2473
camianın sessizliğini, gerginliğini ve bastırmaya çalıştığı sinirini sanal ortamda temsil eden sözlüktür. ilaveten camianın rüyadan uyanıldığı andaki "rüya mıydı neydi lan, uyandım mı ben?" kafasını da temsil etmektedir.
en ekabir kaleminden en amatör ruhlusuna kadar hepimize "vaaayyy" dedirten, çok süslü püslü bir haber olan frank rijkaard'ın takımın başına geçmesi, kader keita ve elano gibi kalburüstü yabancı transferleri, türk telekom arena'nın hale yola girmesiyle çok tatlı bir rüyaya dalmıştık. uzun zaman sonra rahatça güvenilen adnan polat yönetimi de güven vermeye devam etmekteydi.
futbol takımı, içten içe kuşkular taşımasına rağmen flaş bir başlangıç yaptıktan sonra, yavaş yavaş, (bu dönem içinde) layık olduğu konuma doğru geriliyordu.
-ruhsuz, isteksiz, mücadelesiz bir futbol,
-takım içinde gruplaşmalar, (ki galatasaray'da çok tanıdık bir durum değildir, avrupai serbestlik anlayışının, henüz florya'daki ortam olgunlaşmadan tanınması sonucu oluşan bir durum olduğunu düşünüyorum.)
-arda turan'ın makul sayılabilecek tecrübesizliklerden kaynaklanan polemikler,
-sahada üst üste 3 pas yapamayan, bir kornerde bile nerede duracakları kendilerine anlatılmayan, oyunu takip etmekten alıkonmuş şaşkın şaşkın gezinen bir futbol takımı
-teknik direktörün yerinde oturup neeskens'in taç çizgisinde cebelleştiği bir tuhaf otorite ikilemine teslim edilmiş, herhangi bir müdahale yetisinden uzak, 0-1'den 3-1'e getirilen kasımpaşa maçı hariç hiçbir maçı çevirememiş bir garip kenar yönetimi
-iç sahadaki hiçbir maçta rakibi teslim alamayan, eskişehir'den sivas'a, ankara'dan derbilere kadar tüm deplasmanlarda kolayca teslim olan bir futbol takımı...
sonuçta galatasaray futbol takımı, sezon öncesine göre şaşırtıcı ve öfkelendiren bir çöküş içine girdi. bu duruma karşı alınan tavır; bu tür durumlarda kullanılacak en beylik, en klişe tabir olan "sabır göstermek" tavrıydı. lakin sabır göstermek için, elde avuçta en azından birkaç umut ışığı olması gerekliliği organize biçimde es geçiliyor, taraftar ve diğer otoriteler bir rüyanın, bir halüsinasyonun, bir aldanmacanın pençesinde, klişelerden öte herhangi bir bilinç taşımayan, refleksif söylemler ile "hocasına" siper oluyordu.
-siper olurken de, malesef çok kırıcı davranılıyor; "devrim geliyor, geleceğin şampiyonu yaratılıyor" yaygaraları altında, futbol takımının sahip olduğu kimliğe burun kıvırılıyor; çıktığı yumurtayı beğenmeyen tavırlarla, hasan şaş'ından fatih terim'ine bu klübü bu noktaya getiren kişi ve değerlere çamur atılıyordu. ve bunların hepsi surinamlı abimize yöneltilen; "ne katmış, neyi geliştirmiş?" eleştirilerine karşı makul bir izahat getirilemedikçe daha da körükleniyor; muhalif ses çıkartan herkese hakaretlere varan cevaplar veriliyordu.
rijkaard'ı savunmak, galatasaraylı olmak kavramının önüne kondu, ve kimse bu kadar fazla içtiğinin farkında değildi. rijkaard'ı savunmak adına, tüm çarpıklıklar sorgusuz bırakılıyor, "kral çıplak" diyenlere karşı "kahvehane" ve "i.q." seviyesinden öteye gidemeyen karalamalar yapılıyordu.
özet olarak; "eleştirmek" melekesi bu denli bastırıldıktan, sorgu-sual mekanizmaları tamamen "bozgunculuk" olarak yaftalandıktan sonra, tüm insanların içinde bir şişlik birikti. yönetimdeki değişiklikler, takıma ciddi takviyeler yapılmaması, teknik ekibin herhangi bir meziyet sergilememeye devam etmesi, takımın sahada hiçbir varlık göstermemeye devam etmesi sonucu, bastırılmış öfke yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı.
netice olarak geldiğimiz nokta budur. öfkeler patlak vermeye başlamıştır. muhalif sesler seviyelerini yitirdikçe, onları hiçbir zaman hazmedememiş olan "koruyucular" da, bu fırsattan istifade kontrollerini yitirmiş, başka tarafa yöneltmeleri gereken öfke ve hesap sorma eğilimini, düşman belledikleri bu diğer sesten çıkartmıştır çaresizce. uyanmanın, kendine gelmenin, ayağa kalkıp silkinmenin; çark etmek, geri vites yapmak demek olmadığını herkesin bilmesi lazım.
ortak bir değerimiz var. hatta çoğumuzun belki de sahip olduğu en önemli değer. o da galatasaray...
bu değerimiz, hak etmediği yerlere düşürülüyor, sorumlu olanlar "yerim dar, yenim dar" diye mazeret üretiyor, üç kuruşuk ağızlara, beş kuruşluk mütareke medyasına sakız ediliyor. galatasaray değeri, hiçbir zaman olmadığı kadar ayağa düşürülmeye çalışılıyor. bunun için de taraftarın orta yerine bombalar bırakılıyor. taraftar birbiriyle uğraşmaktan, başına musallat edilen "uyuşturucunun" farkına geç varıyor.
farkına varınca da, geri vites yaptı demesinler diye birbirine yüklenerek pozisyonunu koruduğunu düşünüyor.
evet, ben buna devrim derim işte. türkiye'nin en steril, en dengeli, en motive, en bilinçli taraftarı; esas sorun yerine birbirine giriyor. takımın yerlerde sürünmesini, hala 2 adet orta alan oyuncusu olmayışına bağlayabilecek kadar anlamsız bahaneler üretme yarışında kayboluyor.
evet ben buna devrim derim.
uyutuluyoruz ey galatasaraylı, uyutma bizi !
en ekabir kaleminden en amatör ruhlusuna kadar hepimize "vaaayyy" dedirten, çok süslü püslü bir haber olan frank rijkaard'ın takımın başına geçmesi, kader keita ve elano gibi kalburüstü yabancı transferleri, türk telekom arena'nın hale yola girmesiyle çok tatlı bir rüyaya dalmıştık. uzun zaman sonra rahatça güvenilen adnan polat yönetimi de güven vermeye devam etmekteydi.
futbol takımı, içten içe kuşkular taşımasına rağmen flaş bir başlangıç yaptıktan sonra, yavaş yavaş, (bu dönem içinde) layık olduğu konuma doğru geriliyordu.
-ruhsuz, isteksiz, mücadelesiz bir futbol,
-takım içinde gruplaşmalar, (ki galatasaray'da çok tanıdık bir durum değildir, avrupai serbestlik anlayışının, henüz florya'daki ortam olgunlaşmadan tanınması sonucu oluşan bir durum olduğunu düşünüyorum.)
-arda turan'ın makul sayılabilecek tecrübesizliklerden kaynaklanan polemikler,
-sahada üst üste 3 pas yapamayan, bir kornerde bile nerede duracakları kendilerine anlatılmayan, oyunu takip etmekten alıkonmuş şaşkın şaşkın gezinen bir futbol takımı
-teknik direktörün yerinde oturup neeskens'in taç çizgisinde cebelleştiği bir tuhaf otorite ikilemine teslim edilmiş, herhangi bir müdahale yetisinden uzak, 0-1'den 3-1'e getirilen kasımpaşa maçı hariç hiçbir maçı çevirememiş bir garip kenar yönetimi
-iç sahadaki hiçbir maçta rakibi teslim alamayan, eskişehir'den sivas'a, ankara'dan derbilere kadar tüm deplasmanlarda kolayca teslim olan bir futbol takımı...
sonuçta galatasaray futbol takımı, sezon öncesine göre şaşırtıcı ve öfkelendiren bir çöküş içine girdi. bu duruma karşı alınan tavır; bu tür durumlarda kullanılacak en beylik, en klişe tabir olan "sabır göstermek" tavrıydı. lakin sabır göstermek için, elde avuçta en azından birkaç umut ışığı olması gerekliliği organize biçimde es geçiliyor, taraftar ve diğer otoriteler bir rüyanın, bir halüsinasyonun, bir aldanmacanın pençesinde, klişelerden öte herhangi bir bilinç taşımayan, refleksif söylemler ile "hocasına" siper oluyordu.
-siper olurken de, malesef çok kırıcı davranılıyor; "devrim geliyor, geleceğin şampiyonu yaratılıyor" yaygaraları altında, futbol takımının sahip olduğu kimliğe burun kıvırılıyor; çıktığı yumurtayı beğenmeyen tavırlarla, hasan şaş'ından fatih terim'ine bu klübü bu noktaya getiren kişi ve değerlere çamur atılıyordu. ve bunların hepsi surinamlı abimize yöneltilen; "ne katmış, neyi geliştirmiş?" eleştirilerine karşı makul bir izahat getirilemedikçe daha da körükleniyor; muhalif ses çıkartan herkese hakaretlere varan cevaplar veriliyordu.
rijkaard'ı savunmak, galatasaraylı olmak kavramının önüne kondu, ve kimse bu kadar fazla içtiğinin farkında değildi. rijkaard'ı savunmak adına, tüm çarpıklıklar sorgusuz bırakılıyor, "kral çıplak" diyenlere karşı "kahvehane" ve "i.q." seviyesinden öteye gidemeyen karalamalar yapılıyordu.
özet olarak; "eleştirmek" melekesi bu denli bastırıldıktan, sorgu-sual mekanizmaları tamamen "bozgunculuk" olarak yaftalandıktan sonra, tüm insanların içinde bir şişlik birikti. yönetimdeki değişiklikler, takıma ciddi takviyeler yapılmaması, teknik ekibin herhangi bir meziyet sergilememeye devam etmesi, takımın sahada hiçbir varlık göstermemeye devam etmesi sonucu, bastırılmış öfke yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı.
netice olarak geldiğimiz nokta budur. öfkeler patlak vermeye başlamıştır. muhalif sesler seviyelerini yitirdikçe, onları hiçbir zaman hazmedememiş olan "koruyucular" da, bu fırsattan istifade kontrollerini yitirmiş, başka tarafa yöneltmeleri gereken öfke ve hesap sorma eğilimini, düşman belledikleri bu diğer sesten çıkartmıştır çaresizce. uyanmanın, kendine gelmenin, ayağa kalkıp silkinmenin; çark etmek, geri vites yapmak demek olmadığını herkesin bilmesi lazım.
ortak bir değerimiz var. hatta çoğumuzun belki de sahip olduğu en önemli değer. o da galatasaray...
bu değerimiz, hak etmediği yerlere düşürülüyor, sorumlu olanlar "yerim dar, yenim dar" diye mazeret üretiyor, üç kuruşuk ağızlara, beş kuruşluk mütareke medyasına sakız ediliyor. galatasaray değeri, hiçbir zaman olmadığı kadar ayağa düşürülmeye çalışılıyor. bunun için de taraftarın orta yerine bombalar bırakılıyor. taraftar birbiriyle uğraşmaktan, başına musallat edilen "uyuşturucunun" farkına geç varıyor.
farkına varınca da, geri vites yaptı demesinler diye birbirine yüklenerek pozisyonunu koruduğunu düşünüyor.
evet, ben buna devrim derim işte. türkiye'nin en steril, en dengeli, en motive, en bilinçli taraftarı; esas sorun yerine birbirine giriyor. takımın yerlerde sürünmesini, hala 2 adet orta alan oyuncusu olmayışına bağlayabilecek kadar anlamsız bahaneler üretme yarışında kayboluyor.
evet ben buna devrim derim.
uyutuluyoruz ey galatasaraylı, uyutma bizi !