1158
1955 yılında şampiyon kulüpler kupası olarak çıktığı yolculukta günümüz itibarı ile dünya futbolunun zirvesi olmayı başarmış olan organizasyon. seksenlerden doksanlara geçerken yaşanan futbolun ekonomik değişimlerinin ortaya çıkardığı gereksinimler doğrultusunda şampiyonlar ligi bir marka proje olarak ortaya çıktı. ve günün sonunda dünya kupasının dahi pabucunu dama atıp en tepeye yerleşti...
o mavi ekranda yıldızlı topun yavaş yavaş belirip koronun marşı girmesiyle bile heyecanlandığımız bu organizasyon rekabetçi ve üst düzey bir spor yarışması olmasının yanı sıra çok büyük bir ekonominin döndüğü bir pazar. yapılan düzenlemelerin de en argo tabirle para parayı çeker mentalitesiyle açıklanabilir türden olması aslında normal bir olay.
sadece lig şampiyonları arasında oynanan eleme usulü bir turnuvadan bugün bazı liglerin dördüncüsüne kadar uzanan bir katılımcı yelpazesine sahip bir lig haline geldi zaman içinde. ekonominin başarıyı çektiği, başarının ekonomiyi sırtladığı bir döngünün içinde yıllar geçtikçe kendi kendine evrim geçirmeye devam ediyor bu düzen. iyi sporcular iyi teknik adamlar para ediyor. para eden sporcular ve teknik adamlar bir araya gelip kupa kaldırıyor. o kupa da daha fazla parayı çekiyor. daha fazla parayı alan takımlar da para eden sporcu ve teknik adamlara yatırım yapabiliyor. bu da başarıyı tekrarlamalarına imkan veriyor. özellikle rus ve arap sermayedarların futbola ilgi duymaya başlamasıyla birlikte ekonominin futbolunun önüne geçtiği bir gerçek. şampiyonlar ligi de bu dönüşümü doğru noktadan yakalayıp avrupa'nın kendi hayran kitlesi olan liglerini bile sollamayı başardı. ingiltere milli takımlar bazında türkiye'den hallice olmasına rağmen bu pazarlama işlerine kafa yorması sayesinde bugün avrupa kupaları denen olayda söz sahibi olabiliyor.
şampiyon kulüpler kupasından şampiyonlar ligi'ne geçişte ilk önce elemeler sonrası 8 takımın yer aldığı iki grup formatı düşünüldü. amaç hem maç sayısıyla birlikte gelirleri arttırmak hem de tek maçlık süprizleri ortadan kaldırmaktı. 1993'teki galatasaray- manchester united eşleşmesinde yaşanan süpriz bunun da yeterli olmadığını gözler önüne serdi ve seribaşı sistemi getirildi. daha sonra yıllar içinde kademeli olarak katılımcı sayısı arttırıldı ve sonunda mevcut 32 takım 8 gruplu sisteme geçildi. bu süreçte bazı ülkelerin daha fazla sayıda takımla katılması gündeme geldi. böylece ülke puanı denen hadise ortaya çıkmış oldu. aslında adil bir sıralama sistemi olsa da zaman içinde "büyük balıkları" koruyan bir sistem haline dönüştü ve makasın açılması denen hadiseye ön-ayak oldu.
bu değişim içinde zayıf takımları korumaya yönelik tedbirler farklı zamanlarda farklı şekillerde alındı. şimdilik en sonuncusu eleme turlarında uygulanan şampiyonlar yolu muhabbeti oldu. bu tarz tedbirler zayıf takımların ağzına bir parmak bal çalarken resmin geneline baktığında onların daha üst turlarda görünüp güçlülerle karşılaşması ile aslında güçlü takımların işi biraz daha kolaylaştırılmış oldu.
bugün avrupa liglerini büyüklüğünden küçüklüğüne doğru sıralayan şey avrupa kupasına katılma kontenjanı sayısıyla ligin büyük takımları arasındaki oran. daha açık yazmak gerekirse avrupa kupası kontenjan sayısı büyük takım sayısından fazla olan lig en büyük lig. kim ne derse desin avrupa kupaları ödül sistemi ve çeşitli yan gelirleriyle bugün avrupa futbolunun en büyük ekonomik pastası. ve gruplada boktan bir sezon geçirip rezil olarak dönmek bile takımları ihya edebilecek kadar bir gelir kazanıdırıyor aslında.
premier lig mesela, big 6 diye tabir edilen 6 büyük takımı var. avrupa kupalarına toplam 7 kontenjanı var. italya'da 7 kız kardeş muhabbeti var ve avrupa kupalarına 7 takım gidiyor. almanya'da bayern var, hadi dortmund'u da yazdık, çok zorladık schalke'yi yazdık belki. ama 7 tane avrupa bileti var. ispanya'da aynı türkiye gibi barcelona-real madrid rekabeti lokomotif durumda ama 7 tane avrupa kupası kontenjanı var. fransa, gerçi aynı mentalitede değil belki ama en fazla 4 tane büyük takım sayabilirsin. ona rağmen ilk 7 avrupa kupalarına bir şekilde gidiyor.
bu şu demek aslında. ingiltere'nin bir büyük takımı sezon sonunda iyi kötü bir avrupa kupası bileti alacak demek. italya için de durum benzeri. bunu şampiyonlar ligi'ne tahvil edersen daha sezon başı topa değmeden gelecek sezon şampiyonlar liginde olma ihtimalin %66. bugün real madrid'in, barcelona'nın, bayern münih'in ligi 5. bitirme olasılığı bir balığın denizde boğulması ihtimalinden belki yüzde 1-2 puan yüksektir. daha sezon başlarken önümüzdeki sezonu hatta bir sonraki sezonu da şampiyonlar ligi gelirini göz önüne alarak planlama imkanı var adamların. ispanya ya da almanya'da vasatın biraz üstü bir kadro kurduğunda zaten seneye şampiyonlar ligi biletin olduğunu biliyorsun...
peki türkiye'de durum ne?
galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş zaten mahşerin üç atlısı. trabzonspor var, son 3-4 yıldır başakşehir var. arada her sene anadolu'dan ilk 5'i zorlayıp araya giren en azından bir takım var. minimum 6 takım etti. elde 5 tane bilet var. türkiye kupasında bir süpriz olursa kaldı 4 bilet. minimum 6 rakibin içinde ilk 4'e girmen gerekiyor. onu geçtik, şampiyonlar ligine geldik. lig şampiyonu doğrudan gruplara kalıyor, ikinci de eleme turlarından katılıyor. orada da şampiyonlar yolu falan derken karşına kimin çıkacağı muamma... pratikte şampiyon olma ihtimali olan 3 takım var ve ortada tek bir doğrudan katılım hakkı var. bugün galatasaray, fenerbahçe ya da beşiktaş için sezon başı transfer yaparken öbür sezon şampiyonlar liginde olma ihtimali %33. rakibin eğer geçmiş sezonu şampiyon tamamlamış üzerine kadrosunu korumuşsa %33'ten aşağılara doğru gidiyorsun. bu da orta vadede bile şampiyonlar ligini dikkate alıp plan yapmanı imkansızlaştırıyor. buna ligin kendi dinamikleri ve şampiyon olmak için en kaliteli takımı kurmanın değil oyunu kuralına göre oynamanın falan gerektiğini de düşününce bu oran iyice düşüyor...
bu da neyi getiriyor? gerek maddi anlamda, gerek vizyon ve düşünce tarzı açısından sezonluk planlamalara yöneliyor türkiye'deki "büyük" takımlar. bugün "başarı" ya da "model" diye tabir ettiğimiz olay devinim içinde belli bir standartla devam eden döngülerden ibarettir. kısa vadeli bir başarıyı satın alarak sağlayabilirsiniz. orta-uzun vadede başarı için kısa vadeli başarıyı tekrarlayıp belli bir birikim yaparak onu bir döngüye sokabilecek hale gelmeniz gerekir.
kısa vadeli başarıyı ya rastlantısal bir kadro-teknik ekip başarısı/uyumuyla yakalayabilirsiniz. ya da parası neyse vererek. bazen kadronun yarısı kariyer sezonunu oynar, rakibin türlü sorunlarla oyalanırken aradan sıyrılırsın, sezon başı "kim ulan bu" denilen hocanın taktiği acayip şekilde işe yarar. bu zaten rastlantısal bir olaydır, tekrar olur mu diye benzerini yapmak kumardır.
diğer seçenek parası neyse verip almaktır. iyi bir teknik direktör, iyi bir kaleci, iyi defans, iyi orta saha, iyi forvet. bir anda kulüp bir sermayedarın eline geçmiştir, antreman tesislerindeki fışkiyelerden su değil petrol fışkırmıştır, kulüp başkanına büyük büyük dedesinden miras kalmıştır. ya da türkiye şartlarında en geçerli olan senaryo, başkan yarın yokmuş gibi borç harç bir kadro kurmuştur. büyük maddi açıklar verip risk alarak kurulan kadro da zaten en iyi ihtimalle o sezonu şampiyon tamamlayıp ertesi sezon mantara bağlayacaktır. ki o sezonda bile işte kağıt üzerinde şampiyonluk şansı %33'tür.
kaldı ki futbol bu. olur ya iki futbolcu sakatlanır, biri form tutamaz, o olur bu olur falan filan; tüm o yatırımın ve borç harcın göte girmesi çok olasıdır ki zaten türkiye'deki kulüpleri iflasın eşiğine sürükleyen de biraz bu durumdur...
hal böyle iken hiçbir türk takımı şampiyonlar ligi'nde bir sezonluk süprizden öteye kolay kolay gidemez. mevcut durumda zaten belli bir maaş/bonservis seviyesinin üzerindeki futbolculara parası yetmez. onun bir altındaki isimlere bile çoğu zaman parası yetmez. onun da altına indiğin zaman evet fark yaratacak isimlere rastlamak mümkündür ama ikna edebilmek için piyasadaki fiyatların üzerine çıkmak gerekir. bu isimlerle evet o sezonu, belki gelecek sezonu kurtarmak mümkün olur. ama işte verilen yüksek maaşlar/bonservisler gün gelip de değişiklik gerektiği zaman gerçek piyasa maliyetinde satış yapıp zarar yazılmasına ya da daha kötüsü elde kalıp maaş yükü olarak olası yeni transferin önünü kapatmasına sebep olur... bu da o başarıyı tekrarlamayı imkasız kılar...
eğer usanmadan hala okuyorsanız içinizden ucuz, genç, potansiyelli gençlere yönelelim falan diyorsunuzdur. onları da sistematik olarak ikna edebilmek için de en azından orta vadede bir standart yakalamış olmanız gerekiyor. 17-18 yaşında patlamaya hazır ve avrupa kupasında da sansasyon yapabilecek bir genç yeteneği sadece bir sezonluk (o da 6 maç falan işte) avrupa kupası garantisi ile kolay kolay ikna edemezsiniz. o durumdaki bir genç futbolcunun "top class" bir takım öncesi alıp alabileceği en büyük risk "iyi bir kadro olduk ligi 3-4 sene kapatırız"ın garanti olduğu bir takıma gitmektir.
ve bu durum türkiye'de hiçbir zaman mümkün değildir...
peki ya altyapı? özkaynak?
o işler de bize biraz uzak işler aslında. 1 sene sonra nerede ne halde olacağı belli olmayan bir milletiz. bir organizasyon kuracaksın, doğru kişileri koyacaksın, tesis vereceksin, devamlı arama tarama yapacaksın. tüm bunları yapsan bile jenerasyonlara bağlı rastlantısal kadrolar hariç a takıma 2 senede 1 tane adam çıkarabilmek için tüm bunu yapmayı göze alacaksın. arada başkanlar değişecek, hocalar değişecek, ekonomi dalgalanacak falan ve kimse bu organizasyona dokunmayacak? kimse kimseyle zıt düşmeyecek?
yazarken bile yoruldum, o iş bize pek gelmez...
hiçbirini yapamadık bari hoca getirelim, elindeki neyse verim alsın falan di mi?
jupp derwall taşlarla sopalarla kovalandı bu ülkede.
jindrich trpisovsky'yi kürdan yapıp dişlerini temizlerler adamcağız farkında bile olmaz....
o mavi ekranda yıldızlı topun yavaş yavaş belirip koronun marşı girmesiyle bile heyecanlandığımız bu organizasyon rekabetçi ve üst düzey bir spor yarışması olmasının yanı sıra çok büyük bir ekonominin döndüğü bir pazar. yapılan düzenlemelerin de en argo tabirle para parayı çeker mentalitesiyle açıklanabilir türden olması aslında normal bir olay.
sadece lig şampiyonları arasında oynanan eleme usulü bir turnuvadan bugün bazı liglerin dördüncüsüne kadar uzanan bir katılımcı yelpazesine sahip bir lig haline geldi zaman içinde. ekonominin başarıyı çektiği, başarının ekonomiyi sırtladığı bir döngünün içinde yıllar geçtikçe kendi kendine evrim geçirmeye devam ediyor bu düzen. iyi sporcular iyi teknik adamlar para ediyor. para eden sporcular ve teknik adamlar bir araya gelip kupa kaldırıyor. o kupa da daha fazla parayı çekiyor. daha fazla parayı alan takımlar da para eden sporcu ve teknik adamlara yatırım yapabiliyor. bu da başarıyı tekrarlamalarına imkan veriyor. özellikle rus ve arap sermayedarların futbola ilgi duymaya başlamasıyla birlikte ekonominin futbolunun önüne geçtiği bir gerçek. şampiyonlar ligi de bu dönüşümü doğru noktadan yakalayıp avrupa'nın kendi hayran kitlesi olan liglerini bile sollamayı başardı. ingiltere milli takımlar bazında türkiye'den hallice olmasına rağmen bu pazarlama işlerine kafa yorması sayesinde bugün avrupa kupaları denen olayda söz sahibi olabiliyor.
şampiyon kulüpler kupasından şampiyonlar ligi'ne geçişte ilk önce elemeler sonrası 8 takımın yer aldığı iki grup formatı düşünüldü. amaç hem maç sayısıyla birlikte gelirleri arttırmak hem de tek maçlık süprizleri ortadan kaldırmaktı. 1993'teki galatasaray- manchester united eşleşmesinde yaşanan süpriz bunun da yeterli olmadığını gözler önüne serdi ve seribaşı sistemi getirildi. daha sonra yıllar içinde kademeli olarak katılımcı sayısı arttırıldı ve sonunda mevcut 32 takım 8 gruplu sisteme geçildi. bu süreçte bazı ülkelerin daha fazla sayıda takımla katılması gündeme geldi. böylece ülke puanı denen hadise ortaya çıkmış oldu. aslında adil bir sıralama sistemi olsa da zaman içinde "büyük balıkları" koruyan bir sistem haline dönüştü ve makasın açılması denen hadiseye ön-ayak oldu.
bu değişim içinde zayıf takımları korumaya yönelik tedbirler farklı zamanlarda farklı şekillerde alındı. şimdilik en sonuncusu eleme turlarında uygulanan şampiyonlar yolu muhabbeti oldu. bu tarz tedbirler zayıf takımların ağzına bir parmak bal çalarken resmin geneline baktığında onların daha üst turlarda görünüp güçlülerle karşılaşması ile aslında güçlü takımların işi biraz daha kolaylaştırılmış oldu.
bugün avrupa liglerini büyüklüğünden küçüklüğüne doğru sıralayan şey avrupa kupasına katılma kontenjanı sayısıyla ligin büyük takımları arasındaki oran. daha açık yazmak gerekirse avrupa kupası kontenjan sayısı büyük takım sayısından fazla olan lig en büyük lig. kim ne derse desin avrupa kupaları ödül sistemi ve çeşitli yan gelirleriyle bugün avrupa futbolunun en büyük ekonomik pastası. ve gruplada boktan bir sezon geçirip rezil olarak dönmek bile takımları ihya edebilecek kadar bir gelir kazanıdırıyor aslında.
premier lig mesela, big 6 diye tabir edilen 6 büyük takımı var. avrupa kupalarına toplam 7 kontenjanı var. italya'da 7 kız kardeş muhabbeti var ve avrupa kupalarına 7 takım gidiyor. almanya'da bayern var, hadi dortmund'u da yazdık, çok zorladık schalke'yi yazdık belki. ama 7 tane avrupa bileti var. ispanya'da aynı türkiye gibi barcelona-real madrid rekabeti lokomotif durumda ama 7 tane avrupa kupası kontenjanı var. fransa, gerçi aynı mentalitede değil belki ama en fazla 4 tane büyük takım sayabilirsin. ona rağmen ilk 7 avrupa kupalarına bir şekilde gidiyor.
bu şu demek aslında. ingiltere'nin bir büyük takımı sezon sonunda iyi kötü bir avrupa kupası bileti alacak demek. italya için de durum benzeri. bunu şampiyonlar ligi'ne tahvil edersen daha sezon başı topa değmeden gelecek sezon şampiyonlar liginde olma ihtimalin %66. bugün real madrid'in, barcelona'nın, bayern münih'in ligi 5. bitirme olasılığı bir balığın denizde boğulması ihtimalinden belki yüzde 1-2 puan yüksektir. daha sezon başlarken önümüzdeki sezonu hatta bir sonraki sezonu da şampiyonlar ligi gelirini göz önüne alarak planlama imkanı var adamların. ispanya ya da almanya'da vasatın biraz üstü bir kadro kurduğunda zaten seneye şampiyonlar ligi biletin olduğunu biliyorsun...
peki türkiye'de durum ne?
galatasaray, fenerbahçe, beşiktaş zaten mahşerin üç atlısı. trabzonspor var, son 3-4 yıldır başakşehir var. arada her sene anadolu'dan ilk 5'i zorlayıp araya giren en azından bir takım var. minimum 6 takım etti. elde 5 tane bilet var. türkiye kupasında bir süpriz olursa kaldı 4 bilet. minimum 6 rakibin içinde ilk 4'e girmen gerekiyor. onu geçtik, şampiyonlar ligine geldik. lig şampiyonu doğrudan gruplara kalıyor, ikinci de eleme turlarından katılıyor. orada da şampiyonlar yolu falan derken karşına kimin çıkacağı muamma... pratikte şampiyon olma ihtimali olan 3 takım var ve ortada tek bir doğrudan katılım hakkı var. bugün galatasaray, fenerbahçe ya da beşiktaş için sezon başı transfer yaparken öbür sezon şampiyonlar liginde olma ihtimali %33. rakibin eğer geçmiş sezonu şampiyon tamamlamış üzerine kadrosunu korumuşsa %33'ten aşağılara doğru gidiyorsun. bu da orta vadede bile şampiyonlar ligini dikkate alıp plan yapmanı imkansızlaştırıyor. buna ligin kendi dinamikleri ve şampiyon olmak için en kaliteli takımı kurmanın değil oyunu kuralına göre oynamanın falan gerektiğini de düşününce bu oran iyice düşüyor...
bu da neyi getiriyor? gerek maddi anlamda, gerek vizyon ve düşünce tarzı açısından sezonluk planlamalara yöneliyor türkiye'deki "büyük" takımlar. bugün "başarı" ya da "model" diye tabir ettiğimiz olay devinim içinde belli bir standartla devam eden döngülerden ibarettir. kısa vadeli bir başarıyı satın alarak sağlayabilirsiniz. orta-uzun vadede başarı için kısa vadeli başarıyı tekrarlayıp belli bir birikim yaparak onu bir döngüye sokabilecek hale gelmeniz gerekir.
kısa vadeli başarıyı ya rastlantısal bir kadro-teknik ekip başarısı/uyumuyla yakalayabilirsiniz. ya da parası neyse vererek. bazen kadronun yarısı kariyer sezonunu oynar, rakibin türlü sorunlarla oyalanırken aradan sıyrılırsın, sezon başı "kim ulan bu" denilen hocanın taktiği acayip şekilde işe yarar. bu zaten rastlantısal bir olaydır, tekrar olur mu diye benzerini yapmak kumardır.
diğer seçenek parası neyse verip almaktır. iyi bir teknik direktör, iyi bir kaleci, iyi defans, iyi orta saha, iyi forvet. bir anda kulüp bir sermayedarın eline geçmiştir, antreman tesislerindeki fışkiyelerden su değil petrol fışkırmıştır, kulüp başkanına büyük büyük dedesinden miras kalmıştır. ya da türkiye şartlarında en geçerli olan senaryo, başkan yarın yokmuş gibi borç harç bir kadro kurmuştur. büyük maddi açıklar verip risk alarak kurulan kadro da zaten en iyi ihtimalle o sezonu şampiyon tamamlayıp ertesi sezon mantara bağlayacaktır. ki o sezonda bile işte kağıt üzerinde şampiyonluk şansı %33'tür.
kaldı ki futbol bu. olur ya iki futbolcu sakatlanır, biri form tutamaz, o olur bu olur falan filan; tüm o yatırımın ve borç harcın göte girmesi çok olasıdır ki zaten türkiye'deki kulüpleri iflasın eşiğine sürükleyen de biraz bu durumdur...
hal böyle iken hiçbir türk takımı şampiyonlar ligi'nde bir sezonluk süprizden öteye kolay kolay gidemez. mevcut durumda zaten belli bir maaş/bonservis seviyesinin üzerindeki futbolculara parası yetmez. onun bir altındaki isimlere bile çoğu zaman parası yetmez. onun da altına indiğin zaman evet fark yaratacak isimlere rastlamak mümkündür ama ikna edebilmek için piyasadaki fiyatların üzerine çıkmak gerekir. bu isimlerle evet o sezonu, belki gelecek sezonu kurtarmak mümkün olur. ama işte verilen yüksek maaşlar/bonservisler gün gelip de değişiklik gerektiği zaman gerçek piyasa maliyetinde satış yapıp zarar yazılmasına ya da daha kötüsü elde kalıp maaş yükü olarak olası yeni transferin önünü kapatmasına sebep olur... bu da o başarıyı tekrarlamayı imkasız kılar...
eğer usanmadan hala okuyorsanız içinizden ucuz, genç, potansiyelli gençlere yönelelim falan diyorsunuzdur. onları da sistematik olarak ikna edebilmek için de en azından orta vadede bir standart yakalamış olmanız gerekiyor. 17-18 yaşında patlamaya hazır ve avrupa kupasında da sansasyon yapabilecek bir genç yeteneği sadece bir sezonluk (o da 6 maç falan işte) avrupa kupası garantisi ile kolay kolay ikna edemezsiniz. o durumdaki bir genç futbolcunun "top class" bir takım öncesi alıp alabileceği en büyük risk "iyi bir kadro olduk ligi 3-4 sene kapatırız"ın garanti olduğu bir takıma gitmektir.
ve bu durum türkiye'de hiçbir zaman mümkün değildir...
peki ya altyapı? özkaynak?
o işler de bize biraz uzak işler aslında. 1 sene sonra nerede ne halde olacağı belli olmayan bir milletiz. bir organizasyon kuracaksın, doğru kişileri koyacaksın, tesis vereceksin, devamlı arama tarama yapacaksın. tüm bunları yapsan bile jenerasyonlara bağlı rastlantısal kadrolar hariç a takıma 2 senede 1 tane adam çıkarabilmek için tüm bunu yapmayı göze alacaksın. arada başkanlar değişecek, hocalar değişecek, ekonomi dalgalanacak falan ve kimse bu organizasyona dokunmayacak? kimse kimseyle zıt düşmeyecek?
yazarken bile yoruldum, o iş bize pek gelmez...
hiçbirini yapamadık bari hoca getirelim, elindeki neyse verim alsın falan di mi?
jupp derwall taşlarla sopalarla kovalandı bu ülkede.
jindrich trpisovsky'yi kürdan yapıp dişlerini temizlerler adamcağız farkında bile olmaz....