1223
kendisiyle ilgili oldukça ilginç ve hüzünlü bir anım var. müsaadenizle anlatmak isterim değerli sözlüktaşlarım.
vaktiyle asmalımescit taraflarında babamın pazarları uğradığı bir meyhana vardı. herhalde eski bir rum meyhanesiydi de sahibi el değiştirmişti, geçmiş zaman adı aklımdan çıkmış. zati meyhane de artık kapanmış gitmiş. bu bahsettiğim senesi 2011 veya 12. bir defasında ankara'dan üniversite arkadaşım osman istanbul'a gelmişti ve birkaç gün bizde kalmıştı. babam da gelin sizi bir yere götüreyim diye bizi alıp bu meyhaneye götürmüştü.
meyhanede bütün masalar dolu, bir tanesi boş. masanın müdavimi, her pazar gelip orada ufak ufak demlenen "başkan" lakaplı bir abi. her pazar aynı yere oturuyor, onun masasını da başka kimseye vermiyorlar. ulan filmde miyiz diyor osman, sen diyorum angara bebesisin, anlamazsın, eski istanbul adetleri bunlar. neyse efendim, bu başkan'ın babamın da yakın arkadaşı olduğunu o anda öğreniyorum. babam da pazarlaraı başkan'ın yanına uğruyor bu meyhaneye. başkan'ın lakabı vaktinde bir dönem amatör bir spor kulübünün başkanlığını yapmış, oradan geliyor.
o zamanlar kapalı mekanda sigara yasağı diye bir şey yok tabii, sigara dumanından ne mezeleri seçebiliyorum ne de duvarın köşesine, üst tarafa koyulmuş küçük televizyondaki maçta kimin oynadığını. tatsız bir süper lig gündüz maçı belli ki. zemin futbol oynamaya hiç müsait değil.
başkan ilginç bir adam. bazı insanlar vardır, öylesine büyük bir sıkıntının içine düşmüşlerdir ki, hiçbir şey onları bu sıkıntıdan uzaklaştıracak kadar ilgilerini çekmez. başkan da öyle birine benziyor. gülümsemeyi unutmuş birine... konuşmaktansa rakısını yudumlamayı tercih ediyor. biz kim bilir hangi çocukça derdimizi anlatırken de dinliyor, dinliyor dinlemesine de aklı başka yerde sanki. bir ara müsaade isteyip ufak su dökmeye gidiyor. o sırada babama soruyorum, nesi var? torunu diyor, çok hasta, birkaç defa ameliyat da olmuş ama pek bir şey değişmemiş. gelsin de o anlatsın, diyor. demeye kalmadan geliyor başkan da. osman soruyor, abi sanki bir derdiniz varmış gibi, paylaşmak ister miydiniz? başkan derin bir off çekip anlatmaya başlayacakken küçük televizyondan "goooool" sesi. samsunspor öne geçiyor, gol bance. o sırada yan masalardan birinden tanıdık bir ses "s.kicem sizin oynayacağınız topu" diye haykırıyor. lan diyorum içimden, kim ankaragücü-samsunspor maçında sinirlenir ki? diğer masalardakiler maça bakmıyor bile. düşüncemi dağıtıp tekrar başkana odaklanıyorum.
başkanın anlattığına göre torununda doğuştan gelen bir genetik hastalık var. çocuğu günden güne eriten bir hastalık, ameliyatlar tedaviler fayda etmiyor. bütün aile perişan, gözlerinin önünde çocuk ölüyor. babam bir sigara daha yakıyor, birer tane de osman'la bana uzatıyor. yok diyorum baba ya, içmiyoruz biz. lan diyor, başlatma babana, çocuk mu kandırıyosunuz? utana sıkıla birer sigara da biz yakıyoruz. babamın yanında ilk defa sigara içişim. derken bir "goool" sesi daha. samsunspor ikiyi buluyor, gol ekigho. ardından aynı tanıdık ses ve bir küfür daha: "sizi topçu diye oynatanın a. koyim". sesin geldiği yöne doğru bakıyorum, dumanlar içinde iri yarı bir silüet. yanında gençten, bizim yaşlarda bir çocuk, bira içiyorlar. osman'a bakıyorum, şüpheli gözlerle bana bakıyor o da. bu adamı kesin tanıyoruz. başkan hikayesine devam ediyor.
çocuk hasta ama dertler bununla da bitmiyor. bir gün bir yere gitmek için başkan'ın oğlu arabasını istiyor, yanında başkan'ın damadı da var, hasta olan çocuğun babası. başkan ben bırakırım sizi oğlum, diyor. oğlu üsteliyor, yok baba diyor, ben süreyim. hem biraz pratik olsun bana da. sarıyer taraflarında bir yerlerde giderlerken oğlan direksiyonun kontrolünü kaybediyor. şaranpole yuvarlanıyorlar... ikisi de hakk'ın rahmetine kavuşuyorlar. hem oğlunu hem damadını kaybediyor başkan. evlat kaybının acısının tarifi yok gençler, diyor. alkol de etkisini yavaş yavaş göstermeye başlamışken, biz artık gözyaşlarımızı tutamıyoruz tabii. bu nasıl hayat böyle? bu nasıl hikaye böyle? bu adam ayakta kalacak gücü nasıl buluyor? babama bakıyorum, gözlerini kaçırıyor, maçı izlemeye çalışıyor. başkanın gözler de nemli haliyle. o esnada 3. golü de buluyor samsun, öbür masadaki ankarügüçlü artık iyice zıvanadan çıkıyor: "hakem gibi senin de g.tüne girsin!". bir yandan başkanın hikayesiyle çökmüş, bir yandan bu tanıdık sesin sahibini çıkarmakla meşgul halde büyük bir yudum alıyorum rakımdan.
derken osman, hafif çakırkeyf, hafif çekingen, beni diyor, babam küçük yaşta terk etmiş. baba sevgisi nedir bilmeden büyüdüm. şimdi almanya'da, ara sıra konuşuyoruz, ama konuşmak da istemiyorum pek. ben eminim, oğlunuz sizin gibi onu seven, ona sahip çıkan bir babası olduğu için gurur duyardı. ulan diyorum içimden, osman, sanki halimiz yeteri kadar harap değilmiş gibi, bir de sen bitirdin bizi. başkan osman'ın sözlerini duyunca daha bir içli içli ağlıyor. babamsa öte yanda gözyaşlarını bir peçeteye silmeye çalışıyor. benle osman zaten hepten su koyuvermiş haldeyiz artık. o esnada rakının kalanını dikip başlıyorum konuşmaya. yıllar, diyorum, yıllar oldu babama bir tarafa sarılmadım. bir defa bile iyi ki varsın babam, beni okutuyorsun, beni adam ediyorsun demedim. tutuyorum dönüp babama sarılıyorum. başkan diyor, sarıl oğlum, hala fırsatın varken sarıl tabii, keşke ben de bir kere daha sarılabilsem oğluma. biz dört adam rakı sofrasında salya sümük ağlarken garson çekinerek yaklaşıyor, abi diyor, bir arzunuz var mıydı? başkan diyor, çocuklara köfte möfte bir şeyler getir.
o sırada maçta devre arası olmuş, osman kulağıma eğiliyor, aga diyor gel bir dışarı çıkıp hava alalım, giderken de şu yan masadaki adamın kim olduğuna bakarız. evet, şimdiye dek tahmin etmiş olduğunuz gibi erman toroğlu. biz geçerken sanki bir tanıdığı görmüşüz gibi küçük bir kafa hareketiyle selam veriyoruz. o, iki tane genç adamın niye ağladığına anlam verememiş halde selamımızı alıyor, yanındaki çocuğa dönüyor. bak, şunlardan da ye, oğlum diyor.
dışarda ciğerlerimize biraz oksijen çekerken osman, ulan olaya bak be, diyor, gel de unut unutabilirsen.
vaktiyle asmalımescit taraflarında babamın pazarları uğradığı bir meyhana vardı. herhalde eski bir rum meyhanesiydi de sahibi el değiştirmişti, geçmiş zaman adı aklımdan çıkmış. zati meyhane de artık kapanmış gitmiş. bu bahsettiğim senesi 2011 veya 12. bir defasında ankara'dan üniversite arkadaşım osman istanbul'a gelmişti ve birkaç gün bizde kalmıştı. babam da gelin sizi bir yere götüreyim diye bizi alıp bu meyhaneye götürmüştü.
meyhanede bütün masalar dolu, bir tanesi boş. masanın müdavimi, her pazar gelip orada ufak ufak demlenen "başkan" lakaplı bir abi. her pazar aynı yere oturuyor, onun masasını da başka kimseye vermiyorlar. ulan filmde miyiz diyor osman, sen diyorum angara bebesisin, anlamazsın, eski istanbul adetleri bunlar. neyse efendim, bu başkan'ın babamın da yakın arkadaşı olduğunu o anda öğreniyorum. babam da pazarlaraı başkan'ın yanına uğruyor bu meyhaneye. başkan'ın lakabı vaktinde bir dönem amatör bir spor kulübünün başkanlığını yapmış, oradan geliyor.
o zamanlar kapalı mekanda sigara yasağı diye bir şey yok tabii, sigara dumanından ne mezeleri seçebiliyorum ne de duvarın köşesine, üst tarafa koyulmuş küçük televizyondaki maçta kimin oynadığını. tatsız bir süper lig gündüz maçı belli ki. zemin futbol oynamaya hiç müsait değil.
başkan ilginç bir adam. bazı insanlar vardır, öylesine büyük bir sıkıntının içine düşmüşlerdir ki, hiçbir şey onları bu sıkıntıdan uzaklaştıracak kadar ilgilerini çekmez. başkan da öyle birine benziyor. gülümsemeyi unutmuş birine... konuşmaktansa rakısını yudumlamayı tercih ediyor. biz kim bilir hangi çocukça derdimizi anlatırken de dinliyor, dinliyor dinlemesine de aklı başka yerde sanki. bir ara müsaade isteyip ufak su dökmeye gidiyor. o sırada babama soruyorum, nesi var? torunu diyor, çok hasta, birkaç defa ameliyat da olmuş ama pek bir şey değişmemiş. gelsin de o anlatsın, diyor. demeye kalmadan geliyor başkan da. osman soruyor, abi sanki bir derdiniz varmış gibi, paylaşmak ister miydiniz? başkan derin bir off çekip anlatmaya başlayacakken küçük televizyondan "goooool" sesi. samsunspor öne geçiyor, gol bance. o sırada yan masalardan birinden tanıdık bir ses "s.kicem sizin oynayacağınız topu" diye haykırıyor. lan diyorum içimden, kim ankaragücü-samsunspor maçında sinirlenir ki? diğer masalardakiler maça bakmıyor bile. düşüncemi dağıtıp tekrar başkana odaklanıyorum.
başkanın anlattığına göre torununda doğuştan gelen bir genetik hastalık var. çocuğu günden güne eriten bir hastalık, ameliyatlar tedaviler fayda etmiyor. bütün aile perişan, gözlerinin önünde çocuk ölüyor. babam bir sigara daha yakıyor, birer tane de osman'la bana uzatıyor. yok diyorum baba ya, içmiyoruz biz. lan diyor, başlatma babana, çocuk mu kandırıyosunuz? utana sıkıla birer sigara da biz yakıyoruz. babamın yanında ilk defa sigara içişim. derken bir "goool" sesi daha. samsunspor ikiyi buluyor, gol ekigho. ardından aynı tanıdık ses ve bir küfür daha: "sizi topçu diye oynatanın a. koyim". sesin geldiği yöne doğru bakıyorum, dumanlar içinde iri yarı bir silüet. yanında gençten, bizim yaşlarda bir çocuk, bira içiyorlar. osman'a bakıyorum, şüpheli gözlerle bana bakıyor o da. bu adamı kesin tanıyoruz. başkan hikayesine devam ediyor.
çocuk hasta ama dertler bununla da bitmiyor. bir gün bir yere gitmek için başkan'ın oğlu arabasını istiyor, yanında başkan'ın damadı da var, hasta olan çocuğun babası. başkan ben bırakırım sizi oğlum, diyor. oğlu üsteliyor, yok baba diyor, ben süreyim. hem biraz pratik olsun bana da. sarıyer taraflarında bir yerlerde giderlerken oğlan direksiyonun kontrolünü kaybediyor. şaranpole yuvarlanıyorlar... ikisi de hakk'ın rahmetine kavuşuyorlar. hem oğlunu hem damadını kaybediyor başkan. evlat kaybının acısının tarifi yok gençler, diyor. alkol de etkisini yavaş yavaş göstermeye başlamışken, biz artık gözyaşlarımızı tutamıyoruz tabii. bu nasıl hayat böyle? bu nasıl hikaye böyle? bu adam ayakta kalacak gücü nasıl buluyor? babama bakıyorum, gözlerini kaçırıyor, maçı izlemeye çalışıyor. başkanın gözler de nemli haliyle. o esnada 3. golü de buluyor samsun, öbür masadaki ankarügüçlü artık iyice zıvanadan çıkıyor: "hakem gibi senin de g.tüne girsin!". bir yandan başkanın hikayesiyle çökmüş, bir yandan bu tanıdık sesin sahibini çıkarmakla meşgul halde büyük bir yudum alıyorum rakımdan.
derken osman, hafif çakırkeyf, hafif çekingen, beni diyor, babam küçük yaşta terk etmiş. baba sevgisi nedir bilmeden büyüdüm. şimdi almanya'da, ara sıra konuşuyoruz, ama konuşmak da istemiyorum pek. ben eminim, oğlunuz sizin gibi onu seven, ona sahip çıkan bir babası olduğu için gurur duyardı. ulan diyorum içimden, osman, sanki halimiz yeteri kadar harap değilmiş gibi, bir de sen bitirdin bizi. başkan osman'ın sözlerini duyunca daha bir içli içli ağlıyor. babamsa öte yanda gözyaşlarını bir peçeteye silmeye çalışıyor. benle osman zaten hepten su koyuvermiş haldeyiz artık. o esnada rakının kalanını dikip başlıyorum konuşmaya. yıllar, diyorum, yıllar oldu babama bir tarafa sarılmadım. bir defa bile iyi ki varsın babam, beni okutuyorsun, beni adam ediyorsun demedim. tutuyorum dönüp babama sarılıyorum. başkan diyor, sarıl oğlum, hala fırsatın varken sarıl tabii, keşke ben de bir kere daha sarılabilsem oğluma. biz dört adam rakı sofrasında salya sümük ağlarken garson çekinerek yaklaşıyor, abi diyor, bir arzunuz var mıydı? başkan diyor, çocuklara köfte möfte bir şeyler getir.
o sırada maçta devre arası olmuş, osman kulağıma eğiliyor, aga diyor gel bir dışarı çıkıp hava alalım, giderken de şu yan masadaki adamın kim olduğuna bakarız. evet, şimdiye dek tahmin etmiş olduğunuz gibi erman toroğlu. biz geçerken sanki bir tanıdığı görmüşüz gibi küçük bir kafa hareketiyle selam veriyoruz. o, iki tane genç adamın niye ağladığına anlam verememiş halde selamımızı alıyor, yanındaki çocuğa dönüyor. bak, şunlardan da ye, oğlum diyor.
dışarda ciğerlerimize biraz oksijen çekerken osman, ulan olaya bak be, diyor, gel de unut unutabilirsen.