• 112
    sıradan bir şampiyonluğun son hafta el değiştirmesinden çok çok çok daha faklı olan gün. tam 15 yıl geçmiş üstünden.

    emre aşık'ın yumruğunu sıkarak saha içine girmesi, orhan ak'ın sahada ilk uyanan olması, cihan'ın içeriye çıkardığı topta kopan uğultu sonrası eli ayağı boşalan necati'nin topu kontrol edemeyişi, hasan şaş'ın deli tavuk gibi sağa sola koşturması ve mondi'nin bir yandan ağlarken bir yandan da kaleye gelmesi muhtemel topu bekleyişi...

    çok güzel bir filmin final sahnesi gibiydi yaşananlar ama bir o kadar da gerçekti işte...

    galatasaray'ın sürekli sözlükte de bahsettiğim 1992-2002 arası bir dönemi vardı 7 şampiyonluk kazandığı. 1987'de 14 senelik hasretin bitmesi, "şampiyon kulüpler kupası"nda yarı final derken üstüne koya koya gidilen, uefa kupasıyla taçlanan ve şampiyonlar liginde çeyrek finalin sıradanlaştığı bir 15 yıllık yükselme dönemi vardı.

    arada lucescu'nun gelişinin hatta kadronun değişmesinin bile durduramadığı bu yükselmenin 2002 yazında başlayan ikinci fatih terim dönemi ile tekrardan hız kazanması bekleniyordu ama olmadı. şampiyonlar ligi'nde 3 sezon sonra gruptan çıkılamadı. ligde ise aslında 77 gibi gayet yüksek bir puan toplanmasına rağmen beşiktaş'ın arkasından ikinci olundu. iyi başlanan sezonda 6 kasım 2002 fenerbahçe galatasaray maçı ve sonrasında yaşanan bir aylık bocalamadaki puan kayıpları, ali sami yen'deki adanaspor ile gençlerbirliği maçlarında hakem marifetiyle çalınan 4 puan ve beşiktaş'a iki maçta da mağlup olunması şampiyonluğun kaybedilmesine sebep oldu.

    2003-2004 sezonu ise her anlamıyla bir felaketti. 1998'lerden süregelen stad yenilenmesi konusunda yönetim son çare olarak stadı yıkıp en azından inşaatı başlatırsak devamı gelir diyerek bir adım attı. 2 yıldır atıl durumda duran, o dönemki şehrin dışında kalan, bir kayanın patlatılmasıyla oluşan düzlüğe dökülen yarım yamalak bir asfalt dışında yolu olmayan olimpiyat stadı'na sürüldü galatasaray. ligde kötü sonuçlara rağmen potaya tutunmaya çalışırken şampiyonlar ligi'nde en azından grupta 3. olup kendini uefa kupasına atmayı başarmıştı galatasaray. ancak ligde git gide zirveden hatta avrupa kupalarından uzaklaşılması ve villareal'e karşı iç sahada güç bela 2-2 bitirilen maç sonrası ispanya'da 3-0'lık net bir skorla kaybedilen maç bir dönemin daha kapanmasına sebep oldu. yaklaşan kongre öncesi "yeni bir başkan, yeni bir yönetim, belki yeni bir hoca" diyerek fatih terim görevi bırakma kararı aldı. toplanan 54 puan modern galatasaray tarihinin en kötü performansıydı, birincilik de ali sami yen'den türk telekom arena'ya geçilen sezonda toplanan 46 puanın oldu...

    2004-2005 sezonu ise galatasaray'ın 100. yılıydı. fatih terim sonrası göreve karpatların maradonası, gönlümüzün hırsızı gheorghe hagi gelmişti. üzerine bir de olimpiyat çilesi bitmiş ve ali sami yen stadyumu'na dönülmüştü. tüm bu ahval ve şerait içinde bir önceki sezonun zıttı bir performans çizdi galatasaray. 76 gibi son derece yüksek bir puanla ligi tamamladı. ancak 80 puan toplayan fenerbahçe ve 77 puan toplayan trabzonspor'un arkasından üçüncü olabildi.

    69 puanla şampiyonluk gören nesil için akıl almaz olaylar tabi bunlar...

    1992-2002 arasına 7, 1996-2002 arasında 5 şampiyonluk sığdıran galatasaray şampiyonluktan uzak 3 sezon geçirmişti. 1989-2001 arasında sadece 1996'da bir şampiyonluk alabilen fenerbahçe ise 2001-2004-2005 ile kendi tarihinde de az olan bir frekans yakalamıştı. 2000 yazında 14-13 galatasaray lehine olan şampiyonluk sayıları 16-15 fenerbahçe lehine dönmüştü.

    ek olarak bilet geliri, yayın geliri ve avrupa kupası gelirleri dışında adam akıllı gelir kalemlerinin yaratılamadığı dönemlerdi türk futbolunda. şimdiki gibi gol başına puan başına para veren sistem yoktu. pizzacıyla falanla filanla anlaşılıp sponsorluk alınan, şortun ucuna para karşılığı reklam verilebilen bir yapı yoktu.

    fenerbahçe stadı'nı yenilemeyi başarmıştı aziz yıldırım'ın sponsorluğunda. türkiye'nin koşu pisti, veledromu bilmemnesi olmayan ilk stadıydı. bu yönüyle türk takımları için gerçekten zorlayıcı oldu, yenilenmiş haliyle ilk 5 lig mağlubiyetini 6 yılda aldı fenerbahçe orada. bunun yanında eski açık'sız 18-19 bin olan ali sami yen'in 3, eski inönü stadı'nın ise 2 katı kadar seyirci geliri sağlayabiliyordu. üzerine 2 sezondur şampiyonlar ligine direkt katılıyordu fenerbahçe, galatasaray ise 2004-2005 sezonunda avrupa kupalarına katılamamıştı, avrupa'da sezonda 15-16 maç oynanan yıllardan sonra bu alanda da maddi kayıp çok büyüktü. beşiktaş ise dumur şekilde kaybettikleri 2003-2004 sezonunun üzerine bir de demirören ailesine kulübün neredeyse ipotek edilmesi gibi sorunlarla boğuşuyordu.

    böyle bir ortamda başlamıştı 2005-2006 sezonu. galatasaray'ın çok yüksekten düşüşünün yarattığı travmaya ek olarak aziz başkan'ın deyimiyle "benhurlar"dan* "anelkalar"a* geçmiş bir fenerbahçe vardı. "acılarla yüreğimizi kararttın" özhan canaydın'ın 4. başkanlık yılına girilmişti. her maç öncesi protesto edildiği bir dönem vardı sezon başında. üç dakika sessizlik, beş dakika sessizlik, beyaz mendil sallama gibi pek çok protestolar yapılıyordu. erik gerets'in hücuma yönelik oyunuyla azıtan takım da inadına bu sessizliklerin içinde bir gol sıkıştırarak piç etmeyi başarıyordu. zaten ilk iki maçta da maçın başında gol atılınca vazgeçilmişti bu sessiz bekleme protestosundan.

    ilk 9 haftada galatasaray 1, fenerbahçe ise 2 beraberlik almıştı. ancak 21 ağustos 2005 çaykur rizespor fenerbahçe maçı'nda marcio nobre'nin, 1 ekim 2005 konyaspor fenerbahçe maçında ise nicolas anelka'nın elle attığı goller vardı. bu maçların ikisi de fenerbahçe galibiyetiyle sonuçlandı, özellikle tek farkla kazandıkları rizespor maçında elle atılan gol doğrudan 2 puan kazandırdı. konyaspor maçında ise anelka'nın beraberliği getirmesi sonrası yaşanan kargaşada 2 gol daha atıp galibiyeti buldular. özellikle konya deplasmanı sonrası galatasaray, beşiktaş ve trabzonspor el değmemiş temiz bir lig istiyoruz pankartıyla maçlara çıkmıştı, hatta galatasaray ve trabzonspor birbiriyle oynadığı halde ayrı ayrı pankartlarla çıkmışlardı.

    medyada konuşulan konu ise fenerbahçe'nin avrupa'da yoluna devam ettiği için yaşanan konsantrasyon kayıplarıydı. el değmemiş temiz bir lig istiyoruz pankartını ise o hafta içi yaşanan tromso faciası sonrası gündem değiştirme çabası olarak yorumlayanlar vardı.

    10. haftada hasan şaş'ın attığı golü yeni doğan oğlu yusuf deniz şaş'ı temsilen eliyle beşik sallama hareketiyle golü kutladığı iç sahadaki denizlispor beraberliği ve ertesi hafta bülent korkmaz'ın gençlerbirliği yedek kulübesinde galatasaray tribününe hareket çektiği maçta alınan mağlubiyet fenerbahçe'nin o sezon ilk defa öne geçmesine sebep oldu.

    bu sefer de "erik gerets'in takımları 10. haftadan sonra düşüşe geçiyor" manşetleri süsledi her tarafı. kim ölçtü, neyle ölçtü bilinmez ama o dönem saha dışında da diğer rakiplerine kıyasla çok güçlüydü fenerbahçe. 14. hafta iç sahada fenerbahçe maçı vardı. hafta içi oynanan milan maçının etkisiyle tribüne andriy shevchenko maskeleri dağıtılan maçta nobre'nin tek golüyle fenerbahçe kazanınca puan farkı 6 olmuştu. ertesi hafta kadıköy'de trabzonspor'un iki kere öne geçtiği maç berabere bitince bu sefer 4 puana indi fark. uzunca bir dönem de 4-3 bandında gidip geldi.

    bu dönemde bir başka rezillik de 21. haftadaki 11 şubat 2006 samsunspor fenerbahçe maçında yaşandı. maçın 20. dakikasında marcio nobre zaten yere yatmış olan kerem inan'ın yanından topu atmak yerine kendini yere atmayı tercih etti. serdar tatlı da bu pası geri çevirmeyip penaltı ve kırmızı kart kararı verdi. o penaltı gol olmadıysa da fenerbahçe zaten düşme hattında olan ve sezon sonu küme düşecek olan rakibi bir de 10 kişi kalınca yürüye yürüye 5 gol atarak güle oynaya döndü o deplasmandan...

    o haftanın bir diğer özelliği ise galatasaray futbol takımı'nın birikmiş alacakları sebebiyle antremanlara çıkmama kararı almasıydı. öyle bir ortamda bir de samsun'da yaşanan rezillik eklenince 12 şubat 2006 galatasaray gaziantepspor maçı öncesi yine gerginlik hat safhaya çıkmıştı taraftarda. ancak karlar altında ve "aslanlar çekler ödenir hakkınız ödenmez" pankartı önünde oynanan maçta atılan yarım düzine gol vardı. ertesi hafta fenerbahçe ankaraspor* maçını kaybetti. eksi bilmemkaç derecede oynanan sivas deplasmanında galatasaray gol atamayınca puan farkını 3'e indirebilmişti.

    o deplasmandan geriye kalan ise rakibin tabanıyla basıp kestiği bileğinden akan kanların bürüdüğü ayakkabısı ile kenara alınan ümit karan kaldı...

    ertesi hafta galatasaray song'un 30 metreden çaktığı gol ve aslan sevinciyle de hatırlanan maçta manisaspor'u 4-2 mağlup etti. ertesi gün kadıköy'de 26 şubat 2006 fenerbahçe beşiktaş maçı vardı. fenerbahçe öne geçse de ali rıza sergen yalçın 5 dakikada attığı 2 golle işleri tersine çevirdi. nobre'nin beraberlik sayısından sonra iki takım da gol atamayınca maç berabere tamamlandı.

    puan farkı 1 olmuştu...

    24. haftada galatasaray yine ali sami yen'de bu sefer samsunspor'u 3-2 mağlup etti. haftalardır olduğu gibi fenerbahçe yine galatasaray'dan sonra oynuyordu. bu sefer mikrofonlarımız kayseri atatürk stadyumu'ndaydı. bir önceki sezon karlı bir nisan gününde attığı 2 golle galatasaray camiasını şoka sokan gökhan ünal bu sefer yine son dakikada fenerbahçe'ye attığı golle bu sefer galatasaraylıları ayağa kaldırıyordu. haftalar sonra galatasaray puan tablosunda yeniden öne geçmişti. ancak o liderlik de bir hafta sürdü. fenerbahçe konyaspor'u 5-0'la geçip galatasaray trabzon'da 2 puanı bırakınca yeniden puan puana gelindi.

    26. haftada ise başka bir rezaletteydi sıra. fenerbahçe ankara deplasmanından 4-1 ile rahat dönmüştü. sahne sırası galatasaray'daydı. 19 mart 2006 galatasaray kayseri erciyesspor maçına taraftarın da desteğiyle coşkulu başlayıp yirmili ve kırklı dakikalarda gollerle 2-0'ı bulduk. ancak o dönemin bir diğer golcüsü cenk işler'in golleriyle son yarım saate beraberlikle girildi. hem skorun 2-0'dan beraberliğe gelmesi, hem de golde tomas'a çarpan topun mondi'yi yanılmatsının şokunu atlatır atlatmaz galatasaray galibiyet golü için saldırmaya başladı.

    83. dakikada galatasaray numaralı ile yeni açık'ın birleştiği köşeden bir köşe vuruşu kullandı. yapılan vuruşun ardından kaleye giden topu erciyesspor'lu devran ayhan tam da kale çizgisinde çift yumrukla uzaklaştırdı. konya'da anelka'nın elle oynamasını "süzemeyen" zafer önder ipek bu sefer de devran'ın ellerini göremedi. yaşanan yoğun itiraz ve tribündeki dalgalanmanın ardından oyun tekrar başladı, top döndü dolaştı ve yeni bir atak oldu ve topla birlikte galatasaraylı dört futbolcu da çizgiyi geçti. golden ziyade bir isyandı artık ortaya çıkan şey...

    takip eden 3 haftayı iki takım da "kazasız" atlattı. 30. hafta ise ligdeki bir diğer kırılmanın yaşandığı haftaydı. 15 nisan 2006 vestel manisaspor fenerbahçe maçı başlarken ekran başındakilerin hiç biri öyle bir maça şahit olacaklarının farkında değildi muhtemelen. anelka'nın 13. dakikadaki golü maçın fenerbahçe adına rahat geçeceği beklentilerini doruğa çıkardıysa da maç bitiminde tabelada 5-3'lük manisaspor galibiyeti yazıyordu. ertesi gün ali sami yen'de bir bayram havası vardı adeta. alınacak bir üç puan ve ertesi hafta kadıköy'e 3 puan farkla lider gidilmesine sebep olacaktı. nitekim galatasaray çok da zorlanmadan işini gördü, kapalı tribündeki irili ufaklı onlarca "size inanıyoruz" pankartı ve "şampiyon" tezahüratları eşliğinde takımı kadıköy'e uğurlandı...

    kadıköy serisi 7. yılındaydı o sezon. ancak en umutlu olunan senelerden biri de oydu. maçtan önceki gece valiliğin tarihte ilk defa "münferit gidilecek" açıklaması, kadıköy sokaklarında galatasaraylılara polis nezaretinde çektirilen eziyet, gerets'in ferhat-uğur ikilisiyle çıkması, yenilen 4 gol, verilen ikili averaj, maç sonu amigo yücel ve hindi...

    bitime üç maç kala hem puanlar eşitlenmiş hem de ikili averaj kaybedilmişti. kalan üç maçı kazanmak da yetmeyecekti galatasaray'a. ertesi hafta galatasaray ankaraspor'u ağırlarken fenerbahçe trabzon deplasmanındaydı. ilk yarılar biterken galatasaray ve trabzonspor'un üstünlüğü vardı. ancak fenerbahçe 10'ar dakika arayla attığı gollerle skoru çevirdi, 3-1'in hemen arkasından gelen 2. gol ümitlendirse de olmadı.

    bu sefer galatasaray inönü deplasmanındaydı, fenerbahçe ise seyircisiz maçta erciyesspor'u konuk ediyordu. ilk yarıda hakan şükür'ün bir önceki sezoni gibi aynı direğe takılan penaltısı vardı necati'nin. bu sefer fenerbahçe devre arasına önde girmişti, galatasaray ise berabereydi. 51. dakikada tümer metin'in golüyle beşiktaş öne geçip fenerbahçe de bir anda 4-1'i bulunca "maçlar bu skorla biterse" fenerbahçe'nin şampiyon olacağı duruma gelindi. golden birkaç dakika sonra erik gerets hasan kabze'yi yanına çağırdı. oyuna girdikten birkaç dakika sonra topla ilk buluşması ceza sahası yayı içinde bir karamboldü. önüne düşen topu yerden düzgün bir şutla köşeden ağlarla buluşturdu. golden sonra kimsenin sevinmeye vakti yoktu, topu kapıp santraya koştu takım, daha 25 dakika olmasına rağmen.

    son 25 dakika artık yürek söker kıvamdaydı. bir türlü o fırsatı bulamıyordu galatasaray. beşiktaş da rakibi uyandırmamak için beraberliğe razı bir görüntü çiziyordu. ancak 88 mi 89 mu ne bir atakta ibrahim üzülmez topla birlikte ceza sahasına kadar girdi, mermi gibi çıkan şutu bir an dünyayı durdursa da mondragon bir şekilde topu kornere çıkarmayı başardı. bu ataktan sonra kalkan tabela 3 dakika uzatmayı gösteriyordu. maçlar bu şekilde biterse fenerbahçe son haftaya 2 puan ve ikili averaj üstünlüğüyle girecekti.

    hafta içi fenerbahçe'nin kupa hasretini 23 seneye çıkarmanın üzerine bir de galatasaray'ı şampiyonluktan etmenin sevinci vardı beşiktaş taraftarında. zalad gelsin sizi kurtarsın sesleri eşliğinde cordoba'nın yaptığı son degaj orta saha çizgisinin en sağ kenarında bekleyen sabri'yi buldu. topu biraz düzeltip ortasını yaptı. hakan şükür'ün rakibi sırtına alıp da kafasıyla indirdiği yerde hasan salih kabze vardı. ilk goldeki vuruşu yaptığı yerden belki bir metre yan tarafta bu sefer öbür köşeye bir şut çıkardı. deniz tarafından gelen gök gürültüsünü bastıran birkaç saniye sonra gelen bu maçı satanın anasını sikeyim tezahüratı yankılanana kadar kimse ne olduğuna inanamadı...

    bu iş burda bitmezdi tabii ki bitmeyecekti...

    sabri ugan'ın yıllar önce söylediği bir cümleydi bu aslında. kazın ayağı yine de öyle değildi. seksenlerin sonundan 2002'ye kadar yükselen ve türk futbol tarihinin zirvesine çıkmış bir galatasaray. şampiyonluktan uzak, bir dolu kahır ve hayal kırıklığıyla geçen bir 3 yıl. ama oralardan gelindiği için etkisi üçe beşe çarpımış bir 3 yıl. bunun karşısında tarihinde ilk defa 3 sene üst üste şampiyonluğa giden bir fenerbahçe. stadları büyük, parası var, lobisi güçlü, yönetimi güçlü, yıldız topçuları var. galatasaray'ın stadı ufak, parası yok, lobisi zayıf, yönetimi yok, helikopterle florya'ya inen jardel'den bu yana adam akıllı transfer heyecanı yaşamamış...

    üzerine bir de böyle bir sezon yaşanmış. rakibin elle gol atıp 4 puan almış, senin sahanda çizgiden elle çıkan topa devam denmiş. üzerine bir de 22 nisan 2006 fenerbahçe galatasaray maçı sonrası pompalananlar...

    14 mayıs 2006 böyle bir gündü aslında. hayal kırıklıkları, kalp kırgınlıkları arasında garip bir mağrurluk vardı. galatasaray futbol takımı elinden gelenin fazlasını yapmıştı. parasız, yönetimsiz çırpınmıştı adeta. karşısındaki çok güçlü bir kadroya, çok güçlü bir lobiye, hakemlere ve medyaya inat son haftaya kadar getirebilmişti bu işi.

    öss senemdi ve sabah bir deneme sınavı vardı. oradan sonra eve dönüp televizyonlar ilk bağlantıları yapmaya başladığında göze çarpan aşırı bir kalabalıktı. pırıl pırıl güneş ve ali sami yen'in etrafındaki mahşeri kalabalık bile insana garip bir his veriyordu...

    internet yeni yeni hayatlarımızı esir alıyordu o dönem. galatasaraylıların konuştuğu tüm mecralarda bu takıma mücadelesine layık bir teşekkür edilimesi konusunda hem fikir olunmuştu. bu fikriyat günün sonunda ultraslan forumda bir kampanya olarak vücut buldu. forum üyelerinin gönderdiği paralarla kırmızı güller alınıp kapalı üst'e dağıltılması ve maçtan önce tribüne çağırılacak olan takıma atılması kararı alındı. takım ilk ısınmaya çıktığında buna ek olarak kapalı üst'te boydan boya kaplayan sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla pankartı açıldı. rahmetli şükrü dinç ve yunus'un "2000 ruhu" ve "isimlerinizi kalbimize yazdık" pankartları yine içerdikleri mesajla öne çıkan pankartlardı. o günün ruhunu yansıtan bir diğer pankart da yeni açığın ön tarafının yarısını kaplayan "eşim gibi aşım gibi tomurcuk kokulu evladım gibi, sana olan sevgim öylesine yüce ki" pankartıydı...

    gerek bu güne dair, gerek iki maça dair çok şeyler yazıldı çizildi. tek tek anlatmaya gerek yok. ancak ben o gün, evdeki yayın bir tek 77. kanal olduğu için, 14 mayıs 2006 denizlispor fenerbahçe maçını izleyenlerdendim. kendi insiyatifim olsa muhtemelen bizim maçı izler, taraftarın maç boyu yapacağı tezahüratlara en azından mırıldanarak katılmayı seçerdim.

    herkesin aklının bir köşesinde, dilinin bir ucunda bir şampiyonluk hikayesi vardı elbette. zaten o sezonun takımı bu hissi en çok uyandıran takımlardan biriydi. tüm o enerji biraz da o gün yaşananlara şekil verdi belki de... ama sezon içinde o kadar rezilliğe şahit olduktan sonra, üzerine bir de kadıköy'e şampiyonluk diye gidip 4 yiyerek dönmenin yorgunluğuyla kimsenin bunu hayal edecek cesareti yoktu.

    ancak dakikalar geçmeye başlamıştı. galatasaray ilk çeyrek saatte golü bulup "mikrofonlarımız denizli'de" pozisyonuna geçmişti. fenerbahçe'de ise garip bir durgunluk vardı. üzerine bir de denizlispor'un özellikle selahattin'le kaçırdığı net pozisyonlar vardı. öyle böyle ilk yarıya gelindiğinde "maçlar bu skorla biterse" galatasaray şampiyondu. sezon boyu istenen, beklenen, hayal edilen ama hep uzaklarda bir yerde olan mucizeyle aramızda sadece 45 dakika vardı. ama hala kartlarını açmamış gibi görünen bir fenerbahçe vardı sahada. ikinci yarının başında o günün ruhuna yakışır şekilde sabri'nin attığı golle iyiden rahatlamıştık biz maçı seyretmeyenler. şimdi aa uu yapılıyor ama o dönemin türkiye'sinde normaldi maçı geciktirmek için konfeti şovların yapılması. hatırlanmıyor ama fenerbahçe ve galatasaray'ın da öyle çok macerası vardır. denizlispor'un durumu biraz da gaziantep-malatya maçına bağlı olduğundan ikinci yarının öyle geçmesi beklenen bir şeydi.

    öyle böyle ilk yarının ortalarını da geçtik. artık iyiden iyiye telafisi olmayan dakikalara gelinmişti. dakika dakika hatırlamak zor tabi ama dakikalar geçtikçe insanı ikilemde bırakan bir durum vardı. fenerbahçe top oynamıyordu resmen, görüyor ve algılıyordun. ama bir yandan da "bütün sezon neler yaptılar, burada bırakırlar mı bu işi" diyordun. bir yanda o heyecan, diğer tarafta o çaresizlik hissi. hiçbir maçta 2 golü olmayan sabri'nin 2. golü haberi bile çok bir anlam ifade etmedi o dakikalarda. çünkü maçın en az bir 10 dakika uzayacağını tahmin etmek güç değildi maçı izleyenler için. tabi ali sami yen'dekiler için durum neydi tam olarak kestirmek güç...

    maç boyu fenerbahçe orta sahasını zorlayan yusuf şimşek kronometreye göre 89. dakikada topla bir kez daha atağa kalktığında ali sami yen'de top kapalının önündeki marek heinz'a gelmişti. marek heinz topu kontrol edip rakibinden kurtulup ters tarafa çıkarana kadarki sürede yusuf orta sahayı geçmiş, soldan bindiren mustafa keçeli'yi topla birlikte ceza sahasına sokmuştu bile. mustafa keçeli formasını çıkarıp sallaya sallaya* yedek kulübesine koşarken ali sami yen'de top sağ dipteki cihan'a doğru havadan süzülüyordu. top inerken bir iki yerden çıkan tiz bir ses, dalga dalga yükseldi ve stadın tarihindeki en gürültülü gol sevinçlerinden birine döndü.

    daha sonradan orada olanların anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla önce numaralı tribün'de televziyonlardan diğer maçı izleyenler, en garanti bilginin orada olduğunu farkedip orayı izleyen uyanıklar, maçı trt radyo'dan dinleyenler, özel radyolardan dinleyenler şeklinde yaşanmış haber alma sırası. biz ekran başındakiler ise çoktan aklımızı kaybetmiştik. normal sürenin bitmesine bir dakika mı ne kalmış ve fenerbahçe'den 3 puan öndeyiz.

    hani bir ihtimalden bahsedilirken "olmaz ama olursa var ya" denir. aynen o olmuştu işte, bunu tahayyül etmek imkansız. henüz böyle lafların da işi bu kadar boşaltılmamış, hakikaten akıl almaz bir şeydi. bizim salondan bahçe duvarı 30 metre falan, oraya nasıl koştum nasıl bağırmaya başladım hatırlamıyorum...

    kulübeden sahaya doğru en önce fırlayan emre aşık'tı. orhan ak sahada ilk uyanan oldu. hasan şaş neredeyse bir dakika çocuk gibi sağa sola koşturdu. necati zaten o sesin uğultuya döndüğü yerde dizinin bağları çözülünce ayağına gelen topu tutamamıştı kale dibinde...

    ali sami yen ilk şoku atlatır atlatmaz ibne kanarya olamazsın şampiyon tezahüratı başlamıştı. işin komik tarafı aynı anlarda izmir'de oynanan 14 mayıs 2006 trabzonspor beşiktaş maçında da aynı tezahüratın yankılanmasıydı. o dönemler milletçe birlik ve beraberliğe bu kadar hasret değildik işte...

    16 dakika uzatma her ne kadar tartışılsa da başından beri maçı izleyenler için çok süpriz değildi. ancak ali sami yen'dekilerde haklı olarak öylesine bir duygu boşalmasından sonra gelen 16 dakika haberine anlam vermek, hele de sezon boyu bu rezilliği yaşadıktan sonra imkansızdı muhtemelen. hoş ben de sadece denizli'deki maçı izlediğim için bir yandan "lan herhalde ben abartıyorum" diyordum o anlarda.

    ekran başındaki bizleri endişelendiren konu fenerbahçe'nin saldırmaya başlamasından öte denizlispor'un kaybetse bile ligde kaldığının kesinleşmesi oldu. son 10 dakikaya nasıl atıldığını atanın bile hatırlamadığı bir golle 1-1'lik eşitlikle giriliyordu ve denizlispor için maç sadece formaliteye dönmüştü. işte o anlarda hakikaten müthiş bir çaresizlik vardı. o mucizeyi önce yaşamış sonra kaybetme korkusuyla baş başa kalmıştık.

    numaralı'nın önündeki çatıya oturup ellerini iki yana açıp ağlayarak dua eden arjantin eşofmanlı abi, karısının dizinin dibine çöküp hüngür hüngür ağlayan başka bir abi, kızlarını alıp sahanın içinde bir kenara çöken hakan şükür, ufacık oğlunu kucaklayıp dizlerinin üzerine çöken hasan şaş, numaralı tribünde televizyona boş gözerlerle bakarken yanağını dayadığı camın kenarındaki plastiği tırnağıyla kaşıyan erik gerets...

    o anlarda bir kenarda kendinle baş başa kalıp haber beklemek mi en kötüsüydü yoksa fenerbahçe'nin nasıl gol atacağını bekleyerek ekrana bakmak mı bilemiyorum. ama bir şekilde o dakikalar da bitti. souleymanou hamidou'yu aşan top sanki üst direğe değil de göğsümüze vurdu, appiah'ın boş kaleye vuramadığı topta ise hayat durdu sanki.

    selçuk dereli'nin elini havaya kaldıran görüntüsü ekrana geldiğinde yaşanan şeyinse tarifi izahı mümkün değildi...

    meşhur filmde kafası gözü dağılmış rocky ve kaburgası kırık apollo son raundun sonunda birbirine sarılır, zil çalında ringe girip ayırırlar da rocky kolunu kaldırıp adrian diye bağırır ya; o gece olan aynen öyle bir şeydi...

    sıradan bir şampiyonluk değildi, sıradan bir son hafta şampiyonluğu kaybetme de değildi. galatasaray bir sıkımlık son canıyla fenerbahçe'yi durdurmayı başarmıştı.

    o gece eğer fenerbahçe şampiyon olsaydı, bu sezondan geriye kalan sadece bir şerefli ikincilik hikayesi olmayacaktı. fenerbahçe 4-5 hatta belki 6 yıllık bir seriye gidecekti. galatasaray bu şampiyonluğun güveniyle 2007-2008'de yine bu tarz bir şampiyonluk daha kazanıp bu krizden çıkamayacaktı. üçüncü fatih terim dönemi belki daha erken gelecekti ama ikincisinden çok farklı olamayacaktı...

    fenerbahçe çok travmalar atlattı o günden bugüne. ama o gece tek bir gol atıp şampiyon olsalardı, o travmaların herhangi birinin yaşanmasına imkan verecek durumların hiçbiri oluşmayacaktı. şampiyonluk sayılarının 22-19-15 olduğu bugün belki de fenerbahçe lehine 25-17-14 gibi bir durumdan bahsediyor olacaktık.

    o gün sadece bir şampiyonluk kazanmadık...

    emeği geçen herkesin eline koluna ayağına yüreğine sağlık bir kez daha...
App Store'dan indirin Google Play'den alın