657
zamanında çok severdim, çok dinlerdim.
başka başka hikayeler anlatıp bağlayacağım sonunda: johnny depp'in anlatımına göre bir gün marlon brando, johnny depp'e bu yıl kaç filmde oynadın diye sormuş, depp de 3 demiş. brando ise bu çok fazla demiş. bunun üzerine depp, neden diye sormuş. brando ise, ''çünkü sadece sinirli sayida yüzümüz var.'' demiş.
sosyal medya ile beraber herkesi artik çok fazla görür olduk, hele bazıları tek bir mecrada da değil her mecrada görünür oldu. örneğin kaan kural'ı futbol konuşurken görmek bile bir an irite etmişti beni ki ben baya severim kaan kural'ı. kaan kural elbette futbol da konuşabilir, hatta konuşan pek çok kişiden daha iyi de konuşur. ama diğer yandan yarattığı imaja da zarar verir bu. o bunu umursar umursamaz o başka mesela ama pek çokları için eminim ki kaan kural, hakkında çok fazla bir şey bilmedikleri şişman ve basketbol delisi tatlı bir abiydi, basketbol manyaklığının, hayatı basketbol üzerine kurmanın fenomeniydi.(gerçek anlamıyla kullanıyorum kelimeyi, sosyal medyada içine edilen anlamıyla değil)
bir arkadaşım gazete okumam, her gün yazı yazan adam istese de iyi bir şey yazamaz, dergi okumak çok daha mantıklı demişti. ekonomi, siyaset, spor vs. vs. gazeteden değil dergiden oku demişti.
ali ece ve benzeri adamların sürekli bir yerlerde olması bir kere yaptıkları işin kalitesini düşürüyor. çünkü her zaman aynı kalitede iş üretemezsin. eskiden biz ali ece'yi nasıl bilirdik? başına buyruk, etik değerleri olan, inanmadığı şeyi söylemeyen ve kendi gibi düşünmeyenlerle(etik açıdan yani) aynı safta yer almaz diye bilirdik, ben öyle bilirdim.
kendini eskitti, artık konuşmaları, esprileri o kadar da dikkatimi çekmiyor. sürekli kendisini tekrarlıyor, bu bir.(gazete dergi kıyası gibi düşün.)
artık çok fazla görüp çok fazla tanıdığımız için kendisini sıradanlaştı bu iki. bak mesela ilişki de böyledir. istediğin kadar sev eşini, sevgilini, asla o ilk sevişmelerin, buluşmaların heyecanı olmaz. gizem kalmamıştır artık. (kaan kural örneği gibi düşün.)
serdar ali çeliker gibi kolpacı ve ekşi sözlük'ten haber araklayan(üstelik geyik olsun diye yazılmış uydurma haber) biriyle aynı safta yer alıyor. bunu da nasıl düşünürsen düşün.
demek ki sandığımız kadar entelektüel değilmiş, sandığımız kadar özel bir adam değilmiş, sandığımız kadar etik değerlerine bağlı değilmiş.
bir de tüm bunların üzerine internetin bir şeylere çabuk ulaştırması sayesinde hızlı tüketim alışkanlığımız söz konusu. televizyonda zap yaparken ali ece'ye denk gelmekle(ne zaman başlamış, ne zaman biter, daha kaç dakika konuşur bilmiyordum tv'de gördüğümde. dolaptan içecek almaya gitsem neleri kaçırırm bilmiyordum, haliyle daha dikkatli dinlerdim.) youtube'da ali ece izlemek arasında çok fark var haliyle.
bu son paragraftaki konu uzun ve apayrı bir mevzu. dijital medya ile ilgili olarak can yayınlarının sahibi, yanlışım yoksa socrates derginin de ceo'su can öz'ün okan bayülgen'i konuk aldığı programı(youtube'da var) şiddetle tavsiye ederim.
başka başka hikayeler anlatıp bağlayacağım sonunda: johnny depp'in anlatımına göre bir gün marlon brando, johnny depp'e bu yıl kaç filmde oynadın diye sormuş, depp de 3 demiş. brando ise bu çok fazla demiş. bunun üzerine depp, neden diye sormuş. brando ise, ''çünkü sadece sinirli sayida yüzümüz var.'' demiş.
sosyal medya ile beraber herkesi artik çok fazla görür olduk, hele bazıları tek bir mecrada da değil her mecrada görünür oldu. örneğin kaan kural'ı futbol konuşurken görmek bile bir an irite etmişti beni ki ben baya severim kaan kural'ı. kaan kural elbette futbol da konuşabilir, hatta konuşan pek çok kişiden daha iyi de konuşur. ama diğer yandan yarattığı imaja da zarar verir bu. o bunu umursar umursamaz o başka mesela ama pek çokları için eminim ki kaan kural, hakkında çok fazla bir şey bilmedikleri şişman ve basketbol delisi tatlı bir abiydi, basketbol manyaklığının, hayatı basketbol üzerine kurmanın fenomeniydi.(gerçek anlamıyla kullanıyorum kelimeyi, sosyal medyada içine edilen anlamıyla değil)
bir arkadaşım gazete okumam, her gün yazı yazan adam istese de iyi bir şey yazamaz, dergi okumak çok daha mantıklı demişti. ekonomi, siyaset, spor vs. vs. gazeteden değil dergiden oku demişti.
ali ece ve benzeri adamların sürekli bir yerlerde olması bir kere yaptıkları işin kalitesini düşürüyor. çünkü her zaman aynı kalitede iş üretemezsin. eskiden biz ali ece'yi nasıl bilirdik? başına buyruk, etik değerleri olan, inanmadığı şeyi söylemeyen ve kendi gibi düşünmeyenlerle(etik açıdan yani) aynı safta yer almaz diye bilirdik, ben öyle bilirdim.
kendini eskitti, artık konuşmaları, esprileri o kadar da dikkatimi çekmiyor. sürekli kendisini tekrarlıyor, bu bir.(gazete dergi kıyası gibi düşün.)
artık çok fazla görüp çok fazla tanıdığımız için kendisini sıradanlaştı bu iki. bak mesela ilişki de böyledir. istediğin kadar sev eşini, sevgilini, asla o ilk sevişmelerin, buluşmaların heyecanı olmaz. gizem kalmamıştır artık. (kaan kural örneği gibi düşün.)
serdar ali çeliker gibi kolpacı ve ekşi sözlük'ten haber araklayan(üstelik geyik olsun diye yazılmış uydurma haber) biriyle aynı safta yer alıyor. bunu da nasıl düşünürsen düşün.
demek ki sandığımız kadar entelektüel değilmiş, sandığımız kadar özel bir adam değilmiş, sandığımız kadar etik değerlerine bağlı değilmiş.
bir de tüm bunların üzerine internetin bir şeylere çabuk ulaştırması sayesinde hızlı tüketim alışkanlığımız söz konusu. televizyonda zap yaparken ali ece'ye denk gelmekle(ne zaman başlamış, ne zaman biter, daha kaç dakika konuşur bilmiyordum tv'de gördüğümde. dolaptan içecek almaya gitsem neleri kaçırırm bilmiyordum, haliyle daha dikkatli dinlerdim.) youtube'da ali ece izlemek arasında çok fark var haliyle.
bu son paragraftaki konu uzun ve apayrı bir mevzu. dijital medya ile ilgili olarak can yayınlarının sahibi, yanlışım yoksa socrates derginin de ceo'su can öz'ün okan bayülgen'i konuk aldığı programı(youtube'da var) şiddetle tavsiye ederim.