• 183
    az önce cuma'dan çıktım, bugüne kadar ağzıma içki de koymadım.

    hiç sarhoş olmadım diyemem... klişe bir tabirle içmeden yaşanan sarhoşlukları bir kaç kez yaşadım...

    ilk aşk, ilk acı, ilk kayıp, ilk iş, kadıköy'de şampiyonluk, evlilik, ilk babalık, tekrar babalık... derken bunca birikmiş ama aktarılmamış mayhoşluğu, ara ara da olsa, yazmak istedim.

    ilk gençlik sonralarıydı, ekşide takılırdım. orada da yazmayı denedim, çekindim. samimi gelmiyordu. sonraları bir fanzin çıkardık, oraya yazdım... öyküler, şiirler... sonra dergi çıkardık; röportaj yaptım, saçmaladım falan... bir ara radyoya gece programı bile denedik... olmadı tabi...

    günün birinde yer altından notları okudum, gecikmiş bir buluşmaydı. sonra, dedim ya ilk gençlik sonrası, zamanında bir görev olarak addettiğim kimi okumaları tekrar yapmaya başladım. raskolnikov'un beni öldürmeye kastetmesi burada gerçekleşir. etrafıma bakınma, tiksinme, memnuniyetsizlik başladı. histerik bir durumdaydım, aldatılmıştım, örselenmiş, buruşturulmuş, oynanmış... o haldeyken dostoyevski'den, kitaplardan, filmlerden hatta kalem ve kağıttan uzak durmaya karar verdim. tarkovski işine bak kardeşim!.. yüksek lisans yapıyordum, bıraktım... sosyolojiyi, ekonomiyi, toplumu... marx'ı, weber'i, topçu'yu allah'a havale ettim...

    bu dönemde daha çok dinledim, yeni sesler aradım, yeni tarzlar. zenci gırtlağına bayıldığımı farkettim. aslında bunu farkedişim zenci gırtlaklı beyaz bir kızla olmuştu, sene 2007'ydi. rehab diyordu ve onun bu deyişini duyuşumdan 5 yıl kadar sonra tümceyi anladım, üzüldüm... valerie'yi akustik dinlemek ölmeden önce son arzular listesine girebilir dedim...

    okuyucu ilk gençlik sonrası ne ola diye sorabilir ki haklıdır da... ilk gençlik denilen şey bence, yaptıklarının kişiyi büyüttüğü fakat kişinin bunu farkedemediği bir dönem olmalı. hatta sanırım tolstoy da böyle tabir ediyor, ben de buna katılıyorum. yani kabaca incinmen gerekirken incinmediğin, okul çıkışında kavga ettiğin, diklendiğin, yürüyüşünün değiştiği, kabuğunu kırdığın, dışarda başka başka hayatların olduğunu farkettiğin bir dönem. muhtemelen hepimizin bu dönemi benzerdir... haytalıklar, bugün komik ama o gün çok ciddi olan yaşanmışlıklar...

    bugün 3 ay evde oturup düşündükten sonra tekrar okumaya başladım, izlemeye... daha az dinliyorum, daha seçiciyim o konuda... hatalarımın muhasebesini yapıyorum, keşkelerimi düşünüyorum... çok kıymetli benim için...

    arkadaşlarımla oturup arada birbirimize sorarız, iyi galatasaraylıyız biz ama neden çok maça gitmedik abi diye. oysa ben ali sami yen'le '94 yılında tanışmışım, evden kaçıp maça gitmişim, karaborsadan bilet kovalamışım... neden tam da hür olduğunda bir düzene oturmadı bu gidişler... hatta pivot santrfor'a sordum bir keresinde neden trübündesin diye... benim kendimce cevaplarım var... seviyoruz, çok seviyoruz... ama şehirli bir sahil balıkçısının, ki bir ara kuleli'de onların arasındaydım, tüm bir gün, gece hatta hafta sonu balığa düşmesi ile benim tribüne gelmem aynı sebeple...

    kendimizle kalabildiğimiz, kendimiz olabildiğimiz yerde olmayı arıyoruz...

    bu başlığı yer yer böyle rahatsız ederim, mayhoş arkadaşlar kusuruma bakmasınlar...

    sağlıkla kalın.
App Store'dan indirin Google Play'den alın