58
yakın zamanda okuduğum bir kitapta milliyet, millet olma, ulus bilinci vb. kavramlara dair güzel değerlendirmeler vardı. millet olmanın yarattığı kollektivizmin getirdiği faydaların, mensup olanların menfaatine olan noktalarını açıklıyordu. örneğin; geçmiş çağlardan örnek verecek olursak o klana, kabileye mensup birkaç zeki kişinin yapacağı icatların veya atılımların bir anda o topluluğu rakiplerine karşı nasıl öne çıkarabileceğini daha önce düşünmemiştim. toplumların oluşmasında da bireysellikten ziyade kollektivizmin bu ve buna benzer bir çok pozitif yanının etkisi var.
neden bu noktadan giriş yaptım derseniz ülkemiz açısından bunu değerlendirelim istedim. andımız okuyarak büyüyen 80 kuşağının son temsilcilerindenim. işçi çocuğuyum. bizleri ailemiz okuturken "okusun, adam olsunlar" mottosu hakimdi. peki neydi adam olmak, sadece para kazanmak mıydı? hayır, toplumuna fayda sağlamak, ülkesine bağlı olmak, nitelikli bir eğitim alıp liyakatle toplumda iyi bir konum edinebilmek, iyi ve ahlaklı bir insan olabilmekti.
bazen geçmişi düşünüyorum. çocuk yaşta ingilizce öğrenmeye çalışırken listening sorularında konsantre olabilmem için walkman alıp gelen babam vardı. okumanın, eğitim ve öğrenimin kutsal kabul edildiği günlerdi. bununla gurur duyulan zamanlardı. çünkü eğitimli olan insanların saygınlığına, ekonomik refahına vs. imreniliyordu.
peki o günden bu güne neler değişti? artık eğitim alanın cezalandırıldığı bir ortamdayız. sağlık çalışanları aylarca yırtındılar, kimisi istifa etti, kimisi yurtdışına gitmek durumunda kaldı. kalanlar için zoraki bir iyileştirme yapıldı. adalet bakanlığı mensuplarını memnun etmek gerektiğini düşündükleri için çok zorlamadan gerekli düzenlemeleri yaptılar, malum çok işleri düşebiliyor.
diğer yandan ülkedeki akademisyeni, öğretmeni, mühendisi, mimarı ve saymayı unuttuğum nice meslek kolu ilkokul mezunu ve torpille alımı yapılan işçiden düşük bir standarda razı edilmek istenir hale getirildi. yan hakları ve ek ödemeleriyle beraber uçurum oluşmuş durumda. burada şuna da dikkat çekmek gerekir ki, sınavsız olarak alımını yaptıkları lisans mezunu personelleri de işçi statüsünde olduğu için bundan faydalanabiliyor. bir yanda tüm riski, sorumluluğu üzerine alan kişiler; diğer yanda (ağır işlerde çalışanları tenzih ederek söylüyorum) çay getirdiğinde sevindiğin kişiler.
özel sektöre baktığımızda kurumsal şirketler haricinde durum vahim. yeni mezun gençlerimizin iş bulma olasılığı düşüyor, bulsa da asgari ücret seviyesinde rakamlar teklif ediliyor, çalışma şartları zaten global ölçekte zor. bir raporda meksika'dan sonra çalışma saatinin en yüksek olduğu ülke olarak listede yer almıştık.
yer gök vakıf üniversitesi ile doldu. gerekli niteliğe sahip olmayan zengin çocukları da parayı basıp diplomayı alıp iş dünyasındaki limitli alanı işgal ediyorlar. neticede kamu / özel fark etmeksizin ikili ilişkilerle işlerini yürüten bir toplumuz.
bugünümüze bakmaya devam edelim mi? ihaleye fesat karıştırmak, mafya - aşiret türevi bağlantılarla mekan açıp kısa yoldan voleyi vurmak, tarikatlar vasıtasıyla iş bulmak veya daha üst düzey bir pozisyon elde etmek, parti devlet yapısına gidilen yolda yerel yönetimler, gençlik kolları veya bağlı vakıflar üzerinden bir şeyler elde etmek artık alışıldık geliyor.
daha fenası yok mu? katar'daki dünya kupası'nda dahi bazı muhabirler çok sayıda türk kızına eskort olarak otellerde denk geldilerine değinmişti. onlyfans vs. birçok örnek daha sayılır. işin bu noktaya gelmesinde neler etken oldu? gençler babadan aldığı harçlıkla gönlüne göre birkaç parça kıyafet alamıyor, cafe'de - restaurantta takılamıyor, istediği bir etkinliğe katılamıyor. bırakın gençleri, artık çalışanlar dahi bu hususlarda zorlanıyorlar. insanlar kirayı ödemekte, kiralık ev bulmakta zorluk çekiyor. büyükşehirde maaşlı yaşamak imkansızlaşıyor, küçük şehre gitse iş imkanı olmuyor. sürekli olarak ek hesaplar dolu, kredi kartları asgari ödeme ile geçiştiriliyor. yani özetlersem işin temel kaynağı, ekonomik yıkım.
daldan dala atlamış olabilirim. konuya nerden başladım, nereden bağlarım diye geriye de bakmadım. ancak şunu söylemek istiyorum; gençler yaşadıkları ülkeye olan inancını yitirdi. orta sınıf, ki bir toplumun taşıyıcı sütunudur, yok olmaya yüz tuttu. bir ülkenin, bir toplumun çöküşünü hızlandıran etmenlerdir bunlar.
yüzbinlerce nitelikli kardeşimiz yurt dışına neden gitti diye lütfen bir düşünelim. bir ülke bazı kayıplarını telafi eder; ancak beyin göçünün faturasını uzun vadede acı biçimde öder. az önce de belirttiğim gibi o toplumun içindeki küçük bir azınlığın yapacağı hamlelerle 80-85 milyonun refahı olumlu biçimde etkilenir. en ilkel topluluklarda dahi bu konuya değinilmiş, doğruluğu kabul edilmiş.
insanların tekrar bu ülkeye olan inancını yeşertemezsek dönüşümüz zor. mahalleniz, çevreniz imam hatiplerle dolduruldu. özel okul fiyatları uçuk seviyelere çıktıkça kiminiz mecburiyetten çocuğunu bu okullara yönlendirmek durumunda kalacak. yeni bir toplum inşa edilmek isteniyor, yeni bir millet inşa edilmek isteniyor. 100 yıl önce bize isyan edenlerin, bağımsızlık kazananların veya dünyanın geri kalanı tarafından kabul edilme imkanı olmayanların doluştuğu bir yığınlar ordusuna dönüştürülüyoruz. karar vericiler lüks muhitlerinde, sırça köşklerinde güven içindeyken bizler bu ne idüğü belirsizlerle aynı ortamı paylaşmak zorunda bıraktırılıyoruz.
geçen gün 2002 yılındaki dünya kupası kutlamalarımızı izledim; sanki hiç yaşanmamış gibi, sanki o dönemlerde ben bu ülkede yaşamıyormuşum gibi yabancılaştığımı hissettim.
tüm bu sürecin yaşanmasında siyasal islamın ve geldiğimiz noktada liyakatsız, niteliksiz kadrolarının büyük payı oldu. o nedenle sinan oğan'ın da dediği gibi "cennetin kapılarını açamasak da, cehennemin kapılarını kapatmak gerekiyor." ikinci tura kalırsa o iki haftalık süreçte neler yaşanabilir bilemiyor insan. o nedenle ilk turda bu işi bitirmek gerekiyor.
sonrasında yine yanlış bildiklerimize karşı ses çıkarmaya devam edeceğiz. biliyorum ki, bu ülke insanıyla bu coğrafya, çok güzel hayallerin kurulacağı ve bunların da gerçekleşebileceği bir yer değil. muhalefet partilerinin yönettiği belediyelerde yaşamış biri olarak dönen rantlarına birebir şahit olduğum için dile getiriyorum.
ancak en kötüsünü geride bırakmak da bir adım olacaktır. ve toplum olarak o ahlaki düzeye erişmemiz, hesap sorabilir hale gelmemiz lazım. bir sonraki başa geçtiğinde hesap vereceğinin korkusunu iliklerinde hissetmeli. devlet mekanizmasını tekrar harekete geçirmek zorundayız. parti kavramlarından ayrıştırılmış, devletinin çalışanı olma bilincine erişmiş bir kadro şart.
ülkemiz için en hayırlısı olsun.
neden bu noktadan giriş yaptım derseniz ülkemiz açısından bunu değerlendirelim istedim. andımız okuyarak büyüyen 80 kuşağının son temsilcilerindenim. işçi çocuğuyum. bizleri ailemiz okuturken "okusun, adam olsunlar" mottosu hakimdi. peki neydi adam olmak, sadece para kazanmak mıydı? hayır, toplumuna fayda sağlamak, ülkesine bağlı olmak, nitelikli bir eğitim alıp liyakatle toplumda iyi bir konum edinebilmek, iyi ve ahlaklı bir insan olabilmekti.
bazen geçmişi düşünüyorum. çocuk yaşta ingilizce öğrenmeye çalışırken listening sorularında konsantre olabilmem için walkman alıp gelen babam vardı. okumanın, eğitim ve öğrenimin kutsal kabul edildiği günlerdi. bununla gurur duyulan zamanlardı. çünkü eğitimli olan insanların saygınlığına, ekonomik refahına vs. imreniliyordu.
peki o günden bu güne neler değişti? artık eğitim alanın cezalandırıldığı bir ortamdayız. sağlık çalışanları aylarca yırtındılar, kimisi istifa etti, kimisi yurtdışına gitmek durumunda kaldı. kalanlar için zoraki bir iyileştirme yapıldı. adalet bakanlığı mensuplarını memnun etmek gerektiğini düşündükleri için çok zorlamadan gerekli düzenlemeleri yaptılar, malum çok işleri düşebiliyor.
diğer yandan ülkedeki akademisyeni, öğretmeni, mühendisi, mimarı ve saymayı unuttuğum nice meslek kolu ilkokul mezunu ve torpille alımı yapılan işçiden düşük bir standarda razı edilmek istenir hale getirildi. yan hakları ve ek ödemeleriyle beraber uçurum oluşmuş durumda. burada şuna da dikkat çekmek gerekir ki, sınavsız olarak alımını yaptıkları lisans mezunu personelleri de işçi statüsünde olduğu için bundan faydalanabiliyor. bir yanda tüm riski, sorumluluğu üzerine alan kişiler; diğer yanda (ağır işlerde çalışanları tenzih ederek söylüyorum) çay getirdiğinde sevindiğin kişiler.
özel sektöre baktığımızda kurumsal şirketler haricinde durum vahim. yeni mezun gençlerimizin iş bulma olasılığı düşüyor, bulsa da asgari ücret seviyesinde rakamlar teklif ediliyor, çalışma şartları zaten global ölçekte zor. bir raporda meksika'dan sonra çalışma saatinin en yüksek olduğu ülke olarak listede yer almıştık.
yer gök vakıf üniversitesi ile doldu. gerekli niteliğe sahip olmayan zengin çocukları da parayı basıp diplomayı alıp iş dünyasındaki limitli alanı işgal ediyorlar. neticede kamu / özel fark etmeksizin ikili ilişkilerle işlerini yürüten bir toplumuz.
bugünümüze bakmaya devam edelim mi? ihaleye fesat karıştırmak, mafya - aşiret türevi bağlantılarla mekan açıp kısa yoldan voleyi vurmak, tarikatlar vasıtasıyla iş bulmak veya daha üst düzey bir pozisyon elde etmek, parti devlet yapısına gidilen yolda yerel yönetimler, gençlik kolları veya bağlı vakıflar üzerinden bir şeyler elde etmek artık alışıldık geliyor.
daha fenası yok mu? katar'daki dünya kupası'nda dahi bazı muhabirler çok sayıda türk kızına eskort olarak otellerde denk geldilerine değinmişti. onlyfans vs. birçok örnek daha sayılır. işin bu noktaya gelmesinde neler etken oldu? gençler babadan aldığı harçlıkla gönlüne göre birkaç parça kıyafet alamıyor, cafe'de - restaurantta takılamıyor, istediği bir etkinliğe katılamıyor. bırakın gençleri, artık çalışanlar dahi bu hususlarda zorlanıyorlar. insanlar kirayı ödemekte, kiralık ev bulmakta zorluk çekiyor. büyükşehirde maaşlı yaşamak imkansızlaşıyor, küçük şehre gitse iş imkanı olmuyor. sürekli olarak ek hesaplar dolu, kredi kartları asgari ödeme ile geçiştiriliyor. yani özetlersem işin temel kaynağı, ekonomik yıkım.
daldan dala atlamış olabilirim. konuya nerden başladım, nereden bağlarım diye geriye de bakmadım. ancak şunu söylemek istiyorum; gençler yaşadıkları ülkeye olan inancını yitirdi. orta sınıf, ki bir toplumun taşıyıcı sütunudur, yok olmaya yüz tuttu. bir ülkenin, bir toplumun çöküşünü hızlandıran etmenlerdir bunlar.
yüzbinlerce nitelikli kardeşimiz yurt dışına neden gitti diye lütfen bir düşünelim. bir ülke bazı kayıplarını telafi eder; ancak beyin göçünün faturasını uzun vadede acı biçimde öder. az önce de belirttiğim gibi o toplumun içindeki küçük bir azınlığın yapacağı hamlelerle 80-85 milyonun refahı olumlu biçimde etkilenir. en ilkel topluluklarda dahi bu konuya değinilmiş, doğruluğu kabul edilmiş.
insanların tekrar bu ülkeye olan inancını yeşertemezsek dönüşümüz zor. mahalleniz, çevreniz imam hatiplerle dolduruldu. özel okul fiyatları uçuk seviyelere çıktıkça kiminiz mecburiyetten çocuğunu bu okullara yönlendirmek durumunda kalacak. yeni bir toplum inşa edilmek isteniyor, yeni bir millet inşa edilmek isteniyor. 100 yıl önce bize isyan edenlerin, bağımsızlık kazananların veya dünyanın geri kalanı tarafından kabul edilme imkanı olmayanların doluştuğu bir yığınlar ordusuna dönüştürülüyoruz. karar vericiler lüks muhitlerinde, sırça köşklerinde güven içindeyken bizler bu ne idüğü belirsizlerle aynı ortamı paylaşmak zorunda bıraktırılıyoruz.
geçen gün 2002 yılındaki dünya kupası kutlamalarımızı izledim; sanki hiç yaşanmamış gibi, sanki o dönemlerde ben bu ülkede yaşamıyormuşum gibi yabancılaştığımı hissettim.
tüm bu sürecin yaşanmasında siyasal islamın ve geldiğimiz noktada liyakatsız, niteliksiz kadrolarının büyük payı oldu. o nedenle sinan oğan'ın da dediği gibi "cennetin kapılarını açamasak da, cehennemin kapılarını kapatmak gerekiyor." ikinci tura kalırsa o iki haftalık süreçte neler yaşanabilir bilemiyor insan. o nedenle ilk turda bu işi bitirmek gerekiyor.
sonrasında yine yanlış bildiklerimize karşı ses çıkarmaya devam edeceğiz. biliyorum ki, bu ülke insanıyla bu coğrafya, çok güzel hayallerin kurulacağı ve bunların da gerçekleşebileceği bir yer değil. muhalefet partilerinin yönettiği belediyelerde yaşamış biri olarak dönen rantlarına birebir şahit olduğum için dile getiriyorum.
ancak en kötüsünü geride bırakmak da bir adım olacaktır. ve toplum olarak o ahlaki düzeye erişmemiz, hesap sorabilir hale gelmemiz lazım. bir sonraki başa geçtiğinde hesap vereceğinin korkusunu iliklerinde hissetmeli. devlet mekanizmasını tekrar harekete geçirmek zorundayız. parti kavramlarından ayrıştırılmış, devletinin çalışanı olma bilincine erişmiş bir kadro şart.
ülkemiz için en hayırlısı olsun.