715
yıllar önce bir fotoğraf...
fotoğrafın altında bir not: "gerekiyordu, tekmeye kafamızı uzattık."
2002 senesinin yaz aylarının sonlarında goal dergisi'nin 2002 dünya kupası'nın analizinde çıkmıştı bu fotoğraf. senegalli futbolcunun topa hamle yapmak isteyen bacağına kafasını uzatan adam da takdir edersiniz ki; bülent korkmazdı.
elbette ki, 50 senede bir dünya kupası'na katılan bir ülkenin insanları için 2002 dünya kupası'nın her anı unutulmaz oluyor. ama benim aklımda en çok kalan o karedir. ve "bülent korkmaz" denilince aklıma 2000 senesinde uefa kupasıyla istanbul'a geldiğinde askıda olan kolu ve bu kare gelir.
benim ilkokul yıllarımda da lise yıllarımda da galatasaray defansında bülent vardı. çin'e attığı gole kendimin ne kadar sevindiğimden çok onun sevinişini hatırlarım.
ilkokul yıllarım derken üfürdüm tabii. ben bebekken de defansta bülent vardı. o galatasaray'a hizmet verirken iktidarlar değişti, moda akımları değişti, e tabii çelik de değişti * ama bülent'in hizmet aşkı hiç değişmedi. 2005'e kadar da hep galatasaray'ın kupalarını kaldırdı, yüzünde yıllar içinde çizgiler oldu, ama kupa kaldırırkenki hırsı da hiç değişmedi.
dile kolay, galatasaray'a hizmet ettiği yıl sayısı iki haneye ulaşırken, başına 2 eklemeyi de ihmal etmedi. takıma transfer olan en kıytırık oyuncular bile davul - zurna - kılıç kalkan ile karşılanırken, kendisi altyapıdan çıktığı için bir karşılayanı olmadı. sıradan bir kulüpte bu kadar emeği geçen bir malzemeciye kulüpten ayrılırken yönetimin, basının ve taraftarların nereleriyle teşekkür edeceğini şaşıracaklarını tahmin etmekle beraber, galatasaray'a verdiği yıllarını sigortalı bir işte harcasa emekliliğini alacak bülent korkmaz'ın ne ara galatasaray'ı bıraktığını hala anlamış değilim. o kadar sessiz sedasız gitti ki galatasaraydan...
bülent korkmaz'ı beyaz formasıyla arsenal maçı sonrası kupa kaldırırken veya liverpool maçında insanüstü müdafaa yapıp anfield'ı sallarken, çubuklu formasıyla süper kupa'yı kaldırırken, füme formasıyla uefa kupası'na giden yolun başlangıcında sahaya kaptan olarak çıkarken gören gözler için onu gençlerbirliği eşofmanıyla veya üstünde takım elbisesi bir takımın başında görmek kolay değildi. ama candan erçetin'in dediği gibi her güzel şey bitiyordu ve iki taraf da profesyonel olacaktı artık.
aradan birkaç sene geçti. son yılların * en iyi kadrosunu kuran galatasaray, takımın başına takımın kalitesiyle ters orantılı olarak kariyeri pek de parlak olmayan * michael skibbe'yi getiriyordu. 2008-09 sezonu'nun ikinci yarısında büyük düşüşe geçen galatasaray, antalya maçı gibi maçlarda düşüşü görmeyip takımın kocaeli'den 5 yemesini ve şampiyonluk yarışından büsbütün kopmasını bekledikten sonra skibbe'ye yolu gösteriyordu.
takımın çok önemli bordeaux maçına çıkmasına sadece 3 gün kalmış, takımın başında teknik direktör yok. köy kahvesinden galatasaray'ı izleyeninden yönetim kurulu üyesine kadar her galatasaraylı'nın aklına ilk olarak kim gelir?
o günleri biraz hatırlamaya çalışalım. bülent korkmaz her sabah düzenli olarak yaptığı koşusunu tamamladıktan sonra bir de bakar ki telefonunu adnan polat defalarca kez aramış. anlar ki teknik direktörlük teklifi gelecek.
sezon sonunda galatasaray'ın kendisinin yerine kariyerli bir teknik adamı getireceğini biliyor muydu? biliyordu.
türkiye'deki teknik adamlık kariyerinin kötü derecede zedeleneceğini ve bundan sonra anca pazar futbol programlarında yer alacağını biliyor muydu? şüphesiz.
medyanın kendisini yerden yere vuracağını biliyor muydu? biliyordu.
artık herkesin haftalar öncesinden ümidini kestiği takımı bir mucize olmazsa şampiyon yapamayacağını biliyor muydu? biliyordu.
haydi itiraf edin, bu şartlar altında çoğunuz bu kararı kabul etmez, kabul edeniniz de uzun süre düşünürdü. florya şimdilerde ne kadar topraktır, gidip görmeden bilinmez ama bülent'in cesaretinin florya ile bir ilgisi olmadığı kesin. her şeyi göze atarak en fazla haziran'a kadar kalacağını bildiği galatasaray ile sözleşme imzaladı.
ne yaptı bu sürede? şampiyon olamayacağı gün gibi açık olan takımı şampiyon yapamadı. meira'sını satan, emre aşık'ı cezalı, emre güngör'ü sakat defansıyla hamburg'a yenilerek uefa kupasından elendi. evet, mehmet güven'i de oynattı. sezon sonunda da beklenen oldu ve takımdan ayrıldı.
aradan da altı ay geçti. bugün hala eleştiriliyor bülent. neden mehmet güven'i oynatmış, neden kewell sahada olmazmış, cehennemin dibine girsen seni bulup hesap soracağız havaları...
şimdi kendimi çıplak gibi hissediyorum. sanki çocukluk ve ilk gençlik yıllarım hiç olmamış gibi. keşke ben 1998'de doğsaydım da bülent futbol oynarken bülent'in nasıl biri olduğunu anlayacak kadar zekam gelişmemiş olsaydı diyorum. o zaman ben de katılırım bazı eleştirilere, "yahu bu bülent de ne biçim teknik direktördü, gitti de bitti bu illet" derdim belki. utanıyorum aslında yıllarını galatasaray'a vermiş birine yapılan bu muameleden.
sahi, neden birini severken diğer sevdiğimizi göz ardı ederiz ki? sevgilimiz de olmayacaklar ki bir koltukta iki karpuz taşıma durumu olsun. kewell'ı seven birisi neden bülent'e soğuk olsun? veya ben hem rijkaard'ı, hem kewell'ı hem de bülent'i sırf bu takıma yaptıkları hizmetlerden sevemez miyim?
ve hadi itiraf et, adın gibi biliyorsun ki kewell asla bülent kadar çalışmayacak galatasaray için. zaten bunu iddia etmek için delinin ekmeği burnuna sokan cinsinden olmak gerek. mehmet güven'i oynatmış, ne olmuş? genç oyunculara şans vermeyen hocayı eleştir, şans vereni yerden yere vur, ne ala memleket, moda hangisiyse ona yönel.
bu paragrafta oyuncu ismi vermek istemiyorum da, adam yıllarca galatasaray için çalışmış olsun, elano'yu beğenmedi mi? kesin bir yerlere yaranmaya çalışıyordur. rijkaard'ı mı eleştiriyor? kesin aslında fenerbahçelidir. tabii bunu yazarlara karşı da yapamıyoruz, fenerbahçeli olmakla "suçlamak" kolay değil, buna herkes karşı çıkıyor. o zaman eski oyunculara fenerbahçeli diyebiliriz, değil mi? isim vermediğim gibi, hakan ünsal'ı savunmaya çalışmış da değilim.
bütün eleştirilere de cevap vermek isterdim, ama cevap verilecek başlık bülent korkmaz olunca, evvelce de söylediğim gibi utanma duygum ağır basıyor.
yıl 2009, bülent korkmaz tekmeye ayağını bir kez daha uzattı. bu kez bacak bir senegalli'ye değil, kendisi gibi galatasaraylı olanlara aitti. kıymet bilmez o, altı aydır vurdukça vuruyor. ha bre vuruyor, bakalım ne zaman duracak. kendi adıma kaptan'dan özür dilerim.
not: farkettim de yılmaz özdil gibi enter tuşuna abanmışım.
fotoğrafın altında bir not: "gerekiyordu, tekmeye kafamızı uzattık."
2002 senesinin yaz aylarının sonlarında goal dergisi'nin 2002 dünya kupası'nın analizinde çıkmıştı bu fotoğraf. senegalli futbolcunun topa hamle yapmak isteyen bacağına kafasını uzatan adam da takdir edersiniz ki; bülent korkmazdı.
elbette ki, 50 senede bir dünya kupası'na katılan bir ülkenin insanları için 2002 dünya kupası'nın her anı unutulmaz oluyor. ama benim aklımda en çok kalan o karedir. ve "bülent korkmaz" denilince aklıma 2000 senesinde uefa kupasıyla istanbul'a geldiğinde askıda olan kolu ve bu kare gelir.
benim ilkokul yıllarımda da lise yıllarımda da galatasaray defansında bülent vardı. çin'e attığı gole kendimin ne kadar sevindiğimden çok onun sevinişini hatırlarım.
ilkokul yıllarım derken üfürdüm tabii. ben bebekken de defansta bülent vardı. o galatasaray'a hizmet verirken iktidarlar değişti, moda akımları değişti, e tabii çelik de değişti * ama bülent'in hizmet aşkı hiç değişmedi. 2005'e kadar da hep galatasaray'ın kupalarını kaldırdı, yüzünde yıllar içinde çizgiler oldu, ama kupa kaldırırkenki hırsı da hiç değişmedi.
dile kolay, galatasaray'a hizmet ettiği yıl sayısı iki haneye ulaşırken, başına 2 eklemeyi de ihmal etmedi. takıma transfer olan en kıytırık oyuncular bile davul - zurna - kılıç kalkan ile karşılanırken, kendisi altyapıdan çıktığı için bir karşılayanı olmadı. sıradan bir kulüpte bu kadar emeği geçen bir malzemeciye kulüpten ayrılırken yönetimin, basının ve taraftarların nereleriyle teşekkür edeceğini şaşıracaklarını tahmin etmekle beraber, galatasaray'a verdiği yıllarını sigortalı bir işte harcasa emekliliğini alacak bülent korkmaz'ın ne ara galatasaray'ı bıraktığını hala anlamış değilim. o kadar sessiz sedasız gitti ki galatasaraydan...
bülent korkmaz'ı beyaz formasıyla arsenal maçı sonrası kupa kaldırırken veya liverpool maçında insanüstü müdafaa yapıp anfield'ı sallarken, çubuklu formasıyla süper kupa'yı kaldırırken, füme formasıyla uefa kupası'na giden yolun başlangıcında sahaya kaptan olarak çıkarken gören gözler için onu gençlerbirliği eşofmanıyla veya üstünde takım elbisesi bir takımın başında görmek kolay değildi. ama candan erçetin'in dediği gibi her güzel şey bitiyordu ve iki taraf da profesyonel olacaktı artık.
aradan birkaç sene geçti. son yılların * en iyi kadrosunu kuran galatasaray, takımın başına takımın kalitesiyle ters orantılı olarak kariyeri pek de parlak olmayan * michael skibbe'yi getiriyordu. 2008-09 sezonu'nun ikinci yarısında büyük düşüşe geçen galatasaray, antalya maçı gibi maçlarda düşüşü görmeyip takımın kocaeli'den 5 yemesini ve şampiyonluk yarışından büsbütün kopmasını bekledikten sonra skibbe'ye yolu gösteriyordu.
takımın çok önemli bordeaux maçına çıkmasına sadece 3 gün kalmış, takımın başında teknik direktör yok. köy kahvesinden galatasaray'ı izleyeninden yönetim kurulu üyesine kadar her galatasaraylı'nın aklına ilk olarak kim gelir?
o günleri biraz hatırlamaya çalışalım. bülent korkmaz her sabah düzenli olarak yaptığı koşusunu tamamladıktan sonra bir de bakar ki telefonunu adnan polat defalarca kez aramış. anlar ki teknik direktörlük teklifi gelecek.
sezon sonunda galatasaray'ın kendisinin yerine kariyerli bir teknik adamı getireceğini biliyor muydu? biliyordu.
türkiye'deki teknik adamlık kariyerinin kötü derecede zedeleneceğini ve bundan sonra anca pazar futbol programlarında yer alacağını biliyor muydu? şüphesiz.
medyanın kendisini yerden yere vuracağını biliyor muydu? biliyordu.
artık herkesin haftalar öncesinden ümidini kestiği takımı bir mucize olmazsa şampiyon yapamayacağını biliyor muydu? biliyordu.
haydi itiraf edin, bu şartlar altında çoğunuz bu kararı kabul etmez, kabul edeniniz de uzun süre düşünürdü. florya şimdilerde ne kadar topraktır, gidip görmeden bilinmez ama bülent'in cesaretinin florya ile bir ilgisi olmadığı kesin. her şeyi göze atarak en fazla haziran'a kadar kalacağını bildiği galatasaray ile sözleşme imzaladı.
ne yaptı bu sürede? şampiyon olamayacağı gün gibi açık olan takımı şampiyon yapamadı. meira'sını satan, emre aşık'ı cezalı, emre güngör'ü sakat defansıyla hamburg'a yenilerek uefa kupasından elendi. evet, mehmet güven'i de oynattı. sezon sonunda da beklenen oldu ve takımdan ayrıldı.
aradan da altı ay geçti. bugün hala eleştiriliyor bülent. neden mehmet güven'i oynatmış, neden kewell sahada olmazmış, cehennemin dibine girsen seni bulup hesap soracağız havaları...
şimdi kendimi çıplak gibi hissediyorum. sanki çocukluk ve ilk gençlik yıllarım hiç olmamış gibi. keşke ben 1998'de doğsaydım da bülent futbol oynarken bülent'in nasıl biri olduğunu anlayacak kadar zekam gelişmemiş olsaydı diyorum. o zaman ben de katılırım bazı eleştirilere, "yahu bu bülent de ne biçim teknik direktördü, gitti de bitti bu illet" derdim belki. utanıyorum aslında yıllarını galatasaray'a vermiş birine yapılan bu muameleden.
sahi, neden birini severken diğer sevdiğimizi göz ardı ederiz ki? sevgilimiz de olmayacaklar ki bir koltukta iki karpuz taşıma durumu olsun. kewell'ı seven birisi neden bülent'e soğuk olsun? veya ben hem rijkaard'ı, hem kewell'ı hem de bülent'i sırf bu takıma yaptıkları hizmetlerden sevemez miyim?
ve hadi itiraf et, adın gibi biliyorsun ki kewell asla bülent kadar çalışmayacak galatasaray için. zaten bunu iddia etmek için delinin ekmeği burnuna sokan cinsinden olmak gerek. mehmet güven'i oynatmış, ne olmuş? genç oyunculara şans vermeyen hocayı eleştir, şans vereni yerden yere vur, ne ala memleket, moda hangisiyse ona yönel.
bu paragrafta oyuncu ismi vermek istemiyorum da, adam yıllarca galatasaray için çalışmış olsun, elano'yu beğenmedi mi? kesin bir yerlere yaranmaya çalışıyordur. rijkaard'ı mı eleştiriyor? kesin aslında fenerbahçelidir. tabii bunu yazarlara karşı da yapamıyoruz, fenerbahçeli olmakla "suçlamak" kolay değil, buna herkes karşı çıkıyor. o zaman eski oyunculara fenerbahçeli diyebiliriz, değil mi? isim vermediğim gibi, hakan ünsal'ı savunmaya çalışmış da değilim.
bütün eleştirilere de cevap vermek isterdim, ama cevap verilecek başlık bülent korkmaz olunca, evvelce de söylediğim gibi utanma duygum ağır basıyor.
yıl 2009, bülent korkmaz tekmeye ayağını bir kez daha uzattı. bu kez bacak bir senegalli'ye değil, kendisi gibi galatasaraylı olanlara aitti. kıymet bilmez o, altı aydır vurdukça vuruyor. ha bre vuruyor, bakalım ne zaman duracak. kendi adıma kaptan'dan özür dilerim.
not: farkettim de yılmaz özdil gibi enter tuşuna abanmışım.