2221
anlamıyorum. muhtemelen hiç anlamayacağım.
andrew niccol, 98’de “the truman show”u yazdığında, acaba gelecekte herkesin -tamam bazılarının- birer truman klonu olmak isteyeceğini düşünmüş müydü? üstelik günümüz ‘toraman’ları -biz ‘toraman’ı unisex (sözcüğü türkçe karşılayamadım) bir ifade olarak kabul edelim- bunu bilerek isteyerek yapıyorlar. o show’un içinde olmak istiyorlar. yaşamlarındaki en mahrem yanları bile ifşalamak ve paylaşmak için yarışıyorlar. bu başlangıçta ne yeyip ne içtiğin, nereye gidip ne yaptığını göstermekti, sonra acayip yerlere vardı.
insanlar övülmek istiyorlar. insanlar ünlenmek istiyorlar. insanlar bilinmek istiyorlar. insanlar varlıklarını duyurmak istiyorlar. insanlar beğenilmek ve kafi değil beğenildiğini herkese bildirmek istiyorlar. sosyal çevresi bunun için kafi gelmiyor. gelmedi ve gelmeyecek. bunun için dijital, sanal veya yapay bir çevre icat ettik. gerçi şimdilerde hangisi gerçek hangisi yapay belirsizleşti.
emre mor bilmez buraları. ama biz de memleket insanıyla daraltmayalım olayı. çünkü içi fesat olan her yerde var. ecnebi memleketlerde insanlar ifşalanmıyor mu?
asla! kat’a! katiyen! mümkünatı yok! oralar moderin moderin takılıyor! aşmışlar bu konuları! hiçbir hatunda “benim kukum var!” tribi yok!
“bak dan bilzariyan’a... adam yaşıyor ğuğagoyum. king boy yatağa diziyor cıbılları.”
yersen.
la kimler ifşalanmadı. cristiano ronaldo bile ifşalanmıştı zamanında. hey gidi.
ne olmuş? bir zekerli kardeşimiz, münasip gördüğü bir yordamla, beğendiği bir kadına yürümüş.
ee? kendine saygısı olan bir kadın, usturubunca ya teklifi kabul eder, ya da “başka kapıya!” çeker. kimseye olayı ifşa etmez.
fakat biz yeşilçam’dan biliriz ki, “bizim kızı kimler kimler istedi... ne mühendisler ne doktorlar... ama vermedik” derler. mühendislik de para etmiyor artık bakarsan. derdimiz büyük! neyse. evrim geçirdik. artık veliyi cemaat, bir cümle akraba ve ebeveyn bunları dile getirmiyor da, bizzat iştiraki beden “beni kimler kimler beğeniyor da, ben şey etmiyorum!” tribine giriyor.
“vermicem! vermicem!”
“armudun başinayim, gız sana aşinayim!”
potpori yapalım dedik ama olmadı sanırım.
ah! femme fatale!
biz 21. yüzyıl romantik şıpsevdi zekerli güruhunun -sanırım biz zekerliler diyebilirim- memlekette işi zor yemin ediyorum.
aklında hiçbir art niyet yoktur. vallaha bak! yemin verdim. asansörde, metrobüs kuyruğunda, efendime söyleyeyim orada burada karşılaşmışsındır. ortamda böyle bir sessizlik. nezaketen ağzından kaçırmış bulunursun, “günaydın!” diye. veyahut allah yazdıysa bozsun “merhaba!” falan demiş bulunursun. bir de güler yüzle söylemez misin! tövbe, destur!
sanki çok af edersiniz, oracıkta şey edeceğiz yani.
kafa böyle geriye yukarı çekilir. gözler düşer. yukarıdan bakarlar. kukusu var ya! ulan ya. selam verip karakola başkol edilmek var icabında. en iyisi “selamın aleyküm bacım!” demek. gerçi o zaman da, yüz iğreti bir şekilde gerilip “ıyy kıro” yaftasını anında yiyorsunuz.
genelledik. özele kayalım. ne kadınlar var. on numara. kalpleri yüzlerine vurmuş. güleç. cana yakın. adabı bilen. nezaketten anlayan. kadındır, o. gerçekten. işte emre mor’un çattığı ve çatmaaya devam ettiği kadınlar değil böyle. yukarıda anlattığım muameleyi çekenler yüzde doksan dokuz böyle kadınlar.
farzımisal dolmuştasınız. ayakta yolcu var. haliyle. yer vermeye yelteniyorsunuz. “buyrun” dediniz. ama tersleniyorsunuz. neden? kız o aralar “feminist” takılıyor. hava yapıyor. etrafında da çevresi var. kıpkırmızı kalıyorsunuz öyle. yok ben oturmayacağım dese hadi yine iyi. ağzına geleni söylüyor. yer verdik lan sadece. afra tafra on numara. yemin veriyorsunuz.
“bi’ daha yok baba. kimseye yer vermeyeceğim.”
herkesin ağzına laf olmuşsunuz. ortamlarda anlatılıyorsunuz.
sonra aradan biraz zaman geçiyor. yumuşamışsınız, olay unutulmuş falan. bu sefer hemen yanı başınızda, yer verin diye bekliyor. oflamalar, puflamalar. diz kapakları ovalamalar. göz devirlemeler. centilmenlik öldü mü ulan! lanet olsun! derhal ayağa fırlıyorsunuz. şöyle bir hallenince, hop tekrar oturuyorsunuz. kalıyor tabi öyle. şaşırıyor. ne olduğunu sorar bakışlar sezince, “külodumu düzeltiyordum, araya kaçmış da!” diye ekliyorsunuz.
bir arkadaşımın hikayesi. yoksa.
bu pek olaya uygun bir farzımisal olmadı biraz. insanların -bakın insanların- hafifmeşrepliği ve oynaklığı olayı.
lan! hadi yapıyorsunuz. niye her yerde anlatıyorsunuz.
suç bizde aslında. uçkur, bu.
evvelinde ahrında bir film çekildi hatırlarsınız. lars von trier’in çok konuşulan filmi “nymphpmaniac”tan bahsediyorum. hani seks bağımlısı bir kadın anlatıyor bir adama başından geçenleri. neyse. sonunu hatırlayın şimdi. o aseksüel adam uçkuru bozuyordu. tıpkı “masumiyet”te haluk bilginer’in artık canına tak deyip “bana da vereceksin” dediği ve “vermicem ulan!” diye tez elden eline rednameyi aldığı gibi. aynı olay cereyan ediyordu.
şimdi yanlış anlaşılmayalım. toparlayalım. kadının onayı esastır. orada sorun yok. benim anlatmaya çalıştığım bu uçkurun ne zaman, hangi koşulda, kime karşı oynaklaşacağı belli olmuyor. onu anlatmaya çalışıyorum. yani kadın çirkinmiş, yok efendim estetik yığınıymış, yaşlıymış, şuymuş buymuş falan geçiniz.
emre mor, o yaşlarda. bir gün arkasına bakınca, ne ahlar çekecek kim bilir. “estetik” kavramı hakkında michalengelo veya raphael ya da aristo kadar kafa patlatmayalım. icabında “cüppeli’nin tedrisatından geçmişiz.
at kafaya yav! fazla düşünme! o hesap.
“yaz kanka. ne olacak yav!”
arkadaş gazı. hormonsal güdümleme. icabında cesaretü’l emaret... (bu arada tamlamaları falan, şey olsun, kıyak okunsun diye uyduruyorum ha. tamamen atmasyonel partifisyon yani.)
kısaca memleketçe estetik hakkındaki ilk intiba “cerrah” ve genel görüşümüz ise “renkler ve zevkler kişiye göre değişir” olduğu için emre mor da genel olarak yürüyor gibi duruyor. renkleri böyle, zevkleri şöyle.
şimdi neden bahsediyordum. bir yerde kaçırdım olayı. dolmuşum yemin ediyorum.
ha! ulan emre mor! şu ‘toraman’a da gerçekten yürünmez ama (:
sonra biz asosyal oluyoruz.
gerçi ben kahvedekilere asuman benimki demişim. başıma hiç böyle şeyler gelmiyor yani. başım platonik olarak bağlı. cesaret kırılması yaşıyoruz. örnekler canımızı sıkıyor.
hadi eyvallah!
andrew niccol, 98’de “the truman show”u yazdığında, acaba gelecekte herkesin -tamam bazılarının- birer truman klonu olmak isteyeceğini düşünmüş müydü? üstelik günümüz ‘toraman’ları -biz ‘toraman’ı unisex (sözcüğü türkçe karşılayamadım) bir ifade olarak kabul edelim- bunu bilerek isteyerek yapıyorlar. o show’un içinde olmak istiyorlar. yaşamlarındaki en mahrem yanları bile ifşalamak ve paylaşmak için yarışıyorlar. bu başlangıçta ne yeyip ne içtiğin, nereye gidip ne yaptığını göstermekti, sonra acayip yerlere vardı.
insanlar övülmek istiyorlar. insanlar ünlenmek istiyorlar. insanlar bilinmek istiyorlar. insanlar varlıklarını duyurmak istiyorlar. insanlar beğenilmek ve kafi değil beğenildiğini herkese bildirmek istiyorlar. sosyal çevresi bunun için kafi gelmiyor. gelmedi ve gelmeyecek. bunun için dijital, sanal veya yapay bir çevre icat ettik. gerçi şimdilerde hangisi gerçek hangisi yapay belirsizleşti.
emre mor bilmez buraları. ama biz de memleket insanıyla daraltmayalım olayı. çünkü içi fesat olan her yerde var. ecnebi memleketlerde insanlar ifşalanmıyor mu?
asla! kat’a! katiyen! mümkünatı yok! oralar moderin moderin takılıyor! aşmışlar bu konuları! hiçbir hatunda “benim kukum var!” tribi yok!
“bak dan bilzariyan’a... adam yaşıyor ğuğagoyum. king boy yatağa diziyor cıbılları.”
yersen.
la kimler ifşalanmadı. cristiano ronaldo bile ifşalanmıştı zamanında. hey gidi.
ne olmuş? bir zekerli kardeşimiz, münasip gördüğü bir yordamla, beğendiği bir kadına yürümüş.
ee? kendine saygısı olan bir kadın, usturubunca ya teklifi kabul eder, ya da “başka kapıya!” çeker. kimseye olayı ifşa etmez.
fakat biz yeşilçam’dan biliriz ki, “bizim kızı kimler kimler istedi... ne mühendisler ne doktorlar... ama vermedik” derler. mühendislik de para etmiyor artık bakarsan. derdimiz büyük! neyse. evrim geçirdik. artık veliyi cemaat, bir cümle akraba ve ebeveyn bunları dile getirmiyor da, bizzat iştiraki beden “beni kimler kimler beğeniyor da, ben şey etmiyorum!” tribine giriyor.
“vermicem! vermicem!”
“armudun başinayim, gız sana aşinayim!”
potpori yapalım dedik ama olmadı sanırım.
ah! femme fatale!
biz 21. yüzyıl romantik şıpsevdi zekerli güruhunun -sanırım biz zekerliler diyebilirim- memlekette işi zor yemin ediyorum.
aklında hiçbir art niyet yoktur. vallaha bak! yemin verdim. asansörde, metrobüs kuyruğunda, efendime söyleyeyim orada burada karşılaşmışsındır. ortamda böyle bir sessizlik. nezaketen ağzından kaçırmış bulunursun, “günaydın!” diye. veyahut allah yazdıysa bozsun “merhaba!” falan demiş bulunursun. bir de güler yüzle söylemez misin! tövbe, destur!
sanki çok af edersiniz, oracıkta şey edeceğiz yani.
kafa böyle geriye yukarı çekilir. gözler düşer. yukarıdan bakarlar. kukusu var ya! ulan ya. selam verip karakola başkol edilmek var icabında. en iyisi “selamın aleyküm bacım!” demek. gerçi o zaman da, yüz iğreti bir şekilde gerilip “ıyy kıro” yaftasını anında yiyorsunuz.
genelledik. özele kayalım. ne kadınlar var. on numara. kalpleri yüzlerine vurmuş. güleç. cana yakın. adabı bilen. nezaketten anlayan. kadındır, o. gerçekten. işte emre mor’un çattığı ve çatmaaya devam ettiği kadınlar değil böyle. yukarıda anlattığım muameleyi çekenler yüzde doksan dokuz böyle kadınlar.
farzımisal dolmuştasınız. ayakta yolcu var. haliyle. yer vermeye yelteniyorsunuz. “buyrun” dediniz. ama tersleniyorsunuz. neden? kız o aralar “feminist” takılıyor. hava yapıyor. etrafında da çevresi var. kıpkırmızı kalıyorsunuz öyle. yok ben oturmayacağım dese hadi yine iyi. ağzına geleni söylüyor. yer verdik lan sadece. afra tafra on numara. yemin veriyorsunuz.
“bi’ daha yok baba. kimseye yer vermeyeceğim.”
herkesin ağzına laf olmuşsunuz. ortamlarda anlatılıyorsunuz.
sonra aradan biraz zaman geçiyor. yumuşamışsınız, olay unutulmuş falan. bu sefer hemen yanı başınızda, yer verin diye bekliyor. oflamalar, puflamalar. diz kapakları ovalamalar. göz devirlemeler. centilmenlik öldü mü ulan! lanet olsun! derhal ayağa fırlıyorsunuz. şöyle bir hallenince, hop tekrar oturuyorsunuz. kalıyor tabi öyle. şaşırıyor. ne olduğunu sorar bakışlar sezince, “külodumu düzeltiyordum, araya kaçmış da!” diye ekliyorsunuz.
bir arkadaşımın hikayesi. yoksa.
bu pek olaya uygun bir farzımisal olmadı biraz. insanların -bakın insanların- hafifmeşrepliği ve oynaklığı olayı.
lan! hadi yapıyorsunuz. niye her yerde anlatıyorsunuz.
suç bizde aslında. uçkur, bu.
evvelinde ahrında bir film çekildi hatırlarsınız. lars von trier’in çok konuşulan filmi “nymphpmaniac”tan bahsediyorum. hani seks bağımlısı bir kadın anlatıyor bir adama başından geçenleri. neyse. sonunu hatırlayın şimdi. o aseksüel adam uçkuru bozuyordu. tıpkı “masumiyet”te haluk bilginer’in artık canına tak deyip “bana da vereceksin” dediği ve “vermicem ulan!” diye tez elden eline rednameyi aldığı gibi. aynı olay cereyan ediyordu.
şimdi yanlış anlaşılmayalım. toparlayalım. kadının onayı esastır. orada sorun yok. benim anlatmaya çalıştığım bu uçkurun ne zaman, hangi koşulda, kime karşı oynaklaşacağı belli olmuyor. onu anlatmaya çalışıyorum. yani kadın çirkinmiş, yok efendim estetik yığınıymış, yaşlıymış, şuymuş buymuş falan geçiniz.
emre mor, o yaşlarda. bir gün arkasına bakınca, ne ahlar çekecek kim bilir. “estetik” kavramı hakkında michalengelo veya raphael ya da aristo kadar kafa patlatmayalım. icabında “cüppeli’nin tedrisatından geçmişiz.
at kafaya yav! fazla düşünme! o hesap.
“yaz kanka. ne olacak yav!”
arkadaş gazı. hormonsal güdümleme. icabında cesaretü’l emaret... (bu arada tamlamaları falan, şey olsun, kıyak okunsun diye uyduruyorum ha. tamamen atmasyonel partifisyon yani.)
kısaca memleketçe estetik hakkındaki ilk intiba “cerrah” ve genel görüşümüz ise “renkler ve zevkler kişiye göre değişir” olduğu için emre mor da genel olarak yürüyor gibi duruyor. renkleri böyle, zevkleri şöyle.
şimdi neden bahsediyordum. bir yerde kaçırdım olayı. dolmuşum yemin ediyorum.
ha! ulan emre mor! şu ‘toraman’a da gerçekten yürünmez ama (:
sonra biz asosyal oluyoruz.
gerçi ben kahvedekilere asuman benimki demişim. başıma hiç böyle şeyler gelmiyor yani. başım platonik olarak bağlı. cesaret kırılması yaşıyoruz. örnekler canımızı sıkıyor.
hadi eyvallah!