2039
(bkz: uzak)
--spoiler--
--spoiler---
nuri bilge ceylan'ın üç maymun öncesi filmlerini hiç izlememiştim. dün akşam ismini vermek istemediğim bir yayın platformu sayesinde uzak'ı izledim ve film bittiğinden beri kendime gelebilmiş değilim.
bir zamanlar anadoluda düne kadar ceylan'ın beni en çok çarpan filmiydi, fakat kopukluk ve yalnızlaşmayı, bir başkası üzerinden kendini görmeyi ve kendinden kaçmaya çalışmayı oyle konsantre ve öyle doğal veriyor ki uzak, kendimi filmin başrolundeki iki kişinin de yerinde görebildim. hatta bu denli çarpılmam sanırım hayatımın ilk 25 yılını yusuf, 25 sonrasını mahmut olarak yaşıyor olmam. mahmut'un yusuf'u köşe bucak kaçıp unutmak istediği özü olarak gördüğünü düşünüyorum. 25 yaşından sonra, mahmut'un deyişiyle "tırnaklarımla kazıyarak" sözüm ona elde ettiğim her şeyi yusuf olmaktan çıkarak elde ettim.
ideallerimden tıpkı mahmut gibi çok erken koparak "ölümümü çok erken ilan ettim" ve şimdi etraftaki yusuf'ların hiçbirine tahamülüm yok. çünkü bana kaybettiğim her şeyi hatırlatıyor yusuf'un oyuncak askere bakarken güldüğü gibi gülen insanlar. onları tıpkı mahmut gibi parazit olarak görüyorum, henüz mahmut kadar hoyratça ezmiyorum onları, ama acı olan şu ki, tam olarak mahmut'a dönüşmeme çok vakit kalmadı.
nitekim filmin sonunda her şeye uzak olan mahmut'tu. onu sevdiğini söyleyemediği eski karısı, yönetmen olma hedefleri, idealleri, fotoğrafçılığa duyduğu tutku, öz ailesi ve hatta kendi özü.
müthiş ezici bir yalnızlıkla bitiyor film. hiç göze sokmadan, mahmut'un o beton bankta içtiği samsun'la vücut bulan bir yalnızlık ve dile gelmeye utanan bir pişmanlık...
ne zaman etkisinden çıkarım bilmiyorum ama ömrümde haneke'nin funny games'inden sonra izlediğim en vurucu film oldu benim için. oyunculukların yer yer fireler verdiği (özellikle mahmut'un eski karısı) bir film olmasına karşın kusursuz diyebileceğim bir tutarlılık vardı. o kadar tutarlıydı ki hayatı kestirilebilir bir şeye dönüşmüş olan herkese fazlasıyla tehlikeli bir ihtimali hatırlatıyor.
--spoiler---
--spoiler--
--spoiler--
--spoiler---
nuri bilge ceylan'ın üç maymun öncesi filmlerini hiç izlememiştim. dün akşam ismini vermek istemediğim bir yayın platformu sayesinde uzak'ı izledim ve film bittiğinden beri kendime gelebilmiş değilim.
bir zamanlar anadoluda düne kadar ceylan'ın beni en çok çarpan filmiydi, fakat kopukluk ve yalnızlaşmayı, bir başkası üzerinden kendini görmeyi ve kendinden kaçmaya çalışmayı oyle konsantre ve öyle doğal veriyor ki uzak, kendimi filmin başrolundeki iki kişinin de yerinde görebildim. hatta bu denli çarpılmam sanırım hayatımın ilk 25 yılını yusuf, 25 sonrasını mahmut olarak yaşıyor olmam. mahmut'un yusuf'u köşe bucak kaçıp unutmak istediği özü olarak gördüğünü düşünüyorum. 25 yaşından sonra, mahmut'un deyişiyle "tırnaklarımla kazıyarak" sözüm ona elde ettiğim her şeyi yusuf olmaktan çıkarak elde ettim.
ideallerimden tıpkı mahmut gibi çok erken koparak "ölümümü çok erken ilan ettim" ve şimdi etraftaki yusuf'ların hiçbirine tahamülüm yok. çünkü bana kaybettiğim her şeyi hatırlatıyor yusuf'un oyuncak askere bakarken güldüğü gibi gülen insanlar. onları tıpkı mahmut gibi parazit olarak görüyorum, henüz mahmut kadar hoyratça ezmiyorum onları, ama acı olan şu ki, tam olarak mahmut'a dönüşmeme çok vakit kalmadı.
nitekim filmin sonunda her şeye uzak olan mahmut'tu. onu sevdiğini söyleyemediği eski karısı, yönetmen olma hedefleri, idealleri, fotoğrafçılığa duyduğu tutku, öz ailesi ve hatta kendi özü.
müthiş ezici bir yalnızlıkla bitiyor film. hiç göze sokmadan, mahmut'un o beton bankta içtiği samsun'la vücut bulan bir yalnızlık ve dile gelmeye utanan bir pişmanlık...
ne zaman etkisinden çıkarım bilmiyorum ama ömrümde haneke'nin funny games'inden sonra izlediğim en vurucu film oldu benim için. oyunculukların yer yer fireler verdiği (özellikle mahmut'un eski karısı) bir film olmasına karşın kusursuz diyebileceğim bir tutarlılık vardı. o kadar tutarlıydı ki hayatı kestirilebilir bir şeye dönüşmüş olan herkese fazlasıyla tehlikeli bir ihtimali hatırlatıyor.
--spoiler---
--spoiler--