17
türkiye özel televizyon dönemine geçerken, evlatçılık kafasının da etkisiyle oluşan bir iş koluna dahil olmaktır. seksenli yılların sonlarına kadar futbolcular ve gazeteciler-muhabirler çok samimi ilişkilere sahipti. bunda futbolcuların şimdikine kıyasla neredeyse bedavaya oynaması, dönemin sosyokültürel yapısı, gazetecilerin haber kaynaklarının çok kısıtlı olması, şimdiki gibi oturduğu yerden enformasyon imkanlarının olmaması gibi bir dolu olayın payı vardı.
türkiye'nin özel televizyonlarla tanıştığı doksanlı yıllarda seksenli yılların önde gelen muhabirleri televizyonların spor servislerinin kuruluş aşamasında yer aldı. türk televizyonculuğunun teamülleri oluşup 24 saati dolduracak yayın akışları oluşurken haftasonu akşam futbol konuşulan programlar ortaya çıktı.
işte o dönemde seksenlerin futbolcuları da yavaş yavaş emekli olmaya başlamış, gel gelelim dönemin futbol ekonomisi çerçevesinde şimdiki gibi 7 ceddini birden doyuracak kadar paralar bir kenara koyamamışlardı. o futbolculardan bu muhabir tayfası * * ile en yakın olanlar, en çenebaz olanlar, en kamera önünde sakin oturup karşıdan anlaşılacak kadar konuşabilenler de futbol yorumcusu yapılmıştır. burda amaç hem kamuoyunun bir nebze de olsa görüşüne saygı duyabileceği birilerini ekrana çıkarıp işi kotarmak, hem de "bizim çocuk aç kalmasın" fikriyatını pratiğe dökmektir. yani karşılıklı bir win-win durumu vardır.
bu şekilde çok da derin bir altyapısı olmadan ortaya çıkan bir iş kolu işte aradan geçen aşağı yukarı 25 yıllık dönemde dahil olduğu türk televizyon dünyasının ve de bağrından koptuğu ülkenin yaşadığı tüm değişimlerin etkisiyle bambaşka bir yere evrilmiştir. stad önü röportajında kameraya görünmek için binbir şekle girilen dönemden arkadaşlar kanalıma hoş geldiniz dönemine, takım elbise kravat jilet gibi çıktığı ekranda program sunucusuna sizli bizli konuşan naif adamlardan kusturmalı boşnak saksosu lafını hiç çekinmeden söyleyebilen ne idüğü belirsiz tiplemelere geçilmiştir.
buna ek olarak bir de haftada 1 saat yayınlanan lig stüdyosu sıklığında bir yayın patterninden 24 saat yayın yapan kanallara, günde 2 içerik giren youtube kanallarına, şahsi hesaplara falana filana yayılan bir yoğunluğa geçilice işin cılkı iyice çıkmıştır. zaten mevzu bahis olan 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçı falan değilse hiçbir maçı bırak alakası olmayan insanlar, sahaya çıkıp oynayacak ya da taktik verecek olanlar bile 1 hafta boyunca gece gündüz konuşmaz. işin de doğanın da tabiatına aykırıdır...
ancak türkiye'de futbol yorumcuları konuşur. ya da konuşmak zorunda kalır. en oynarsam ipime oynamazsam sikime maçların dahi gündemi pazartesi sabah başlar, salı hakem atamalarıyla devam eder, perşembe-cuma günü son tahminler, maç oynanırken televizyondan izleyip ekran önünde yorumlamak, maçtan sonra kritik...
biter mi, bitmez tabi. pazartesi sabah herşey sıfırdan başlar yine...
hal böyle iken sağlıklı, mantıklı herhangi bir üretim beklemek abestir. buna türk televizyonlarının da yazılı-yazısız kurallarla, baskılarla getirildiği noktada yüklenen aptal kutusu işlevini de ekleyince durum daha da acıklı bir hale gelmiştir. bugün türkiye'de ana akım futbol yorumcusu olmak biçilen bir karakter olarak, önceden belirlenmiş bir senaryo içindeki rolünü oynamaktır. kimisi patavatsızdır, kimisi sinsidir, kimisi kalemşördür, kimisi pavalı köpektir, kimisi amigo yazardır, kimisi sinsidir, kimisi sakin ve sağduyuludur...
herkes mizacına göre ya da karakterinden verebildiği ödüne göre bir role bürünür. kamera önüne geçerler, düdük çalar ve oyun başlar...
biri keşfetse de ben de bu "şaşalı" hayata geçsem diye yırtınanlar, patronuna ustasına anasına babasına eşine çocuğuna atamadığı fırçayı internette denk getirdiği ünlüye atanlar, devletin ot gibi yaşayıp ot gibi düşünme dayatmasına karşı koyamamış ya da devlet-mahalle baskısı işbirliğinde kişisel gelişimini tamamlayamamış kayıp bireylerden oluşan türk futbol kamuoyu zaten sosyal medya denen canavar sayesinde gündemi kendi kendine oluşturmaktadır.
tüm bu arz-talep dengesinin ortaya çıkardığı, karşılıkı etkileşimle birbirine bayrak yarışı gibi elden ele götürdüğü saçma sapan döngü içinde var olan bir tipleme olmaktır türkiye'de futbol yorumcusu olmak. televizyonculuk o an neye ihtiyaç varsa, o hengamede eksik olan neyse, ya da ortaya atıldığında "wauuoow" dedirtecekse onu bir şekilde ortaya çıkarır, klasik bir kurnaz türk esnafı olarak. işte siz o anda hem oralarda bir yerde olabilir hem de tam o istenen şey olabilirseniz bir anda kendinizi futbol yorumcusu olarak bulabilirsiniz.
türk futbol yorumculuğunu işte böyle neredeyse aşağılık bir konuma getiren en önemli faktör türk futbol kamuoyudur aslında. adamlara sabah akşam sövüp "çok kral iş be" diye bok atarken onları var edenin türk futbol kamuoyu ve onun talepleri olduğunu unutmamak gerekir. salı sabah hakem ataması açıklandıktan pazar akşam ilk düdüğe kadar adamın yönettiği her maçın tek tek videosunu izleyip kesip biçip "compilation" videosu hazırlayan, üstelik bunu bedava yapan adamların çıkıp da türk futbol yorumculuğuna laf etmesi patolojik bir araştırma konusu olabilecek derinliktedir.
kibarca öyle başa böyle tarak diyeyim, sabah sabah kötü olmayalım kimseyle...
türkiye'nin özel televizyonlarla tanıştığı doksanlı yıllarda seksenli yılların önde gelen muhabirleri televizyonların spor servislerinin kuruluş aşamasında yer aldı. türk televizyonculuğunun teamülleri oluşup 24 saati dolduracak yayın akışları oluşurken haftasonu akşam futbol konuşulan programlar ortaya çıktı.
işte o dönemde seksenlerin futbolcuları da yavaş yavaş emekli olmaya başlamış, gel gelelim dönemin futbol ekonomisi çerçevesinde şimdiki gibi 7 ceddini birden doyuracak kadar paralar bir kenara koyamamışlardı. o futbolculardan bu muhabir tayfası * * ile en yakın olanlar, en çenebaz olanlar, en kamera önünde sakin oturup karşıdan anlaşılacak kadar konuşabilenler de futbol yorumcusu yapılmıştır. burda amaç hem kamuoyunun bir nebze de olsa görüşüne saygı duyabileceği birilerini ekrana çıkarıp işi kotarmak, hem de "bizim çocuk aç kalmasın" fikriyatını pratiğe dökmektir. yani karşılıklı bir win-win durumu vardır.
bu şekilde çok da derin bir altyapısı olmadan ortaya çıkan bir iş kolu işte aradan geçen aşağı yukarı 25 yıllık dönemde dahil olduğu türk televizyon dünyasının ve de bağrından koptuğu ülkenin yaşadığı tüm değişimlerin etkisiyle bambaşka bir yere evrilmiştir. stad önü röportajında kameraya görünmek için binbir şekle girilen dönemden arkadaşlar kanalıma hoş geldiniz dönemine, takım elbise kravat jilet gibi çıktığı ekranda program sunucusuna sizli bizli konuşan naif adamlardan kusturmalı boşnak saksosu lafını hiç çekinmeden söyleyebilen ne idüğü belirsiz tiplemelere geçilmiştir.
buna ek olarak bir de haftada 1 saat yayınlanan lig stüdyosu sıklığında bir yayın patterninden 24 saat yayın yapan kanallara, günde 2 içerik giren youtube kanallarına, şahsi hesaplara falana filana yayılan bir yoğunluğa geçilice işin cılkı iyice çıkmıştır. zaten mevzu bahis olan 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçı falan değilse hiçbir maçı bırak alakası olmayan insanlar, sahaya çıkıp oynayacak ya da taktik verecek olanlar bile 1 hafta boyunca gece gündüz konuşmaz. işin de doğanın da tabiatına aykırıdır...
ancak türkiye'de futbol yorumcuları konuşur. ya da konuşmak zorunda kalır. en oynarsam ipime oynamazsam sikime maçların dahi gündemi pazartesi sabah başlar, salı hakem atamalarıyla devam eder, perşembe-cuma günü son tahminler, maç oynanırken televizyondan izleyip ekran önünde yorumlamak, maçtan sonra kritik...
biter mi, bitmez tabi. pazartesi sabah herşey sıfırdan başlar yine...
hal böyle iken sağlıklı, mantıklı herhangi bir üretim beklemek abestir. buna türk televizyonlarının da yazılı-yazısız kurallarla, baskılarla getirildiği noktada yüklenen aptal kutusu işlevini de ekleyince durum daha da acıklı bir hale gelmiştir. bugün türkiye'de ana akım futbol yorumcusu olmak biçilen bir karakter olarak, önceden belirlenmiş bir senaryo içindeki rolünü oynamaktır. kimisi patavatsızdır, kimisi sinsidir, kimisi kalemşördür, kimisi pavalı köpektir, kimisi amigo yazardır, kimisi sinsidir, kimisi sakin ve sağduyuludur...
herkes mizacına göre ya da karakterinden verebildiği ödüne göre bir role bürünür. kamera önüne geçerler, düdük çalar ve oyun başlar...
biri keşfetse de ben de bu "şaşalı" hayata geçsem diye yırtınanlar, patronuna ustasına anasına babasına eşine çocuğuna atamadığı fırçayı internette denk getirdiği ünlüye atanlar, devletin ot gibi yaşayıp ot gibi düşünme dayatmasına karşı koyamamış ya da devlet-mahalle baskısı işbirliğinde kişisel gelişimini tamamlayamamış kayıp bireylerden oluşan türk futbol kamuoyu zaten sosyal medya denen canavar sayesinde gündemi kendi kendine oluşturmaktadır.
tüm bu arz-talep dengesinin ortaya çıkardığı, karşılıkı etkileşimle birbirine bayrak yarışı gibi elden ele götürdüğü saçma sapan döngü içinde var olan bir tipleme olmaktır türkiye'de futbol yorumcusu olmak. televizyonculuk o an neye ihtiyaç varsa, o hengamede eksik olan neyse, ya da ortaya atıldığında "wauuoow" dedirtecekse onu bir şekilde ortaya çıkarır, klasik bir kurnaz türk esnafı olarak. işte siz o anda hem oralarda bir yerde olabilir hem de tam o istenen şey olabilirseniz bir anda kendinizi futbol yorumcusu olarak bulabilirsiniz.
türk futbol yorumculuğunu işte böyle neredeyse aşağılık bir konuma getiren en önemli faktör türk futbol kamuoyudur aslında. adamlara sabah akşam sövüp "çok kral iş be" diye bok atarken onları var edenin türk futbol kamuoyu ve onun talepleri olduğunu unutmamak gerekir. salı sabah hakem ataması açıklandıktan pazar akşam ilk düdüğe kadar adamın yönettiği her maçın tek tek videosunu izleyip kesip biçip "compilation" videosu hazırlayan, üstelik bunu bedava yapan adamların çıkıp da türk futbol yorumculuğuna laf etmesi patolojik bir araştırma konusu olabilecek derinliktedir.
kibarca öyle başa böyle tarak diyeyim, sabah sabah kötü olmayalım kimseyle...