83
aklımın erdiğinden beri galatasaraylıyım. aileden diyemem, babam hiç futboldan anlamazdı. futbolla ilgili tek sözü, şenol, birol goldü. o da öyle bir film çekilmiş, babam da onun senaryosuna katkı vermesi ile sınırlıydı. galatasaray semtinde doğmam, lise bahçesindeki yazlık sinema sanırım galatasaraylı olmamı kışkırtan sebeplerdi. bir de tabi ki metin oktay ve üstüste gelen üç şampiyonluk. elimizden tutup maça götürecek bir büyüğümüz yoktu. babam askerlikte tokatta gittiği maçta çıkan kavgadan tırsmış, üstüne üstlük kayseri olayları tribünleri onun gözünde öcü yapmıştı. beni kesinlikle maça yollamıyordu. tek çarem fanatik fenerbahçeli dayılarımdı. onların büyük rüşvetlerine rağmen sarı kırmızı terketmiyordum, fenerli ol her maça gidelim, biz eniştemi ikna ederiz, cümlesi sökmüyordu bana. sonunda onları kandırdım, 1976 yılında bir altay maçı ile siftahı yaptım. fenerli dayımı, galatasaray tribüne sokmuştum. sonraları o şerbeti içen ben durur muyum hiç? bütün bir hafta harçlıklardan para biriktirip gizlice maça. en büyük avantajım maçların gündüz oynanması. bir gol sevincinde inönü stadının tabelasının altında otururken, yuvarlanarak en alt tribünde kendimimi bulmama rağmen, inatla gittim maçlara. ki çok büyük tehlike atlatmıştım o zaman. artık maçlara gittiğim ayyuka çıkmıştı, sesimin kısılması da beni hemen ele veriyordu. babam hop oturup hop kalkıyordu ama adamcağızı çaresiz bırakmıştım. şimdi düşünüyorum babamın yerinde ben de olsam, yollamazdım çocuğumu. bir de sol sağ süreci vardı o dönem. ve böylece benim on dört sene tribünde şampiyonluk görememe sürecim başlar. pişman mıyım? asla. hayatımın en güzel günleriydi. sabahın köründe mahallenin diğer aslanlarıyla stadın yolunu tutmanın keyfi paha biçilemez.