20
politika tdk'ya göre davranış biçimi, düşünce yapısı demek. belli bir amaca ulaşmak için gereken yöntemi, davranış biçimini ifade eder. amaç ise, düşünce yapısına göre şekillenir.
galatasaray özelinde transfer politikamızın ne olması gerektiğini anlamak için iki temel soru çıkıyor ortaya öyleyse: galatasaray olarak bizim amacımız ne ve bu amaca ulaşmak için hangi yöntem kullanılmalı?
ancak bu iki sorudan önce biz (galatasaray) neyiz, irdelemek gerek:
galatasaray çocukluk aşkımızdır. şu yalan dünyada gerçek olan tek şeyimiz. ihtimaller denizindeki tek sabitimiz...
yüzlerce benzer tanım yapılabilir, ki hepsi de doğrudur, şiirsel. ancak bu bakış açısı bizim ne olduğumuzu ortaya çıkarmada yeterli değil. o halde bize tarihsel ve sosyolojik bir bakış açısı lazım:
*uluslararası literatürde 'gelişmekte olan ülkeler' sınıfına giren bir ülkenin en büyük kulüplerinden biriyiz. (çoğu alanda üçüncü dünya ülkeleri seviyesindeyiz aslında. en acı örnek ise eğitim)
*ekonomik anlamda büyük sorunları olan bir kulübüz. aynı durum ülkemiz için de geçerli.
*bulunduğumuz toprakların kültürel anlamda büyük sorunları var. demokrasi kültürü, birlikte yaşama kültürü, spor kültürü, iş ahlakı vb.
*yine bu toprakların bariz bir özelliği olarak, kendimize bakış açımız genellikle hastalıklı, şizofrenik. kendimizi ya dev aynasında görüyoruz, ya da yerin dibine sokuyoruz. başlangıç noktamız sağlıklı olmadığından, sağlıklı sonuçlara ulaşamıyoruz.
*gücün en önemli unsurlarından biri olan moral değerler bakımından en üstlerdeyiz. henüz kuruluş anımızda kendi kendimize yüklediğimiz bir ödev var ve bu ödev bize tarihsel bir sorumluluk yüklüyor. bu sorumluluğu dönem dönem de olsa iyi taşıdık. bu yüzden ortak belleğimizde tüm olumsuzluklarla birlikte, muzafferlik de var. bu çok önemli bir özellik. bu moral değerin, doğru yerlere ve doğru şekilde kanalize edilmesi, bizi daha güçlü kılacaktır. ödevimizi yerine getirirken karşılaştığımız rakiplere göre, ayırt edici bir güç bu.
bizim ne olduğumuza dair daha başka birçok şey söylenebilir. ancak şunları daha iyi anlamak için bu tanımlar önemli: rakiplerimizin bir çoğu ekonomik anlamda çok güçlü. çok iyi eğitim sistemleri var. kültürel anlamda bizim çok üzerimizdeler. çok daha adil, demokratik, fırsat eşitliği olan topraklarda yaşıyorlar. iş ahlakları yüksek. bizde sıkça rastlandığı gibi, torpil, birilerinin adamı olmak kavramları onlara yabancı. her alanda liyakat gözetiliyor. oturmuş bir sistemleri var ve temel konularda problemlerini uzun zaman önce çözmüşler. bizim lehimize olan nadir şeylerden biri ise moral değerler: onları tüm bu olumsuzluklara rağmen yenebileceğimiz bilgisi ve bu bilgiyle gelen haklı bir güven.
amacımız, kendi tarihsel tanımımızı yaptığımızda açık bir şekilde ortaya çıktı zaten. kuruluş anımızda kendi omuzlarımıza yüklediğimiz ödev: türk olmayan takımları yenmek.
peki yöntemimiz ne olmalı? rakiplerimizin sahip oldukları olanaklar, bizim çok uzağımızdalar. paraları, oturmuş sistemleri, bilimsel ve zamanın gereklerini yerine getiren eğitim anlayışları, iş ahlakları, liyakata verdikleri önem, bize göre çok daha adil, demokratik yaşam alanları, kültürleri, güçlü lobileri var. onların harcadıkları parayı harcayamayız, öyle bir paramız yok. nicelik ve nitelik olarak altyapıdan onlar kadar oyuncu çıkaramıyoruz. çıkan tek tük oyuncularımız ise meşhur tabirle "üretim hatası". yetenekli bile olsalar çoğunlukla mental olarak çöküyorlar. çünkü bu topraklarda yaşayan çoğu insan gibi, onların da iş ahlakları zayıf. iyi eğitim alamıyorlar. eğitimcilerimiz ve seçicilerimiz yeterli düzeyde değil. adam kayırmacılığın, torpilin bini bir para. birlikte yaşama kültürümüz sanılanın aksine çok zayıf. farklılıklara karşı tahammülümüz oldukça sınırlı. aynı tarafta olanlar, aynı renklere sahip taraftarlar için bile.
o halde yöntemimiz, tıpkı amacımızda olduğu gibi kendini açığa çıkartıyor:
*para harcamamak. üreten olmadığımız için, pazar oluyoruz ve rakiplerimiz bizim paramızla daha da güçleniyor. bonservis için de, maaş için de çok net ve tartışmaya kapalı bir sınır belirlemeliyiz. olmuş ve pahalı oyunculara değil, olacağı düşünülen genç, ucuz oyunculara yönelmeliyiz. gelirlerimizin önemli bir kısmı borçlarımızın faizine gidiyor. kısır döngü içindeyiz ve hala para harcamaya meyilliyiz. taraftarlar olarak bunu anlamamız, en başta bizim karşı çıkmamız gerek pahalı, olmuş oyuncu transferlerine. anlayalım artık, paramız yok.
*oyuncu taraması. bu taramayı yapabilecek insanların özenle seçilmesi. bu da bizi liyakat meselesine getiriyor.
*liyakat. teknik ve idari kadromuzun zamanın gereklerini yerine getirebilecek isimlerden oluşması elzem. daha evvel formamızı terletmiş tüm oyuncularımız tamam, başımızın tacı. ancak teknik ekipte yer almaları için ne kadar yetenekli, mahir olduklarından emin olamıyoruz. hangimiz fatih terim sonrası en ufak bir şüphe duymadan mevcut teknik kadrodan bir isme galatasaray'ı emanet edebiliriz?
*eğitim. çocuklarımızı tüm olumsuzluklara rağmen iyi yetiştirmemiz gerek. yetenek anlamında onlardan eksiğimiz yok. çocuklarımızın mental anlamda güçlü bireyler olmaları sağlanmalı. topa vurmadan önce, iş ahlakını öğrenmeleri gerek.
*salt başarı odaklı bir taraftarlık anlayışının terkedilmesi. ancak böyle uzun vadeli sistemlerin kurulmasının yolu açılabilir. ve ancak böyle medyayı değiştirebiliriz.
şu açık ki, onlardan biriymiş gibi davranarak, onları yenemeyiz. kendi şartlarımız içinde uzun vadeli sistemler kurmaya çalışmalıyız. ve bu sistemi devam ettirecek anlayış. ancak böyle bir şansımız olur.
tüm bunları gerçekleştirmek elbette kolay değil. bunlar zaman alacak, sabredilmesi gereken şeyler. ama bir yerden başlanması gerek. "yanlış hayat doğru yaşanmaz" der adorno. biz defalarca kez aynı sonuçları getirmesine rağmen, aynı yanlışları yapıyoruz. bir çember bu, saçmalık çemberi. aslında çember bile değil, çünkü başladığımız yere de dönemiyoruz. başladığımız yere göre daha fakir oluyoruz her dönüşümüzde.
tekrar belirtmek gerek. galatasaray olarak ortak belleğimizde onları yenebileceğimiz bilgisi var. bunun sadece dönemsel olmaması için amacımız ve yöntemimiz ise apaçık ortada.
ve evet. galatasaray, ihtimaller denizindeki tek sabitim(iz).
not: bu yazı kaideyi taciz eden istisna'nın (bkz: 2019-2020 sezonu yaz transfer dönemi/#2703262) yazısından esinlenerek yazılmıştır. üstadın söylediklerine aynen katılıyorum. ama yazısında ufak da olsa bir karamsarlık sezdim. enseyi karartmamak gerek. bizim uefa kupamız var oğlum *
galatasaray özelinde transfer politikamızın ne olması gerektiğini anlamak için iki temel soru çıkıyor ortaya öyleyse: galatasaray olarak bizim amacımız ne ve bu amaca ulaşmak için hangi yöntem kullanılmalı?
ancak bu iki sorudan önce biz (galatasaray) neyiz, irdelemek gerek:
galatasaray çocukluk aşkımızdır. şu yalan dünyada gerçek olan tek şeyimiz. ihtimaller denizindeki tek sabitimiz...
yüzlerce benzer tanım yapılabilir, ki hepsi de doğrudur, şiirsel. ancak bu bakış açısı bizim ne olduğumuzu ortaya çıkarmada yeterli değil. o halde bize tarihsel ve sosyolojik bir bakış açısı lazım:
*uluslararası literatürde 'gelişmekte olan ülkeler' sınıfına giren bir ülkenin en büyük kulüplerinden biriyiz. (çoğu alanda üçüncü dünya ülkeleri seviyesindeyiz aslında. en acı örnek ise eğitim)
*ekonomik anlamda büyük sorunları olan bir kulübüz. aynı durum ülkemiz için de geçerli.
*bulunduğumuz toprakların kültürel anlamda büyük sorunları var. demokrasi kültürü, birlikte yaşama kültürü, spor kültürü, iş ahlakı vb.
*yine bu toprakların bariz bir özelliği olarak, kendimize bakış açımız genellikle hastalıklı, şizofrenik. kendimizi ya dev aynasında görüyoruz, ya da yerin dibine sokuyoruz. başlangıç noktamız sağlıklı olmadığından, sağlıklı sonuçlara ulaşamıyoruz.
*gücün en önemli unsurlarından biri olan moral değerler bakımından en üstlerdeyiz. henüz kuruluş anımızda kendi kendimize yüklediğimiz bir ödev var ve bu ödev bize tarihsel bir sorumluluk yüklüyor. bu sorumluluğu dönem dönem de olsa iyi taşıdık. bu yüzden ortak belleğimizde tüm olumsuzluklarla birlikte, muzafferlik de var. bu çok önemli bir özellik. bu moral değerin, doğru yerlere ve doğru şekilde kanalize edilmesi, bizi daha güçlü kılacaktır. ödevimizi yerine getirirken karşılaştığımız rakiplere göre, ayırt edici bir güç bu.
bizim ne olduğumuza dair daha başka birçok şey söylenebilir. ancak şunları daha iyi anlamak için bu tanımlar önemli: rakiplerimizin bir çoğu ekonomik anlamda çok güçlü. çok iyi eğitim sistemleri var. kültürel anlamda bizim çok üzerimizdeler. çok daha adil, demokratik, fırsat eşitliği olan topraklarda yaşıyorlar. iş ahlakları yüksek. bizde sıkça rastlandığı gibi, torpil, birilerinin adamı olmak kavramları onlara yabancı. her alanda liyakat gözetiliyor. oturmuş bir sistemleri var ve temel konularda problemlerini uzun zaman önce çözmüşler. bizim lehimize olan nadir şeylerden biri ise moral değerler: onları tüm bu olumsuzluklara rağmen yenebileceğimiz bilgisi ve bu bilgiyle gelen haklı bir güven.
amacımız, kendi tarihsel tanımımızı yaptığımızda açık bir şekilde ortaya çıktı zaten. kuruluş anımızda kendi omuzlarımıza yüklediğimiz ödev: türk olmayan takımları yenmek.
peki yöntemimiz ne olmalı? rakiplerimizin sahip oldukları olanaklar, bizim çok uzağımızdalar. paraları, oturmuş sistemleri, bilimsel ve zamanın gereklerini yerine getiren eğitim anlayışları, iş ahlakları, liyakata verdikleri önem, bize göre çok daha adil, demokratik yaşam alanları, kültürleri, güçlü lobileri var. onların harcadıkları parayı harcayamayız, öyle bir paramız yok. nicelik ve nitelik olarak altyapıdan onlar kadar oyuncu çıkaramıyoruz. çıkan tek tük oyuncularımız ise meşhur tabirle "üretim hatası". yetenekli bile olsalar çoğunlukla mental olarak çöküyorlar. çünkü bu topraklarda yaşayan çoğu insan gibi, onların da iş ahlakları zayıf. iyi eğitim alamıyorlar. eğitimcilerimiz ve seçicilerimiz yeterli düzeyde değil. adam kayırmacılığın, torpilin bini bir para. birlikte yaşama kültürümüz sanılanın aksine çok zayıf. farklılıklara karşı tahammülümüz oldukça sınırlı. aynı tarafta olanlar, aynı renklere sahip taraftarlar için bile.
o halde yöntemimiz, tıpkı amacımızda olduğu gibi kendini açığa çıkartıyor:
*para harcamamak. üreten olmadığımız için, pazar oluyoruz ve rakiplerimiz bizim paramızla daha da güçleniyor. bonservis için de, maaş için de çok net ve tartışmaya kapalı bir sınır belirlemeliyiz. olmuş ve pahalı oyunculara değil, olacağı düşünülen genç, ucuz oyunculara yönelmeliyiz. gelirlerimizin önemli bir kısmı borçlarımızın faizine gidiyor. kısır döngü içindeyiz ve hala para harcamaya meyilliyiz. taraftarlar olarak bunu anlamamız, en başta bizim karşı çıkmamız gerek pahalı, olmuş oyuncu transferlerine. anlayalım artık, paramız yok.
*oyuncu taraması. bu taramayı yapabilecek insanların özenle seçilmesi. bu da bizi liyakat meselesine getiriyor.
*liyakat. teknik ve idari kadromuzun zamanın gereklerini yerine getirebilecek isimlerden oluşması elzem. daha evvel formamızı terletmiş tüm oyuncularımız tamam, başımızın tacı. ancak teknik ekipte yer almaları için ne kadar yetenekli, mahir olduklarından emin olamıyoruz. hangimiz fatih terim sonrası en ufak bir şüphe duymadan mevcut teknik kadrodan bir isme galatasaray'ı emanet edebiliriz?
*eğitim. çocuklarımızı tüm olumsuzluklara rağmen iyi yetiştirmemiz gerek. yetenek anlamında onlardan eksiğimiz yok. çocuklarımızın mental anlamda güçlü bireyler olmaları sağlanmalı. topa vurmadan önce, iş ahlakını öğrenmeleri gerek.
*salt başarı odaklı bir taraftarlık anlayışının terkedilmesi. ancak böyle uzun vadeli sistemlerin kurulmasının yolu açılabilir. ve ancak böyle medyayı değiştirebiliriz.
şu açık ki, onlardan biriymiş gibi davranarak, onları yenemeyiz. kendi şartlarımız içinde uzun vadeli sistemler kurmaya çalışmalıyız. ve bu sistemi devam ettirecek anlayış. ancak böyle bir şansımız olur.
tüm bunları gerçekleştirmek elbette kolay değil. bunlar zaman alacak, sabredilmesi gereken şeyler. ama bir yerden başlanması gerek. "yanlış hayat doğru yaşanmaz" der adorno. biz defalarca kez aynı sonuçları getirmesine rağmen, aynı yanlışları yapıyoruz. bir çember bu, saçmalık çemberi. aslında çember bile değil, çünkü başladığımız yere de dönemiyoruz. başladığımız yere göre daha fakir oluyoruz her dönüşümüzde.
tekrar belirtmek gerek. galatasaray olarak ortak belleğimizde onları yenebileceğimiz bilgisi var. bunun sadece dönemsel olmaması için amacımız ve yöntemimiz ise apaçık ortada.
ve evet. galatasaray, ihtimaller denizindeki tek sabitim(iz).
not: bu yazı kaideyi taciz eden istisna'nın (bkz: 2019-2020 sezonu yaz transfer dönemi/#2703262) yazısından esinlenerek yazılmıştır. üstadın söylediklerine aynen katılıyorum. ama yazısında ufak da olsa bir karamsarlık sezdim. enseyi karartmamak gerek. bizim uefa kupamız var oğlum *