449
"galatasaray için bir taşı yerden alıp bir metre ileri götürene bile müthiş bir saygı duyarım" demiş, bunu da hayat felsefesi haline getirmiş olan güzel adam. herkese aynı şekilde yaklaşırdı. yüz yüze hiç görüşmedik, telefonda bile konuşmadık. ama gölgesinde çok gezdik, açtığı yollardan çok yürüdük, onun mentalitesiyle biz de kendimizce yollar açtık...
üç büyük takım taraftarının, internetin de hayatımıza girmesiyle, dünya çapında örgütlenmeye başladığı yıllarda bu işin bizim taraftaki elebaşıydı. diğer tribünlerin kendi dinamiklerinden gelen kargaşa bir tarafa, reis'in bizim tribündeki koşulsuz hakimiyetine onun müthiş sevgisiyle kurduğu bağlar eklenince ultraslan diğerlerinden bir tık önde oldu hep. fenerbahçe'nin de beşiktaş'ın da benzer örgütlenmeleri, dernekleri oldu. ama ultraslan* hep bir adım önde oldu...
bugün galatasaray'ın nice branş takımı istanbul'da bulamadığı desteği deplasmanlarda buluyorsa, her şehir her il derbi maça gider gibi engelsiz aslanlar maçına falan gidiyorsa, atıyorum kayseri'de kadın basketbol takımı 5 bin kişiye oynuyorsa, o yolu açan alpaslan abidir. rekabetin bu alanlara da çekilmesiyle aslında türk sporuna da hizmet ediyor hala daha.
sadece o da değil elbette. kulübün umursamadığı fahriye yen'i süründüğü yurtta buldu, turgay şeren'i hatırlattı, karıncaezmez'i yine arayıp buldu. insanları toplayıp huzurevlerine, esirgeme yurtlarına götürdü. kütüphaneler kurdurdu, yardım kampanyalar yaptı, insanları götürüp fidan dikimi yaptırdı...
kendi bilgi birikimini, maddi birikimini, hayatını vakfetti galatasaray'a. dosdoğru karakteriyle çok daha düzenli bir aile hayatı, mütevazi ama kendini her anlamda tatmin edecek bir iş yaşamı olabilirdi. herkes gibi 15 günde bir maçına gidip gelebilirdi, arada bir uçağa binip bir deplasmana da gidip gelebilirdi. o hayatını adamayı tercih etti...
2006'ya kadar dayanabildi. herkesin iş güç olayını hallettiği, birikim yapmaya başladığı, hayatını daha dingin ama keyifle sürmeye başladığı yaşlarını ultraslan genel koordinatörü olarak geçirdi. tam zamanlı bir iş yapmasına engel olacak şekilde uğraşıyordu. ultraslan öncesi dönemde foto muhabirlik yapıyordu, erol bulut penaltısının olduğu maçta beraberlik golünde gidip de hakan şükür'e sarılınca 6 ay ceza almıştı. ultraslan sonrası da zaten haftanın her günü bir yerlere gitmesi gerektiğinden düzgün bir iş tutamadı.
kendi yazdığı veda yazısında da söylemişti, hiçbir zaman dert etmedi bunları. ama hayat da bir yandan akmaya devam ediyordu. bir şekilde düzenli bir gelir elde etmesi gerekiyordu. yine de galatasaray'dan ayrılamazdı. pazarlama a.ş. bünyesinde çalışmaya başladı. o dönem yeni yeni başlayan internetten satış gibi departmanların kuruluşunda yer aldı*.
o zamanki adıyla yeni stadın* ilk lansmanı yapıldığı dönemde kulüpte çalışıyordu. ilk kombineyi de o aldı. ama işte kader ona stadın bittiğini görmeyi, içinde kanlı canlı bir maç izlemeyi çok gördü. stadın 2-3 kilometre açığındaki hasdal mezarlığında, stada bakan bir parselde yatıyor.
kim bilir belki de her maçı oradan, fotoğraflardan bildiğimiz o gülümsemesiyle izliyordur...
üç büyük takım taraftarının, internetin de hayatımıza girmesiyle, dünya çapında örgütlenmeye başladığı yıllarda bu işin bizim taraftaki elebaşıydı. diğer tribünlerin kendi dinamiklerinden gelen kargaşa bir tarafa, reis'in bizim tribündeki koşulsuz hakimiyetine onun müthiş sevgisiyle kurduğu bağlar eklenince ultraslan diğerlerinden bir tık önde oldu hep. fenerbahçe'nin de beşiktaş'ın da benzer örgütlenmeleri, dernekleri oldu. ama ultraslan* hep bir adım önde oldu...
bugün galatasaray'ın nice branş takımı istanbul'da bulamadığı desteği deplasmanlarda buluyorsa, her şehir her il derbi maça gider gibi engelsiz aslanlar maçına falan gidiyorsa, atıyorum kayseri'de kadın basketbol takımı 5 bin kişiye oynuyorsa, o yolu açan alpaslan abidir. rekabetin bu alanlara da çekilmesiyle aslında türk sporuna da hizmet ediyor hala daha.
sadece o da değil elbette. kulübün umursamadığı fahriye yen'i süründüğü yurtta buldu, turgay şeren'i hatırlattı, karıncaezmez'i yine arayıp buldu. insanları toplayıp huzurevlerine, esirgeme yurtlarına götürdü. kütüphaneler kurdurdu, yardım kampanyalar yaptı, insanları götürüp fidan dikimi yaptırdı...
kendi bilgi birikimini, maddi birikimini, hayatını vakfetti galatasaray'a. dosdoğru karakteriyle çok daha düzenli bir aile hayatı, mütevazi ama kendini her anlamda tatmin edecek bir iş yaşamı olabilirdi. herkes gibi 15 günde bir maçına gidip gelebilirdi, arada bir uçağa binip bir deplasmana da gidip gelebilirdi. o hayatını adamayı tercih etti...
2006'ya kadar dayanabildi. herkesin iş güç olayını hallettiği, birikim yapmaya başladığı, hayatını daha dingin ama keyifle sürmeye başladığı yaşlarını ultraslan genel koordinatörü olarak geçirdi. tam zamanlı bir iş yapmasına engel olacak şekilde uğraşıyordu. ultraslan öncesi dönemde foto muhabirlik yapıyordu, erol bulut penaltısının olduğu maçta beraberlik golünde gidip de hakan şükür'e sarılınca 6 ay ceza almıştı. ultraslan sonrası da zaten haftanın her günü bir yerlere gitmesi gerektiğinden düzgün bir iş tutamadı.
kendi yazdığı veda yazısında da söylemişti, hiçbir zaman dert etmedi bunları. ama hayat da bir yandan akmaya devam ediyordu. bir şekilde düzenli bir gelir elde etmesi gerekiyordu. yine de galatasaray'dan ayrılamazdı. pazarlama a.ş. bünyesinde çalışmaya başladı. o dönem yeni yeni başlayan internetten satış gibi departmanların kuruluşunda yer aldı*.
o zamanki adıyla yeni stadın* ilk lansmanı yapıldığı dönemde kulüpte çalışıyordu. ilk kombineyi de o aldı. ama işte kader ona stadın bittiğini görmeyi, içinde kanlı canlı bir maç izlemeyi çok gördü. stadın 2-3 kilometre açığındaki hasdal mezarlığında, stada bakan bir parselde yatıyor.
kim bilir belki de her maçı oradan, fotoğraflardan bildiğimiz o gülümsemesiyle izliyordur...