96
abbasilerin beşinci halifesi harun reşid (763-809) bermeki kabilesi mensuplarına çok değer verir, tüm kademeleri ile ordu onlarla dolmuş, devlet âdeta onlardan sorulmaya başlanmış. o kadar ki, başka kabilelere mensup insanlar, iş bulabilmek için bermeki kabilesi önderlerinden referans bulmak zorunda kalmışlar.
bu ortamda halife harun reşid, çok sevdiği ve değer verdiği veziri yahya el-bermeki ile sarayının bahçesinde dolaşırken, elma ağacındaki bir elma dikkatini çekmiş. çok güzel görünüyormuş. koparmak için birkaç hamle yapmış, ama başaramamış. vezirine dönmüş: “bir de sen dene bakalım.”
vezirin de boyu yetmeyince, bir teklifte bulunmuş: “şöyle çömeliverseniz de omuzlarınıza bassam elmayı kolayca koparabilirim.”
harun reşid tereddüt etmeden çömelmiş. vezir yahya el-bermeki, halife’nin omuzlarına basarak elmayı koparmış: “buyrunuz efendim, âfiyet olsun.”
harun reşid elmayı ısırmış. o kadar lezzetliymiş ki, onu yetiştiren bahçıvanı tebrik etmek istemiş.
bir çalının arkasından olup bitenleri hayretle seyreden orta yaşlı bahçıvan, huzura varıp temenna etmiş.
“hangi kabiledensin?” diye sormuş halife…
“bermekilerdenim, efendim.”
“belli, bermekiler her işi böyle doğru düzgün yapar.”
sonra şöyle devam etmiş: “seni kutlarım. muhteşem bir meyve yetiştirmişsin. dile benden ne dilersin?”
bahçıvan hiç düşünmeden cevap vermiş:
“önce sağlığınızı, sonra da beni bermeki kabilesi’nden çıkarmanızı dilerim.”
halife şaşırmış, veziri şaşırmış, bu adam neler söylüyormuş böyle? herkes bermeki kabilesi’nden olmaya can atarken, bahçıvan neden kabileden çıkmak istiyormuş? bahçıvana sormuş:
“bermeki kabilesi’ndensin ama ayrılmak mı istiyorsun?”
“aynen öyle efendimiz, ayrılmak istiyorum. lütfen kendi rızamla kabileden çıktığıma dair mühürlü bir belge verin bana…”
“peki ama neden?”
“dile benden ne dilersen dediniz ben de diledim, sebebi sonra ortaya çıkar, siz o belgeyi lütfedin yeter.”
halife, bahçıvanını iknaya çalışmış, fakat dinletememiş. sonunda belgeyi vermiş: “sarayımın bahçıvanı filan oğlu falan bu tarihten sonra bermeki değildir.”
atmış tarihi, üstüne basmış hilafet mührünü, uzatmış belgeyi bahçıvana:
“al bakalım, ne işine yarayacak?”
aradan yıllar geçmiş. bermekiler şımarmış, azıtmış, halka zulmetmeye, devleti kendi çıkarları için kullanmaya başlamışlar. bu yüzden hem halkla, hem de halife harun reşid’le araları açılmış. nihayet ordu içindeki adamları vasıtasıyla halife’yi devirmeye çalıştıklarında, halkın ve halife’nin hışmına uğramışlar. bir bir yakalanıp idam edilmeye başlanmışlar.
bermeki temizliği günlerce sürmüş. ordudan ayıklanmışlar, sivil bürokrasiden temizlenmişler, topluca lânetlenmişler. en sonunda sıra kenar köşede kalan bermekilerin de bulunup cezalandırılmasına gelmiş. dikilmişler bizim bahçıvanın tepesine: “sen de bermeki’sin!..”
“hayır değilim” diye basmış itirazı bahçıvan, “ben çoktan o kabileyi terk ettim, elimde halife’nin bizzat mühürlediği kapı gibi belgem var.”
bakmışlar ki, doğru söylüyor. dokunamamışlar. yine de alıp halife’ye götürmüşler. halife sormuş:
“böyle olacağını nereden biliyordun?”
bahçıvan anlatmış:
“bir bermeki, halife’nin omuzlarına basınca, ‘eyvah dedim, bu işin sonu kötü!’”
“amma ben izin vermiştim?..”
“siz tevazuunuzla izin verebilirsiniz, ama veziriniz yahya el-bermeki böyle bir hadsizlik-edepsizlik yapmamalıydı. akıbet tahmin ettiğim gibi oldu.”
bu hikayeyi hasan atilla uğur'dan dinlemiştim. ne güzel anlatıyor değil mi tüm yaşadıklarımızı? başlasınlar şimdiden imza almaya zaten ben ak partili değildim diye.
bu ortamda halife harun reşid, çok sevdiği ve değer verdiği veziri yahya el-bermeki ile sarayının bahçesinde dolaşırken, elma ağacındaki bir elma dikkatini çekmiş. çok güzel görünüyormuş. koparmak için birkaç hamle yapmış, ama başaramamış. vezirine dönmüş: “bir de sen dene bakalım.”
vezirin de boyu yetmeyince, bir teklifte bulunmuş: “şöyle çömeliverseniz de omuzlarınıza bassam elmayı kolayca koparabilirim.”
harun reşid tereddüt etmeden çömelmiş. vezir yahya el-bermeki, halife’nin omuzlarına basarak elmayı koparmış: “buyrunuz efendim, âfiyet olsun.”
harun reşid elmayı ısırmış. o kadar lezzetliymiş ki, onu yetiştiren bahçıvanı tebrik etmek istemiş.
bir çalının arkasından olup bitenleri hayretle seyreden orta yaşlı bahçıvan, huzura varıp temenna etmiş.
“hangi kabiledensin?” diye sormuş halife…
“bermekilerdenim, efendim.”
“belli, bermekiler her işi böyle doğru düzgün yapar.”
sonra şöyle devam etmiş: “seni kutlarım. muhteşem bir meyve yetiştirmişsin. dile benden ne dilersin?”
bahçıvan hiç düşünmeden cevap vermiş:
“önce sağlığınızı, sonra da beni bermeki kabilesi’nden çıkarmanızı dilerim.”
halife şaşırmış, veziri şaşırmış, bu adam neler söylüyormuş böyle? herkes bermeki kabilesi’nden olmaya can atarken, bahçıvan neden kabileden çıkmak istiyormuş? bahçıvana sormuş:
“bermeki kabilesi’ndensin ama ayrılmak mı istiyorsun?”
“aynen öyle efendimiz, ayrılmak istiyorum. lütfen kendi rızamla kabileden çıktığıma dair mühürlü bir belge verin bana…”
“peki ama neden?”
“dile benden ne dilersen dediniz ben de diledim, sebebi sonra ortaya çıkar, siz o belgeyi lütfedin yeter.”
halife, bahçıvanını iknaya çalışmış, fakat dinletememiş. sonunda belgeyi vermiş: “sarayımın bahçıvanı filan oğlu falan bu tarihten sonra bermeki değildir.”
atmış tarihi, üstüne basmış hilafet mührünü, uzatmış belgeyi bahçıvana:
“al bakalım, ne işine yarayacak?”
aradan yıllar geçmiş. bermekiler şımarmış, azıtmış, halka zulmetmeye, devleti kendi çıkarları için kullanmaya başlamışlar. bu yüzden hem halkla, hem de halife harun reşid’le araları açılmış. nihayet ordu içindeki adamları vasıtasıyla halife’yi devirmeye çalıştıklarında, halkın ve halife’nin hışmına uğramışlar. bir bir yakalanıp idam edilmeye başlanmışlar.
bermeki temizliği günlerce sürmüş. ordudan ayıklanmışlar, sivil bürokrasiden temizlenmişler, topluca lânetlenmişler. en sonunda sıra kenar köşede kalan bermekilerin de bulunup cezalandırılmasına gelmiş. dikilmişler bizim bahçıvanın tepesine: “sen de bermeki’sin!..”
“hayır değilim” diye basmış itirazı bahçıvan, “ben çoktan o kabileyi terk ettim, elimde halife’nin bizzat mühürlediği kapı gibi belgem var.”
bakmışlar ki, doğru söylüyor. dokunamamışlar. yine de alıp halife’ye götürmüşler. halife sormuş:
“böyle olacağını nereden biliyordun?”
bahçıvan anlatmış:
“bir bermeki, halife’nin omuzlarına basınca, ‘eyvah dedim, bu işin sonu kötü!’”
“amma ben izin vermiştim?..”
“siz tevazuunuzla izin verebilirsiniz, ama veziriniz yahya el-bermeki böyle bir hadsizlik-edepsizlik yapmamalıydı. akıbet tahmin ettiğim gibi oldu.”
bu hikayeyi hasan atilla uğur'dan dinlemiştim. ne güzel anlatıyor değil mi tüm yaşadıklarımızı? başlasınlar şimdiden imza almaya zaten ben ak partili değildim diye.