonradan prekazi’yi de o kadar çok izledim ki, açıkları kapattım.
transfer olduğu zaman anlatılanlar doğruydu, incecikti, solaktı, salon futbolundan bize gelmişti. ama kafamızda yaratılan imajı tersine çevirdi prekazi. evet incecikti ama kuvvetliydi, evet salon futbolundan gelmişti ama bütün sahayı kullanmayı çok iyi biliyordu, sanki hayatında sadece salonda oynamış imajı yaratıldığı için bizi de yanıltmışlardı basıncı tayfası.
prekazi, muhteşem bir sol ayağı, mükemmel bir oyun bilgisi olan adam. ondan o kadar çok şey öğrendim ki. solaktı ve benim özel zaafım vardır solaklara, solak olduğum için. toplara müthiş vuruyordu. duran veya hareketli fark etmeksizin. o zamanlar asist diye bir istatistik bilgisi yoktu, olsaydı prekazi her sene birinci olurdu. gerçi o zamanlar gol krallığından başka istatistik de yoktu.
yeri gelmişken bu konuya da gireyim. bence futbolda istatistik çok saçma. asist, futbolda gol olan pas anlamına geliyor. o kadar saçma ki. dünyanın en çok gollük pasını atan futbolcusu olsa golcü mesela güiza’ysa bittin demektir. önemli olan gollük paslardır pasörün kalitesini belirleyen, gol olup olmaması onun işi değildir ki. top çalma, oyuncu öyle bir alanı daraltır ki, rakip pas atacak yer bulamaz, topu kapamadığı için istatistiklerde gözükmeyince kalitesi düşer mi oyuncunun? bu da saçma. kaleciler için kurtardığı gol, ben ne kaleciler gördüm kendi öyle bir büyür, açıları öyle bir kapar ki topu avuta atmak zorunda kalırsın. e nooldu şimdi, kaleci golü kurtamamış mı oldu, istatistik açıdan bakarsan öyle. isabetli pas, bu yaşımda çıkayım “0” pas hatasıyla oynarım süper lig’de. o kadar kolay ki, alıcan vericen geriye, yana. benden iyi istatistiği olan yok, hem de 43 yaşında ! yürü be capo !bu istatistik işleri de fm-cm’cilerin başının altından çıkıyor, biliyorum bunu, hiç kıvırmayın
neyse gençliğimin efsanesi prekazi’ye dönelim. cevad’dan çok şey öğrendim diyordum. topa sert vurmayı öğrendim. frikiklerde topun başına bizim alışmadığımız bir şekilde geçiyordu, topa gelip köşeye takıyordu. nasıl yapıyordu ki bunu? topa kaleye göre 90 derece yapacak şekilde duruyor, sol bacağını golf sopası gibi kullanıyordu. golf sopasının topa vurulan kısmı(adını bilmiyorum) prekazi’nin ayağıydı.
ceza sahası içindeki santraforların vuracağı şekilde ortalar kesiyordu, hani adrese teslim derler ya. tanju çolak, cevad prekazi’den en fazla faydalanan futbolcu oldu. mesela mirsad kovaçeviç, mustafa denizli yüzünden çok fazla pas alamadı prekazi’den. neden ki acaba? takım tek santraforla, tanju’yla baskıyı kurar, prekazi topu tanju’ya keserdi. bazen gol gelmez, sıkıntı başlardı. tam bu sırada denizli, mirsad’ı oyuna sokacak olur, biz de heyecanlanırdık. ama denizli bizi hiç affetmez, mirsad’ı oyuna alır, prekazi’yi çıkarırdı. e, hocam oldu mu şimdi, bu iki santrafora ortaları kim kesecek? yabancı sınırlaması diye mesaj atmayın kalbinizi kırarım
adrese, hatta kafaya ve hatta prekazi’nin tanju’nun ağzının içine attığı paslarla ilgili tanju, deplasmanda kazandığımız meşhur monaco maçından sonra “burası göz göze geldiğimiz yer” açıklaması bile yapmıştı, hatta “şekil 1a’da görüldüğü gibi daha iyi oynayan bizdik” demeyi de ihmal etmemişti.
prekazi’den öğrendiğim şeylerden biri de dirsekleri, kolları nasıl kullanmak gerektiğiydi. o kadar zayıf adam, dirseklerini rakibe dayayarak yanına kimseyi sokmazdı. rakibin formasını tutar, adamı geçer bırakırdı formayı, faul çalındığını hiç görmedim, hakem de göremezdi çünkü. sertti prekazi. hiç öyle kayarak girdiğini, rakibine sert faul yaptığını falan görmedim. bizim zamanımızın ruhuyla oynardı. biri sana kasti faul yaptığında gidip intikamını alacaksın. her seferinde sektirmez, gider intikamını alırdı.onun yüzünden 14 yıl sonra gelen şampiyonluktaki eskişehirspor maçında neredeyse tribünden atılıyordum, kapalı alta atmaya razı oldu da polis maçı izleyebildim. olay şöyle gelişti: açık oynayan celalettin’i vardı eskişehirspor’un, bıdık boylu, pırpır, kuvvetli, iyi bir topçuydu. bir pozisyonda prekazi’yle beraber düştüler, kapalıda hemen önümüzde oldu pozisyon, cevad’ı tutmuştu formasından celallettin. düştüler, prekazi önce kalktı, celalettin yerdeydi, tam kalkarken cevad bileğine bastı bir daha düştü. bu olay sırasında çok küfür ettim celalettin’e, bir polis,eskişehirli olma ihtimali yüksek (nereden anladığımı sormayın, sonra ırkçı falan diyorlar, hiç uğraşamam) beni tutup koridora aldı. birkaç tane tekme attı, bir iki tokat attı, çok yalvardığım ve başka polisler araya girdiği için kapalı alta inmeme izin verdiler, sağolsunlar. sağolsunlar denir mi, denir. 14 yıl beklemişim, o maç ve bütün sezon sabahlamışım neredeyse, staddan atıldığımı düşünsenize!
prekazi tek ayaklıydı. sadece sol ayağıyla top oynardı. sağ bacak destek için lazımdı. normalde tek ayaklı hele de solakların mevkileri bellidir. sol çizgi kenarı. sol bek, sol iç, sol açık. prekazi’nin sol çizgi kenarında oynaması hem ona hem takıma faydasızdı. orta sahanın ortasında oynardı cevad. tek sol ayağıyla çift ayağını da kullanan bir çoğuna göre çok daha iyi oynardı. çünkü prekazi, çok hızlı düşünen, çok hızlı karar verebilen, sonraki hamlesine göre hamleler yapabilen bir satranç ustası gibi oynardı futbolu. öyle ki, bir sonraki oyun için topları sota bırakan bilardocu gibiydi.
bu kısmı prekazi’yi izlememiş ama hagi’yi iyi bilenler için daha iyi anlaşılsın diye yazıyorum. hagi ile çok benzerliği var prekazi’nin. ikisi de solaktı. ikisi de bir bölgede oynamaz, sahada dolaşırlardı. sıkışan maçları açan çilingirlerdi ikisi de. ikisi de hırslıydı, maçı bırakmazlardı. ikisi de topla giderken takım arkadaşlarına gitmeleri gereken yeri gösterirlerdi. işte bu sahneye bayılırım, topla giderken elleriyle, bağırarak oraya gir oraya gir diyen usta futbolcu, saha içinde futbolu öğreten adamlar, kalmadı onlardan. arada vezirsporda kötü bir kopyalarından biri görülüyormuş diye duydum.
kritik bir çok golde imzası var prekazi’nin. monaco’ya ikinci maçta attığı müthiş gol, ilk maçtaki tanju’ya ortası, neuchatel maçındaki gol pasları, steau bükreş ikinci maçta attığı pek bir önemi olmayan ama güzel gol, 14 yıl sonraki şampiyonlukta gelen frikik golü hemen aklıma gelenler.
galatasarayda oynadığı sürece saçları önden kısa, arkadan 4 parmak uzun bıraktık. bakmayın öyle, her zaman kel değildim.
tekmelik takmanın zorunlu olmadığı yıllardı onlar, tozluklar hep bileklerindeydi prekazi’nin. anlaşılan bacakları saran tozlukları sevmiyordu ama adam haklı beyler, kaşındırırdı o tozluklar. ben de sevmezdim. kafa vurmazdı, fazla koşmazdı. bir iddiaya göre “koşsaydım real madrid’de oynardım”, bir iddiaya göre “kafa vursaydım real madrid’de oynardım” demiştir.
çok önemli : genç takımdan a takıma çıkan iki toy futbolcu simoviç ile prekazi’ye emanet edilmişti. tugay (kerimoğlu) ile bülent (korkmaz). bildikleri her şeyi öğretmeleri istenmişti onlardan, yanlarında çırak gibi dolaşırlardı. bu 2 efsane futbolcu 2 genç futbolcunun da galatasaray efsanesi olmaları yolunda büyük katkı yaptılar. hakları ödenmez.
bir de benim için paha biçilemez olan, top oynarken prekazi’ye benzetilmekti. müthiş gurur duyardım, hala da o gururu duyarım.
prekazi, kişilik özellikleri olarak, sakin bir tip olmadı hiç. kim olursa olsun lafını sakınmadı. rambo yusuf (altıntaş), “galatasaray’da para almak için sünnetsiz olmak lazım” dediğinde, “ben sünnetliyim” demişti. o kadar yabancı geldi geçti, o kadar para mevzusu yapan futbolcu oldu prekazi’nin yüzde birini galatasaray’a vermemiş. ama prekazi’nin para mevzusu yapıp, arıza çıkardığını hiç hatırlamıyorum. mesela sejdic vardı, “avize isterim”, “evde sular akmıyor”, “daha fazla para isterim”, “karım halı istiyor” deyip idmana çıkmazdı.
hakkını vermek gerekir ki, hagi ile prekazi bu yönden de birbirlerine benzemektedir. bu konuya bilerek ve isteyerek geldim. ama bu yazıyı son günlerin konusuna meze yapmak istemiyorum, kısa bir şeyler bir ara yazarım belki.
çalıştığı kulüple galatasaray maç yaparken işim ofk, aşkım galatasaray diyen adamdır prekazi.