3629
yani en nihayetinde top oynayan bir avuç adama, üstlerindeki formaya, onun üstündeki armaya "anlamsız" bir sevgi duyan insanlar olarak sevgi biçimlerini sorgulamak bize kadar düşer mi emin değilim ama bu dünyadaki en garip sevgi biçimlerinden birisi müridin mürşidine duyduğu sevgi sanırım.
"derviş kapının eşiğidir evladım, üstüne basıp geçerler, ses etmek yok" cümlesini işitmiştim bir zamanlar. hayatta fert olarak yer edinmenin zor gelmesi midir, iradeyi manevi olarak daha üstün gördüğü birine teslim etmenin kolay gelmesi mi tam olarak kestiremiyorum. inanılan şeyi mücessem hale getirme duygusu da var sanırım insanları inançları doğrultusunda bir kişiye bağlanmaya sevk eden faktörler arasında. neyse, bu değildi konumuz.
genelde galatasaray taraftarında, daha özelde de ali sami yen tribünlerinde hakan'la ilgili şahitlik ettiğim en baskın duygu koruma duygusuydu. hakan galatasaray'a çok şey verdi, hiç şeksiz şüphesiz. ama galatasaray da hakan'a çok şey verdi. girdiği buhran dönemlerinde galatasaray tribünlerinin ona gösterdiği yoğun ve korumacı sevgi hakan'a yeniden ayağa kalkma gücünü verdi. bugünkü taraftar yapısına doğanlar için çok anlaşılabilir bir şey değil. bugün futbolcuya geçtim haftaları ayları, 90 dakika sabredemiyoruz. o gün de sabırsızlık gösterilen birçok isim olmuştu elbette ama hakan'ın etrafında hep görünmez bir koruma kalkanı vardı sanki. galatasaray taraftarı bazen çocuğuna bir şey öğreten baba gibi başarısız oldukça alkışladı, kaçırdıkça bir daha kaçırması için cesaret verdi. o da her girdiği fetretten, büyük ölçüde bu desteğin yardımıyla çıkmayı başardı.
ama hakan'a bu sevgi yetmedi. girişte bahsettiğim o tuhaf sevgi daha baskın çıktı. 17 aralık'la, 15 temmuz'la, yurtdışına firarıyla falan değil, milletvekili seçilmesiyle başladı kaybetme süreci. türk futbol tarihinin en büyük 3-5 isminden birisi iken birilerinin bir kağıda yazmasıyla belirlenen 550 isimden birisi olmayı seçmesiyle başladı.
şimdilerde twitter'da, youtube'da "sana bi özgüven gelmiş mertay kardeş" dedirten cesaretteki yorumlarını gördükçe hep aklımdan "böyle olmasaydı nasıl olurdu" diye senaryolar işletiyorum kafamda. mesela "mensubu olduğu toplulukla eski müttefikleri kavga etmeseydi nasıl olurdu" ya da "o meşum gece başarılı olsalardı nasıl olurdu?" diye hakan'ın olası konumları geçiyor aklımdan. bir de boyundan büyük işlere kalkışmasaydı, o çok sevdiklerinin değil onu çok sevenlerin peşinde devam etseydi, onu kral hakan şükür yapan şeylerle yetinseydi ne olurdu diye düşünüyorum. midemi bulandırmayan, "ah keşke" dedirten tek senaryo da bu sanırım. onun çeyreği kadar iş yapmamış olanların bugünlerde hakan'ı, ekranda ismini dahi anmayarak yok saydığına şahitlik ettikçe benim içim acıyor.
bizim denizimiz ona yetmedi, okyanusa açılmayı tercih etti. okyanusun ötesinde de boğuldu gitti.
"derviş kapının eşiğidir evladım, üstüne basıp geçerler, ses etmek yok" cümlesini işitmiştim bir zamanlar. hayatta fert olarak yer edinmenin zor gelmesi midir, iradeyi manevi olarak daha üstün gördüğü birine teslim etmenin kolay gelmesi mi tam olarak kestiremiyorum. inanılan şeyi mücessem hale getirme duygusu da var sanırım insanları inançları doğrultusunda bir kişiye bağlanmaya sevk eden faktörler arasında. neyse, bu değildi konumuz.
genelde galatasaray taraftarında, daha özelde de ali sami yen tribünlerinde hakan'la ilgili şahitlik ettiğim en baskın duygu koruma duygusuydu. hakan galatasaray'a çok şey verdi, hiç şeksiz şüphesiz. ama galatasaray da hakan'a çok şey verdi. girdiği buhran dönemlerinde galatasaray tribünlerinin ona gösterdiği yoğun ve korumacı sevgi hakan'a yeniden ayağa kalkma gücünü verdi. bugünkü taraftar yapısına doğanlar için çok anlaşılabilir bir şey değil. bugün futbolcuya geçtim haftaları ayları, 90 dakika sabredemiyoruz. o gün de sabırsızlık gösterilen birçok isim olmuştu elbette ama hakan'ın etrafında hep görünmez bir koruma kalkanı vardı sanki. galatasaray taraftarı bazen çocuğuna bir şey öğreten baba gibi başarısız oldukça alkışladı, kaçırdıkça bir daha kaçırması için cesaret verdi. o da her girdiği fetretten, büyük ölçüde bu desteğin yardımıyla çıkmayı başardı.
ama hakan'a bu sevgi yetmedi. girişte bahsettiğim o tuhaf sevgi daha baskın çıktı. 17 aralık'la, 15 temmuz'la, yurtdışına firarıyla falan değil, milletvekili seçilmesiyle başladı kaybetme süreci. türk futbol tarihinin en büyük 3-5 isminden birisi iken birilerinin bir kağıda yazmasıyla belirlenen 550 isimden birisi olmayı seçmesiyle başladı.
şimdilerde twitter'da, youtube'da "sana bi özgüven gelmiş mertay kardeş" dedirten cesaretteki yorumlarını gördükçe hep aklımdan "böyle olmasaydı nasıl olurdu" diye senaryolar işletiyorum kafamda. mesela "mensubu olduğu toplulukla eski müttefikleri kavga etmeseydi nasıl olurdu" ya da "o meşum gece başarılı olsalardı nasıl olurdu?" diye hakan'ın olası konumları geçiyor aklımdan. bir de boyundan büyük işlere kalkışmasaydı, o çok sevdiklerinin değil onu çok sevenlerin peşinde devam etseydi, onu kral hakan şükür yapan şeylerle yetinseydi ne olurdu diye düşünüyorum. midemi bulandırmayan, "ah keşke" dedirten tek senaryo da bu sanırım. onun çeyreği kadar iş yapmamış olanların bugünlerde hakan'ı, ekranda ismini dahi anmayarak yok saydığına şahitlik ettikçe benim içim acıyor.
bizim denizimiz ona yetmedi, okyanusa açılmayı tercih etti. okyanusun ötesinde de boğuldu gitti.