269
çocukluğum adaletin ilahi planda zuhur edeceği kısmıyla geçti. bu türden rivayetler, hikayeler üzerine büyüdüm. büyüdüm dedim, bu sefer o anlatıların gerçekleşme ihtimali üzerine bekleyişlerim oldu. hep bir seviye daha arttı, bekleyişlerimin arzusu artmaya ve bu arzuyu kontrol edememekten kaynaklı yorulmaya başladım. her bir sıkıntı sonrası "bunun şöyle şöyle karşılığı mutlaka olur" diyerek buna da sabredelim dedim. hubb-i fillah yolunda, o'nun için katlanır ve severim dedim dünyayı. buğd-ı fillah merhalesiyle bu sefer "o'nun sevmediği şeyleri, pis gördüğü şeyleri ben de sevmeyeyim" dedim.
inanıyorsan, sonuçta bir iman noktan varsa, o nokta içerisinde yer alman, o noktaya sığınman gerekiyor. o noktanın küçüklüğü elbet bir yanılsamadır. "âh alanın vâhı kalmaz" diyerek, hiçbir şey yapmadan, kalben buğz ile beklemek, her şeyin yoluna gireceğini düşünmek hatalı olduğu kadar, çok şey yapıp meseleleri intikam seviyesine getirmek de bir o kadar hata doğurur.
ikili ilişkilerde ilahi adalet kavramını düşünelim: bu türlü daha sınırlı ve insan sayısının az olduğu durumlarda bize kötülük yapanların ya da kötülük yaptığımız da, karşılığını hayatın bir köşesinde yaşamaları, yaşamamız daha yüksek olasılık taşımakta iken, daha toplumsal olaylarda bu türden mevzuların karşılığını görmek zaman alabiliyor ya da hiçbir tepki olmayabiliyor da. burada bir enerji olduğuna inanıyorum. karşılığında pek çok insan olumlu şeyler beslediği bir konuda, yanlış yapılsa bile düzgün bir insan adalet mekanizması işlemiyorsa, ilahi adalet bahsi yaşanması farklı dinamiklere bağlı olabiliyor.
biz elbette bu meseleyi canımız ciğerimiz galatasaray adına yorumlayabiliriz. biz hep doğru kalalım, gerçeğe yalan bulaştırmadan yaşatalım anlayışı içerisinde kalabilirsek, tecelli edecek her türlü adelet karşısında bile içimiz rahat olur. ancak bizim bile kendi içimizde çürük işlerimiz, yönelimlerimiz olduğu müddetçe bahsettiğim ve inandığım enerjiden en pozitif şekilde yararlanmamız her zaman mümkün olmayabilir de.
şimdi artık "adalet" kavramını bile başlı başına sorgulamaktan yorgun bir insan olarak, inancıma ait prangalardan kurtulamadığım vakitler yaşadığım için ilahi adalete bile uzaktan bakıyorum. kimine göre âh, kime göre de vâh ki vâh...
inanıyorsan, sonuçta bir iman noktan varsa, o nokta içerisinde yer alman, o noktaya sığınman gerekiyor. o noktanın küçüklüğü elbet bir yanılsamadır. "âh alanın vâhı kalmaz" diyerek, hiçbir şey yapmadan, kalben buğz ile beklemek, her şeyin yoluna gireceğini düşünmek hatalı olduğu kadar, çok şey yapıp meseleleri intikam seviyesine getirmek de bir o kadar hata doğurur.
ikili ilişkilerde ilahi adalet kavramını düşünelim: bu türlü daha sınırlı ve insan sayısının az olduğu durumlarda bize kötülük yapanların ya da kötülük yaptığımız da, karşılığını hayatın bir köşesinde yaşamaları, yaşamamız daha yüksek olasılık taşımakta iken, daha toplumsal olaylarda bu türden mevzuların karşılığını görmek zaman alabiliyor ya da hiçbir tepki olmayabiliyor da. burada bir enerji olduğuna inanıyorum. karşılığında pek çok insan olumlu şeyler beslediği bir konuda, yanlış yapılsa bile düzgün bir insan adalet mekanizması işlemiyorsa, ilahi adalet bahsi yaşanması farklı dinamiklere bağlı olabiliyor.
biz elbette bu meseleyi canımız ciğerimiz galatasaray adına yorumlayabiliriz. biz hep doğru kalalım, gerçeğe yalan bulaştırmadan yaşatalım anlayışı içerisinde kalabilirsek, tecelli edecek her türlü adelet karşısında bile içimiz rahat olur. ancak bizim bile kendi içimizde çürük işlerimiz, yönelimlerimiz olduğu müddetçe bahsettiğim ve inandığım enerjiden en pozitif şekilde yararlanmamız her zaman mümkün olmayabilir de.
şimdi artık "adalet" kavramını bile başlı başına sorgulamaktan yorgun bir insan olarak, inancıma ait prangalardan kurtulamadığım vakitler yaşadığım için ilahi adalete bile uzaktan bakıyorum. kimine göre âh, kime göre de vâh ki vâh...