70
sanırım benim içimdeki futbol sevgisinin tabutuna son çivi çakılmak üzere. ya da çakıldı ama artık oralı dahi olmadığımdan bunu bile fark etmedim.
hiçbir şeye yükselemiyorum. kızmıyorum, üzülmüyorum, sevinmiyorum. futbola artık inanmıyorum. "sosyal medya yokken bizi iyi yemişler." diyorum sadece. futbolun heyecanı sadece o zamanlar vardı. gazetede yazılan, adı sanı duyulmamış topçulara heyecanlanırdık. "how much is ronaldinho?" günlerindeki gibi dahi değil hiçbir şey.
galatasaray'a bakıyorum, gözümde büyüttüğüm ne çok şeyin aslında o kadar da büyük olmadığını gördüm. günün sonunda dursun özbek'e el açan bir galatasaray izliyoruz ve bunu meşrulaştırmaya çalışan bir sürü taklacı güvercin türüyor. planlama, sistem oturtma gibi komik ütopyalarla beynimiz yıkanıyor ve tünelin ucu hep aynı yere çıkıyor. bir kısım elitizmden kıvrandığı halde tek derdi aslında adada ucuz çay içmek, bir kısım tahakküm kurduğu anda gölgesiyle bile kavga ediyor, sürekli gerginlik, sürekli kaos, sürekli "rakip takımların hepsi şeytan, biz meleğiz." masalları, hep aynı teranelerle geçen sezonlar.
türk futboluna bakıyorum, federasyon başkanı atanıyor, arkasında parti komiseri gibi adamlar bekliyor, gidenle gelen arasında fark yok. küme düşme meselesini, yabancı sayısını dahi ayarlayamayan bir yığın adam ülke futbolunu yönetiyor. hakemler herkese düşman, bütün kulüpler diğerlerine akıl almaz kumpaslar kuruyor, bütün kulüpler haklı ama aynı zamanda hepsi haksız. biri adam gibi hakkını arayamadığı kupasının peşinde, diğeri şike hükümlüsü olduğu halde alnı açık dolaşıyor, formasına yetmiş yıldız takma peşinde, biri "biz en şerefliyiz." direksiyonunu çevirip taksim meydanından delileri toplaya toplaya arzıendam ediyor, bizdeki durum zaten belli.
dünya futboluna bakıyorum, takımlar mı mücadele ediyor, sponsorlar mı belli değil. sermayeyi sokan zirveye oynuyor. pornografik ücretlere bonservis transferleri oluyor, büyükler küçüklerin kafasına postalı bastırıp varını yoğunu ellerinden alıyor. iki üç takımda yıldızlaşan hocalar, bütün dünyanın bu ütopik yaklaşımlara yönelip futbolu mekanik bir bok parçasına çevirme hevesi ve gitgide sıkıcılaşan, yaratıcılığını kaybeden ve karınca kolonisinden dahi daha bezdirici yapılar ortaya çıkıyor. aslında real madrid'in man city'ye, liverpool'a tıklatması sırf bu yüzden bile hoşuma gitti. futbolun futbol olduğu zamanlardan kalma bir hikayeyle şampiyonlar ligi'ni aldı adamlar. her ne kadar onlar da bu düzenin büyük bir parçası olsalar da en azından bu seferlik farklı bir hava estirerek şampiyon oldular.
bütün bu debelenmeler saçmalık. eskiden topçulara şişko nuri gibi muamele etmeyi eleştirirdim ama anlıyorum ki doğru olan bu. sonuçta bu adamlar ulaşamayacağın adamlar. yenseler de yenilseler de buradaki herkesin gelirlerini toplasan arda turan'ın maaşı etmez. bu paraları her türlü kazanıyorlar. ben neden onlar için üzüleyim, heyecanlanayım, sevineyim, kızayım ki? yok arma aşkı, yok gerçek gaassaraylılık, yok bilmem ne, birtakım kuru gürültü. her şeyden önce kendim gelirim. tek işi doğru düzgün top oynayıp seyir zevki vermek olan adamlar sürekli birileriyle kavga halinde. yok kutsal ittifak, yok organize kötülük, yok konuşursam yer yerinden oynar, bir sürü zırva.
halbuki tek yaptığınız şey bir topu kalenin içine sokmak. kendi itibarınız, kendi kazancınız için bu tip mücadelelere girmenizi anlarım. sonuçta bu işi yapan insan bu işi en iyi şekilde yapmak ister, başarılı olmanın da yollarını arar. kimi pasiftir, kimi ataktır. kimi sessiz sakin işini yapar, kimi yırtıcı davranır ki itibarını ve kazancını artırsın.
tek anlamadığım ben neden bu işin gönüllü bir parçası oluyorum? organize kötülük varsa bu işin aktörlerine var. evinde çekirdek çitleyip maç izleyen adama yok ki. o adam bu işten bir kazanç elde etmiyor. tek kazancı 90 dakika keyifli maç izlemek. ama tek duyduğu "hakem bizi yedi, raaakip takım oyunlar peşinde, federasyon bize düşman, herkes bize karşı, bu şanlı zamia her şeyin üstesinden gelir, başarılar gelir geçer" vs. vs. başarılar gelip geçse de ben ortada herhangi bir asalet göremiyorum. altı üstü futbol, altı üstü top tepmek. asalet masalet, bunlar uyduruk işler.
geçmişe dönüp bakıyorum, 4-5 yaşlarından beri galatasaray'ı hayatının merkezine en yakın tutmuş biri olarak artık gerçekten uzaklaştığımı, bu meselenin bir alışkanlığa doğru yol aldığını ve sıkıcılaştığını görüyorum. fatih hoca eskiden bu tip "organize kötülüklerden" bahsettiğinde gözlerim dolacak kadar duygusal sarsıntı yaşardım; artık "pfff, gene mi ya?" diyorum. hakem penaltı vermese, haksız kart gösterse sinirden duvarları yumruklayacak olurdum; artık "heh, s.çtık, gene geldi bahane." diyorum. elano'nun ilk maçında attığı golde apartmanı yıkmıştım; şimdi en güzel gollere "vay arkadaş, iyi attı." diyebiliyorum en fazla.
ama yarından itibaren bana da galibiyet priminden pay versinler, söz eskisi gibi olurum.
hiçbir şeye yükselemiyorum. kızmıyorum, üzülmüyorum, sevinmiyorum. futbola artık inanmıyorum. "sosyal medya yokken bizi iyi yemişler." diyorum sadece. futbolun heyecanı sadece o zamanlar vardı. gazetede yazılan, adı sanı duyulmamış topçulara heyecanlanırdık. "how much is ronaldinho?" günlerindeki gibi dahi değil hiçbir şey.
galatasaray'a bakıyorum, gözümde büyüttüğüm ne çok şeyin aslında o kadar da büyük olmadığını gördüm. günün sonunda dursun özbek'e el açan bir galatasaray izliyoruz ve bunu meşrulaştırmaya çalışan bir sürü taklacı güvercin türüyor. planlama, sistem oturtma gibi komik ütopyalarla beynimiz yıkanıyor ve tünelin ucu hep aynı yere çıkıyor. bir kısım elitizmden kıvrandığı halde tek derdi aslında adada ucuz çay içmek, bir kısım tahakküm kurduğu anda gölgesiyle bile kavga ediyor, sürekli gerginlik, sürekli kaos, sürekli "rakip takımların hepsi şeytan, biz meleğiz." masalları, hep aynı teranelerle geçen sezonlar.
türk futboluna bakıyorum, federasyon başkanı atanıyor, arkasında parti komiseri gibi adamlar bekliyor, gidenle gelen arasında fark yok. küme düşme meselesini, yabancı sayısını dahi ayarlayamayan bir yığın adam ülke futbolunu yönetiyor. hakemler herkese düşman, bütün kulüpler diğerlerine akıl almaz kumpaslar kuruyor, bütün kulüpler haklı ama aynı zamanda hepsi haksız. biri adam gibi hakkını arayamadığı kupasının peşinde, diğeri şike hükümlüsü olduğu halde alnı açık dolaşıyor, formasına yetmiş yıldız takma peşinde, biri "biz en şerefliyiz." direksiyonunu çevirip taksim meydanından delileri toplaya toplaya arzıendam ediyor, bizdeki durum zaten belli.
dünya futboluna bakıyorum, takımlar mı mücadele ediyor, sponsorlar mı belli değil. sermayeyi sokan zirveye oynuyor. pornografik ücretlere bonservis transferleri oluyor, büyükler küçüklerin kafasına postalı bastırıp varını yoğunu ellerinden alıyor. iki üç takımda yıldızlaşan hocalar, bütün dünyanın bu ütopik yaklaşımlara yönelip futbolu mekanik bir bok parçasına çevirme hevesi ve gitgide sıkıcılaşan, yaratıcılığını kaybeden ve karınca kolonisinden dahi daha bezdirici yapılar ortaya çıkıyor. aslında real madrid'in man city'ye, liverpool'a tıklatması sırf bu yüzden bile hoşuma gitti. futbolun futbol olduğu zamanlardan kalma bir hikayeyle şampiyonlar ligi'ni aldı adamlar. her ne kadar onlar da bu düzenin büyük bir parçası olsalar da en azından bu seferlik farklı bir hava estirerek şampiyon oldular.
bütün bu debelenmeler saçmalık. eskiden topçulara şişko nuri gibi muamele etmeyi eleştirirdim ama anlıyorum ki doğru olan bu. sonuçta bu adamlar ulaşamayacağın adamlar. yenseler de yenilseler de buradaki herkesin gelirlerini toplasan arda turan'ın maaşı etmez. bu paraları her türlü kazanıyorlar. ben neden onlar için üzüleyim, heyecanlanayım, sevineyim, kızayım ki? yok arma aşkı, yok gerçek gaassaraylılık, yok bilmem ne, birtakım kuru gürültü. her şeyden önce kendim gelirim. tek işi doğru düzgün top oynayıp seyir zevki vermek olan adamlar sürekli birileriyle kavga halinde. yok kutsal ittifak, yok organize kötülük, yok konuşursam yer yerinden oynar, bir sürü zırva.
halbuki tek yaptığınız şey bir topu kalenin içine sokmak. kendi itibarınız, kendi kazancınız için bu tip mücadelelere girmenizi anlarım. sonuçta bu işi yapan insan bu işi en iyi şekilde yapmak ister, başarılı olmanın da yollarını arar. kimi pasiftir, kimi ataktır. kimi sessiz sakin işini yapar, kimi yırtıcı davranır ki itibarını ve kazancını artırsın.
tek anlamadığım ben neden bu işin gönüllü bir parçası oluyorum? organize kötülük varsa bu işin aktörlerine var. evinde çekirdek çitleyip maç izleyen adama yok ki. o adam bu işten bir kazanç elde etmiyor. tek kazancı 90 dakika keyifli maç izlemek. ama tek duyduğu "hakem bizi yedi, raaakip takım oyunlar peşinde, federasyon bize düşman, herkes bize karşı, bu şanlı zamia her şeyin üstesinden gelir, başarılar gelir geçer" vs. vs. başarılar gelip geçse de ben ortada herhangi bir asalet göremiyorum. altı üstü futbol, altı üstü top tepmek. asalet masalet, bunlar uyduruk işler.
geçmişe dönüp bakıyorum, 4-5 yaşlarından beri galatasaray'ı hayatının merkezine en yakın tutmuş biri olarak artık gerçekten uzaklaştığımı, bu meselenin bir alışkanlığa doğru yol aldığını ve sıkıcılaştığını görüyorum. fatih hoca eskiden bu tip "organize kötülüklerden" bahsettiğinde gözlerim dolacak kadar duygusal sarsıntı yaşardım; artık "pfff, gene mi ya?" diyorum. hakem penaltı vermese, haksız kart gösterse sinirden duvarları yumruklayacak olurdum; artık "heh, s.çtık, gene geldi bahane." diyorum. elano'nun ilk maçında attığı golde apartmanı yıkmıştım; şimdi en güzel gollere "vay arkadaş, iyi attı." diyebiliyorum en fazla.
ama yarından itibaren bana da galibiyet priminden pay versinler, söz eskisi gibi olurum.